Seçimler, Kürt Sorunu ve Hipergerçeklik

SERDAR BÜLENT YILMAZ

Seçim sürecinde propagandalar adeta Kürt sorunu ekseninde gerçekleştirildi. Partiler değiştiklerini ya da değişmediklerini bu konu etrafında göstermeye çalıştılar. Birçok konu ilgisiz gibi görünse bile aslında Kürt sorunu dolayımında dillendirildi; neredeyse hiçbir parti, propagandasını Kürt sorununa selam çakmadan gerçekleştirmedi.

Bu durum, doğal olarak Kürt sorununu önemli kılmalı ve çözüm odaklı yaklaşımları öne çıkarmalıydı. Oysa vakıa, oldukça farklı bir düzlemde işliyor.

Kürt sorununun seçim sürecinde, söylemsel merkezi bu denli işgal ediyor olması, sorunun öneminin altını çizmekten öte, bilakis sorunu önemsizleştirmekte, ikincil bir soruna, siyaset evreninde bir nesneye veya bir araca dönüştürmektedir.    

Üzerinde herkesin bir şeyler söylediği ve fakat kimsenin aslında -öz olarak- bir şey anlatmadığı, hakkında en fazla “–mış gibi” yapılan bir mesele haline gelmiş durumda, Kürt sorunu.

Temel ve yakıcı bir gerçeklik olarak asırlık Kürt sorunu, devletin ve medyanın yoğun çabalarıyla gerçeklikle bağı koparılıp, toplum anlayışında -Baudrillard’ın deyişiyle- bir hipergerçekliğe dönüştürülmüştür.

Mesela hükümet olarak AK Parti’nin ve Kürt sorunuyla özdeşleşmiş bir parti olarak BDP’nin söylemlerinin bu gerçekliği ortaya koyacak bir nitelik arz etmesi gerekirken her iki parti de bir hipergerçeklik yaratıyor.

AK Parti, Kürt sorunuyla ilgili var ile yok arasında gidip gelerek, yer yer onu bir ekonomik meseleye, yer yer bir sosyal soruna, yer yer de kişisel özgürlük problemi derekesine indirgeyip bir simülasyon yaratırken; BDP de benzer bir şekilde sorunu Öcalan’ın özgürlüğüne, ideolojik bir formasyon olarak “demokratik özerklik”e veya daha geniş biçimde PKK meselesine indirgeyerek aynı simülasyonu farklı şekillerde üretiyor.

Böylece sorun, gerçek çerçevesinden taşarak/çekilerek, kendi doğasından sıyrılarak ve dolayısıyla özgerçekliğinden koparılarak bir imge haline getiriliyor.

Kürt sorunu, seçim sürecinde ne kadar çok konuşulursa o kadar çok görünmez kılınıyor; gerçeklikle kurduğu bağ, gerginlik zemininin de katkısıyla fazlasıyla gevşetiliyor.

Seçim süreçleri zaten genelde “söylemsel olanın gerçekliği bastırdığı” dönemlerdir. Demokrasi denen mekanizma da böyle işliyor.

Mesela şu anda seçim sürecinde yaşandığına inandırıldığımız yüksek dozlu kavgaya ne demeli? Biliyoruz ki seçim bittiğinde o da bitecek. O halde böyle bir kavga ya da gerilim gerçekte ne kadar gerçek?

Çıplak gerçekliğin yerini almış, üretilmiş, giydirilmiş bir gerçeklik olgusu ile karşı karşıyayız. Devlet de yıllarca Kürt sorununu halktan gizlemek için halkın gerçeklikle bağını koparacak simülakrlar üretti. İlk günden itibaren; güvenlik, cehalet, dış mihrak, ekonomik ya da terör sorunu olarak sundu Kürt sorununu. İngilizlerin ya da Yunanlıların (ya da bilmem hangi dış mihrakın, Türk düşmanının) uşağı olan sünnetsiz Ermenilerin çıkardığı bir sorundu ve cahil Kürt halkından bazı saflar da düşmanın bu oyunlarına gelerek hainleşebiliyordu. Öldürülenler Kürt değil Ermeniydi; hatta zaten Kürt diye bir şey de yoktu, onu da düşmanlar uydurmuştu. Ve her nasılsa bu olmayan kavmin olmayan dili yasaktı ve de konuşulursa bu ülke bölünebilirdi. Ve yine her nasılsa birinci mecliste adına mebusların bulunduğu Kürdistan, düşmanın uydurduğu bir yalandı ve birinci meclisteki bu Kürdistan’ın aklını kurcaladığı kişiler, illa ki düşmanın oyununa gelmiş hainlerdi.

Öyle ki bu topraklarda yaşayan halklar, bu ülkenin en temel, en ölümcül, en kanlı, en derin sorununu fark edemedi. Dahası bunun devlet tarafından sebep olunmuş bir sorun olduğunu ise ilk defa ancak 2010 sonrası fark etmeye başladı/başlıyor.

Netice-i kelam; Altan Tan’ın adaylığı ve “sivil(!) Cuma” olgusu ile BDP’nin dindarlaştığını sanan kitleye karşılık; AK Parti ile her sorunun hallolduğunu düşünüp mevcut AK Parti sisteminin de cahiliyenin bir başka yüzü olduğunu unutan kitle arasındaki ortak özellik; bu simülasyonun etkisinde kalıp, gerçeklik ile hipergerçekliği birbirine karıştırmaları olsa gerek.

Bu süreçteki tüm bu imgesel hercümerç içinde görünmez kılınan ve fakat orta yerde duran tek gerçeklik ise, kuşkusuz –bir önceki yazıda siyaseten katl olarak ifade ettiğimiz şekilde- bu sürece feda edilen savaş kurbanlarının ocaklarına düşen ateş, umutları sömürülmüş insanlar ve de Kürt sorununun ta kendisidir.