Şemdinli’de Yaşananların Hatırlattıkları!

SİNAN ÖN

Yıllarca Kürt meselesi hakkında politika üretmeye çalışanlar, iki kanat dışında muhatap tanımadılar. Devlet ve Pkk! Burada halk yok! Devlet kanadında ‘derin güçler’ belirleyici olurken, Pkk kanadında şiddet ve terör başroldeydi.

Bu durum sorunu tepeden inme yöntemlerle çözme yanlışına götürdü aktörleri. Devlet şoven, milliyetçi bir rol üstlenirken, Kürt siyasal hareketi ise, marjinal sol grupların ‘truva atı’ oldu. Oysa solun bu harekete kattığı tek şey, anarşizimdi! Hem devlet, hem de Pkk, bölge halkının değerlerine karşı bilinçli olarak yabancı kaldı!

Ak parti iktidarı ile farklı birşeylerin olmaya başladığına şahit olduk. Bu süreçte Muhalefet, kürtlere düşmanlık ve hakaret politikası dışında bir şey üretmedi. Ak partiyi geriletmek için bu meseleyi araç olarak kullandı. Sorunu çözme çabasını bırakın, sorunu çözme iradesini ortaya koyanlara yönelik, toplum mühendisliğine soyundu. Bunlara duyarsız kalmayan bölge halkı ise Ak partiyi sahiplendi, arkasında durdu. Ak partiye bölgeden gelen destek birçok seçimde açık bir şekilde görüldü.

Çünkü Pkk ile mücadele söylemleri içerisinde hiçbir zaman, yoksulluğun giderilmesi, Kürt gençlerinin durumunun düzeltilmesi gibi konular konuşulmamıştı bile! Eğitim, sağlık, kırsal kesime su ve elektirik götürülmesi, terör mağdurlarının gözetilmesi gibi birçok olumlu iş bu zamanda yapıldı. Terörle mücadele konsepti değişti.

Bununla birlikte değişen en önemli şey, Cumhuriyet döneminin Kürtleri yok sayma, inkar etme politikalarıyla, çözümü askerlere ve başka güçlere havale etme yanlışından dönülmesi oldu. Sorun hep ‘dış güçler’ söylemi ile anlaşılmaya çalışılmış ancak iç sorunumuz olduğu gerçeği atlanmıştı. Artık devletin en üst makamlarından sorun sahiplenilmişti.

Bu durum, Cumhuriyet tarihi boyunca belki de ilk defa, Doğu-Güneydoğu halkının, bölgenin yerel dinamiklerinden ziyade, desteklerini Ankara’ya, Ak Parti genel merkezine vermelerini sağladı. Bugüne kadar sadece tabele partisi olan partilerin aksine Ak Parti bölgede önemli bir ivme kazandı. Son referandumda bölgeden gelen destek aslında bu işin özeti gibi..

Sorunun çözümü konusunda ciddi bir insiyatif olan Ak Parti çözüme giden yolu diri tutma konusunda ise sınıfta kaldı maalesef! Tayyip Erdoğan’ın sorunu çözmek için sahiplenmesi, gerekirse zehir içeceğini söylemesini hatırlayalım. Bu, dönem itibari ile önemli riskleri içerisinde barındıran bir politikaydı. Kürt meselesinde insiyatifi başka coğrafyalardan, başka kurumlardan, oluşumlardan ziyade hükümete geçmesi kullanışlı bir araç olan terör alanını kaybetmek istemeyenlerde ciddi bir muhalefet oluşturdu.

Kürt meselesi üzerinden yapılan popülist muhalefet, başka ülkelerin mesele üzerine tahkim edici rolüne katkı sunmak dışında bir işe yaramadı. Ak partinin pragmatist tavrı ise gelgitler taşıyor! Bu durum, hem bölge halkının hem de ülke genelinin geçmiş kaygılarını arttırıyor.

Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde son bir ayda yaşananlar bizlere acı tecrübelerimizi hatırlattı. Oysa Ohal olmasına rağmen, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden gelen haberler bizlere umut vermekteydi. Artık suçlu ile masum ayrımı yapan bir güvenlik öngörüsünün olması, asayiş kontrollerinde insanlara nezaketle yaklaşılması gibi olumlu haberlerle, bölge halkının Pkk ve temsilcilerine karşı gösterdiği ilgisizlik, ohal sonrası süreçte daha köklü reformların umudunu vermişti bizlere.

Ancak terörden beslenenlerin boş durmayacağını Şemdinli özelinde müşahade ediyoruz! Pkk, Temmuz ayının başından günümüze kadar ilçede, içinde sivillerin de olduğu farklı saldırılarda 7 insanımızı katletti, onlarcasını yaraladı.

Tabi bunlar belki de kanıksadığımız ve sıradan haberler olarak gördüğümüz vakalardı! Daha büyük, yakıcı acıları yaşadığımızdan mıdır yoksa yaşananları normalleştirdiğimizden midir? Sorusunu bir kenera yazarak devam edelim!

İlçeden 8 Ağustos tarihinde gelen haber ise irkilmemize sebep oldu! Haksöz Haber sitemizde okuduğumuz satırlar, eski reflekslerin depreştiğini, hastalığın nüksettiğini, önüne geçilmez ve tedbir alınmazsa sonuçlarının hayra dönük olmayacağının habercisi gibiydi. 

“Şemdinli’ye bağlı Altınsu Köyü yakınlarında çıkan çatışmada bir özel harekât polisi hayatını kaybederken, bir özel harekat polisi yaralandı. Çatışma yaklaşık bir saat sürdü. Olayla ilgili bilgi veren yerel kaynaklar, çatışmanın akabinde özel harekât polisinin köyün içinde arama ve gelişi güzel meydan dayağına başladığını ifade etti. Köylüler köyde işkenceden geçirildi. İşkence ilçe emniyet müdürlüğünde de devam etti. 60’a yakın köylü darb edildikten sonra bazıları günün sabahı, bazıları da ertesi gün ikindiden sonra serbest bırakıldı.”

Sonraki süreçte Şemdinli Devlet Hastanesi’ne darp raporu almak için gidenlerin, Dr. E.Ç’nin hakaretlerine maruz kaldıkları ve konunun soruşturulmaya başlandığı aktarılıyordu.

Neredeyse ezberlenmiş nakaratlarla, “İşkence iddialarının tamamen asılsız olduğnuu, bu haberi yapanların amacının terör örgütüyle mücadele eden ‘güvenlik güçlerini karalamak’ olduğunu”  ifade eden yetkililer de başka bir refleksi göstermiş, olayı örtbas etmek istemişti!

Oysa ki, ‘meşru güç kullanma tekelini’ eline almış unsurların, hak-hukuk tanımadan, zalimce uygulamalarının sorunu çözme, bitirme amacına hizmet etmediğini tecrübe ettik biz! Tekrar Pkk’ya ‘kan pompalamaya’ yarayacak işlere imza atmak, ‘terörle mücadele’ söyleminin  arkasına saklanarak açıklanamaz!

Reddiyeci yaklaşımlara rağmen, olaya adı karışanlara hesap sormaya yönelik atılan adımlar ise umut verici. Soruşturma başlatılıp, karışan polislerin açığa alınması ve hakaretçi doktorun da soruşturmaya dahil edilmesi, olayın hem kabulünü hem de üzerine gidildiğini gösteriyor.

Halbuki kim dağda oğullarını, torunlarını kaybetmek ister? Acıların büyümesinin kime ne faydası var? Popülist yaklaşımlarla ‘bütün maliyetleri göze aldık’ demek ne demek? Bu maliyetin sözcüleri bedelin neresindeki, bu kadar pervasızca konuşabiliyorlar? Acılarımız üzerinden yapacağımız işler, acılarımızı büyütür ancak!

Coğrafyamıza baktığımızda bizi birbirimize bağlayan o kadar çok değer var ki. Bu değerler sözkonusuyken kin ve nefretin aramıza girmesi gerçekten acı verici! Burada herkes herkesle akraba. Ahlakımız, kültürümüz, âdetlerimiz ortak. Diyaloğ ve ilişkilerimizi kırılgan bir noktaya getirmemek için çaba sarfetmeli, kazanımlarımızı korumalıyız!

Bununla birlikte, Kürt meselesi bizim iç meselemiz. Dış mihraklar ancak meseleyi Türkiye’yi yıpratmak için kullandılar yıllarca. Çözüm, lambadan çıkmış bir cin gibi, lambaya tekrar girmeye niyeti de yok! Biz hala asimilasyonda, Kürtleri bir şekilde Türk yapma konusunda ısrarcı olursak vakayı anlayamayacağız!

Düştüğümüz bir başka hata da sonuçları sebep gibi görmemiz! Örneğin, Şeyh Sait İsyanı’na nasıl bakacağız? ‘İngilizler kışkırttı’ diye mi? Yoksa ‘kemalizme, milliyetçiliğe, laikliğe, yeni devletin ideolojisine, hilafetin kaldırılmasına karşı bir ayaklanmadır’ diye mi? Bu durumu İngilizlerin kullanmaya çalışması, Şeyh Sait İsyanını İngilizlerin çıkardığı anlamına gelmez!

Sorun, Batı tarafından çıkarılan ve çözülecek bir sorunmuş gibi görülmemeli. ‘Biz nerede hata yaptık?’, ‘dün neler yaşandı?’, ‘Diyarbakır Askeri Cezaevinde neler oldu?’ soruları hiç sorulmuyor!  Bugün yükseltilen Türk milliyetçiliğini meşru görmeye başlarsak, yarın Kürt milliyetçilerine neden diye sorma hakkımız yok! Maalesef  milliyetçilik çok fazla prim yapan bir ideoloji. Ak Parti bile bu kadar riskleri göze almışken bu cenderenin içine düşebilmekte!

Son zamanlarda Ak partide giderek merkeze yaklaşan politikalara şahit oluyoruz. Merkeze yaklaştıkça merkezin hastalıklarına kapılmamak mümkün değil! Otoriter, milliyetçi, sert yaklaşımlar bunun sonucu gibi. 

Ak Partinin devletçi bir söylemle, demokratik bir söylem arasında gelgitler yaşamasının gerekçeleri var tabi! Ak parti halen tam anlamıyla meşru görülmüyor! Ağzıyla kuş tutsa, birilerine yaranamayacak ve bu noktada yaranmacı, sığınmacı politika izliyor maalesef!

Ak partiyi homojen bir yapı olarakta görmekte başka bir yanlış! Parti içinde de çok sıkı devletçiler vardı, halen var! Düşünün bir dönem Tayyip Erdoğan’ın Danışmanı ve Özel Kalem Müdürü, Ergenekon’un sıkı elemanlarından biri çıkıyor! Cumhurbaşkanı’nın Yaveri Fetö’nün elemanı! Bu adamlar oralara yerleştirilmiş! Parti içinde bir tane Turan Çömez yok, kimbilir kimler var? Bunlar illa örgütlü hareket etmeyebilir de! Örneğin, Cemil Çiçek gibi devletçi bir adam, bu ülkede İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı yapıldı. Tabi, bugünkü bakandan umutlu olmamız önünde engel değil, bu durum..

İdeal olarak hiçbir insan her an öldürüleceği korkusu ile yaşamak istemez. Daha güvenli yaşamak, geleceğe dönük planlar yapmak, hayaller kurmak ister. 40 yıldır dağlarda yaşayan bu insanlar sosyal hayatın içinden gelmiyorlar. Buna çare bulmak lazım. Sadece af çıkarıp dağdan indirmek yetmez. O insan birşeyden kaçıp gitmemiş ki, birşeyleri değiştirmek için gitmiş! Dolayısıyla başka bir gelecek vaat etmek lazım!

Türkiye’de Kürtlerin bağlılığı atılacak insani ve islami adımlara bağlı. Kürtlerin talepleri çok açık; hak, adalet, kimliksel entegrasyon. Onlara, ‘çok kültürlülüğü kabul ediyoruz’ demek yeterli. Zaten ülkenin ekonomik ikliminde kendilerine önemli bir yer edinen bu insanlara, ‘Kürt olarak yaşayabilirsiniz’ dendiğinde; ‘ben Türkiyeliyim’ cevabı çok yakın aslında.