Sessiz devrimin mahkemeleri

Etyen Mahçupyan

Her devrim kendine has yargı sistematiğini ve yargı süreçlerini yaratır. Devrimlerin genelde güce dayanmaları, iktidarı ele geçiren aktörlerin yargıyı bir 'devrim sonrası saha temizliği' aracı olarak kullanmalarına yol açar.

Diğer bir deyişle yargı evrensel hukuk ilkelerine değil, doğrudan iktidarın siyasi amaçlarına göre hareket eder. İstiklal Mahkemeleri böyleydi... Devleti sahiplenen dar kadronun içinden çıktı ve tek hedefi siyasi rakiplerin toptan temizlenmesiydi. Bu mahkemelerin siyasi iktidardan bağımsızlığını öne sürmek mümkün olmadığı gibi, o dönem yargı bizatihi bir güç odağı olarak da temayüz etmeyip, görevini behemahal yapacak bir taşeron gibi davrandı. Türkiye toplumu o döneme toz kondurmama yönünde bir psikolojik ihtiyaç içinde olsa da, aslında rejimin ne denli meşru olduğu sorusuna açık bulunduğunu bilir.

Türkiye bugün de bir devrim sürecinin içinde... Cumhuriyet'in kamusal alanın dışına ittiği İslami kesim, AKP'nin 'koçbaşı' işlevi gördüğü bir değişim dinamiği sayesinde 'merkeze' yürüyor. Bu dönemin sonunda Cumhuriyet'in temel dayanakları radikal bir biçimde dönüşmüş olacak. Laiklik ve milliyetçiliğin otoriter zihniyetten kurtulmasına ve 'yumuşamasına' tanık olacağız. Bu ille de demokrat bir zihniyeti ima etmese de, kamusal alanı her açıdan genişletecek. Ayrıca sivil siyasetin devletçi vesayeti kırmasına da tanık olacağız. Bu da Batılı anlamda bir demokrasiyi ifade etmeyebilecek, ama seçilmişlerle atanmışlar arasında daha eşitlikçi ve pazarlıkçı bir yapı oluşacak.

Türkiye bu devrimi güç kullanarak değil, seçmen desteğine dayanarak yapıyor. Dolayısıyla yumruğunu masaya vuran bir iktidar yok. Adım adım giden, zigzaglar yapan, temkinli ve tedirgin bir çoğunluk hükümetinin, meşruiyet zeminini yitirmeden yapmaya çalıştığı reformlar söz konusu. Öte yandan devrimin oya dayanması, oy sahiplerinin süreç üzerinde etkili olmalarına, bu değişim dinamiğinin ürettiği göreceli güç odaklarının ise birer cazibe merkezi haline gelmesine neden oluyor.

Yargı bu türden bir güç odağı ve bu gücün sergilendiği en belirgin alan ise Özel Yetkili Mahkemeler... Bu mahkemeler vesayet sisteminin geriletilmesi ve deşifre edilmesi açısından gerçekten de çok hayati bir işlev gördü. Ayrıca 'özel yetkileri' dışarıda bıraksak da, bölgesel ihtisas mahkemeleri kesinlikle bir ihtiyaç. Çünkü uyuşturucu ticareti, dolandırıcılık, darbecilik vs. gibi örgütlü suç girişimleri, hem mekânsal olarak geniş bir zemine yayılabiliyor hem de zaman içinde oluşup gelişiyor. Dolayısıyla bunlara el atacak mahkemelerin bilgi biriktirme, uzmanlaşma gibi yeteneklerinin de gelişmiş olması gerekiyor.

Ancak bu mahkemelerin 'nasıl' davrandıkları en az bu işlevleri kadar önemli. Çünkü sessiz devrimlerde iktidarın meşruiyet zeminini koruması hayati önemde ve yargı iktidar 'adına' davranmakla suçlanmaya müsait olduğu ölçüde, iktidarı kırılganlaştıran bir özelliğe sahip. Ne yazık ki Türkiye'deki Özel Yetkili Mahkemeler bu sınırı zorlayan bir performans gösterdiler. Bugün bu mahkemelerin kalkmamasını demokratikleştirme adına savunmak ne denli anlamlı ise, aynı mahkemelerin söz konusu meşruiyet zeminini hırpalamasına karşı çıkmak da o denli anlamlı...

Bu mahkemeler kendilerine tanınan 'özel yetkileri' hukuksal değil, siyasi mülahazalarla kullanmaya daha hevesli oldular. Tutuklama ve gizlilik ilkeleri tavizsiz bir biçimde zanlıların aleyhine işletildi. İddianameler ise neredeyse mizahi bir hal alırken, bir yandan da sıradan insanların hayatlarını trajik bir biçimde karartan kararlara neden oldu. 'Örgüt üyesi olmamakla birlikte' diye başlayan bir örgüt suçlaması sonucunda on yıl hapis almanın savunulabilir bir yanı olmasa gerek.

Bir ilişki ağının içinde olmanın suçlanmak için yeterli bulunması yanında, söylenen her sözün mantıksal bir süzgeçten bile geçirilmeden 'suç' sayılması, nihayette Özel Yetkili Mahkemeleri de bu haliyle taşınamaz hale getirdi. Örneğin Öcalan'ın avukatlarından olan ve KCK bağlamında yargılanan Fırat Aydınkaya'nın suç delilleri arasında Öcalan'la yaptığı bir konuşma var... Öcalan'ın "...diyalektiğe yorum kattığı, Marks'ın kaba katı bir diyalektik geliştirdiği, Marks'ın anladığı anlamıyla antagonizmanın doğru olmadığı, doğada mutlak yokluğun olmadığı, iki ucun yok etme temelinde birbiri ile mücadelesinin doğru olmadığı... kendilerinin demokratik moderniteyi savunduğu... savunmalarında politika özgürleştirir dediği... devlet ne kadar küçülürse vatandaşın o kadar büyük olacağı, bu nedenle özgürleşmek için devlete karşı politikayı savunmanın önemli olduğu..." gibi bir dizi tespitle sürüp giden iddianame, sonunda bütün bunların 'yönlendirici açıklamalar' ve 'talimatlar' olduğunu söylüyor.

Öcalan'ın sözlerini megalomanik bir yarı entelektüel hezeyan olarak görmek mümkün, ama savcılığın değerlendirmesinin de aşağı kalır tarafı yok. Bu, iktidar açısından sürdürülebilir bir durum değil... İhtisas mahkemeleri bir gereklilik ama yetkilerini hukuk şuuru olmadan kullanan 'özel yetkili' mahkemeler meşruiyet kırılganlığı yaşayan devrimler için bir yük.

ZAMAN