Seyyid Kutup ve Arap Baharı

MUSTAFA ÖZCAN

Seyyid Kutup’un Arap Baharını öngördüğünü söylemeyeceğim. Lakin Seyyid Kutup Arap Baharının bir aynasıdır ve ona isnat edilenler Arap Baharıyla birlikte Müslüman Kardeşlere de isnat edilmiştir. Nasır rejimi Müslüman Kardeşleri itibarsızlaştırmak istiyordu. Bunun için karalayıcı bir malzemeye ihtiyaç duyuyordu. Bundan dolayı da Seyyid Kutup’un nazik durumundan istifade ile onunla pazarlık yapmak istediler. Seyyid Kutup, Müslüman Kardeşlerin dış bağlantılı olduğunu bir şekilde kabul edecek ve buna mukabil sağlık nedenleri gerekçe gösterilerek bilahare salıverilecekti. Böylece Nasır kolayca hedefine ulaşacaktı. Seyyid Kutup’un önüne sadece iki seçenek bırakılıyordu. Ya cemaatini manevi olarak infaz edecek ya da kaderine razı olup idam edilmesini göze alacaktı. Onu manevi ölüm ile fiziki ölüm arasında tercihe zorlamışlardı. Lakin Seyyid Kutup aynen Bediüzzaman ve benzerleri gibi demiş: Ecel birdir, kader birdir taaddüt etmez, değişmez. Böylece idam seçeneğini onaylayarak kendisini ve davasını yüceltmiş ve ona tertip veya pazarlık teklif edenleri ise yerin dibine batırmıştır.

Askeri Mahkeme Başkanı Orgeneral Muhammed Fuad Decevi Seyyid Kutup’a idam cezası verir. İnfaz öncesi rejimin adamlarından Hamza Besyuni, Seyyid Kutup’un küçük kız kardeşi Hamide Kutup’u bürosuna çağırır ve ona teklif hatta telkinlerde bulunur. Hamide Kutup’a, onaylı infaz belgesini gösterir. Ve ardından ağzından şunlar dökülüyor: “Hükümet bir şartla cezayı hafifletmek istiyor ve bunu sana tebliğ etmek için çağırdım. Seyyid Kutup sadece senin için değil bütün Mısır için önemli bir değer ve kayıptır. Halbuki, o bu gidişle birkaç saat sonra aramızdan ayrılacak. Bunu önleyebilirsiniz. Söyleyeceği birkaç söz onu idamdan kurtarabilir. Senden başka da kimse Seyyid Kutup’a tesir edemez. Senden onu ikna etmeni bekliyoruz.”

Hamza Besyuni ağzındaki baklayı çıkarır ve “Sadece Müslüman Kardeşlerin dış güçlerle bağlantılı olduğunu söyleyecek. Sonra idam kararı yırtılıp atılacak” der. Bunun üzerine Hamide Kutup samimi ve biraz da safça bir şekilde şöyle mukabele eder: “Sen de Abdunnasır da biliyorsunuz ki cemaatin hiçbir dış güçle bağlantısı bulunmuyor...” Bunun üzerine Hamza Besyuni yaltaklanarak şöyle karşılık verir: “Hepimiz sizin Mısır’da inançları için çalışan tek grup olduğunuzu biliyoruz. Biz sizin toplumun en iyi insanları olduğunuzu da biliyoruz. Ve sadece senden Seyyid Kutup’u kurtarmanı istiyoruz. Şimdi mühim olan bu.” Bunun üzerine Hamide Kutup: “Bir engel yok, tamam” diyor. Abisi Seyyid Kutup’un huzuruna çıkıyor. Seyyid Kutup’la bakışıyorlar ve Seyyid Kutup’a kendisine tevdi edilen emaneti aktarınca Seyyid Kutup ‘bunu sen mi istiyorsun yoksa senden böyle söylemeni mi istediler? Sana dikte mi ettiler?’ diye soruyor. Hamide Kutup ise imayla bu talebin kendisinin değil rejimin talebi olduğunu beyan ediyor. Seyyid Kutup’un tarihe emanet son sözleri şöyle oluyor: “İhvan’ın dış bağlantılı olduğunu bilsem bunu söylemekte bir an bile tereddüt göstermem. Ben hayatımda yalan söylemedim. Şimdi niçin söyleyeyim?” Hamza Besyuni’nin adamı Safvet yanlarından ayrılınca Hamide Kutup’dan kendi görüşünü sorar. O da abisi gibi düşünmektedir. Seyyid Kutup son sözleri olarak şunları söyler: “Onlar bana ne fayda ve ne zarar verebilirler. Ecel Allah’ın elindedir ve onlar hayatımın yönünü değiştiremezler. Hayatım ve ölümüm Allah’ın elindedir...”

Meselenin özü bir zamanlar Hasan el Benna’ya biat ettiği halde karaktersizliğinden dolayı yan çizen ve otoriter bir düzen kuran Nasır buna engel olarak gördüğü İhvan’ı tasfiye etme arzusundadır. Bunu yaparken de kendini aklamak ve İhvan’ı karalamak istemektedir. Bu noktada rehinesi durumundaki Seyyid Kutup’un bu çaresiz halinden yararlanmak istemektedir. Seyyid Kutup aynasında Arap Baharında da benzeri suçlamalara rastlıyoruz. Nasır’ın çizgisinden gidenler, ulusalcılar ve solun artıkları veya fulul İslami kesimleri Amerikancılıkla suçluyorlar. Dünkü suçlamaları yeniden üretiyorlar. ABD’nin kucağında büyüyenler İngiliz yetiştirmeleri ve beslemeleri şimdi İhvan’ı Amerikancılıkla suçluyorlar. Dubai Polis Müdürü Dahi Halfan’ın İhvan’ı suçlaması işte böyle bir şeydir. Günümüzde Banu Avar gibilerini Hamza Besyuni’nin kisvesinde görüyoruz. Suriye Müftüsü Hasun gibilerine dayanarak İhvan’ı karalamaya çalışıyor. Halbuki Ali Verdi gibi sosyologların ifadesiyle Hasun sadece borazan ve kral soytarısı veya saltanat vaizidir. Dinini dünyaya satmış bir adamdır. Onunla İhvan gibilerini karalayanlar ancak kendilerini deşifre ederler. Öyle de olmaktadır.

YENİ AKİT