Sayın Hamaney ve Sayın Ahmedinejada Mektubumdur

Ahmet Ay

(Sayın Hamaney ve Sayın Ahmedinejad, Sizlere yazdığım bu mektubun sizin için ne anlama ifade edeceğini bilmemekle beraber, 33 yıl gerilere giderek zamanınızı alacağım siz okumasanız da.)

Soğuktu,

Her yer buz gibiydi demiyorum, gibisi fazla çünkü,

Düpedüz buzdu her yer; 1 metreyi aşkın kar vardı ve zemheri ayıydı.

Hani Bingöl Zazadır ya, işte biz Zazaların böyle soğuk havaları ifade ettikleri bir deyimle söyleyecek olursak;

'Erdu ezman zelikyevi piyara/yerle gök birbirine yapışmış'tı.

Bingöl -25 derecede,

Televizyonla yeni yeni tanışan Bingöl halkı bu anı ve görüntüyü kaçırmamak için televizyonların bulunduğu kahvehanelere, lokantalara, otellere hücum etmişlerdi, biz de.

Siyah beyaz televizyonlardan az sonra sunulacak olan haberleri yüzlerce Bingöllü kaldığımız otelin camlarından seyretmek için bekliyordu.

Soğuktan buzlanan otelin camlarını kâh atkılarıyla, kâh nefeslerinin buharlarıyla eritiyorlardı.

Haberler başlamamıştı, ama tekbirler çoktan başlamıştı Bingöl’de sıkıyönetime rağmen.

Şimdi sona gelinmişti zaferi islamın.

Aylardan beri beklenen o an gelmişti, sabırsızlık had safhadaydı. 2-3 saattır bu ani beklemek için bekleyenler vardı dışarıda.

-25 derece soğuğa rağmen hiç kimsenin bir şikâyet yoktu buz tutan nefeslerinden. Ne de çok nefes alıyorduk birlikte ve tempoyla. Camların buz tutmasını zaten bu nefesler engelliyordu en çok.

Bir uçak bekleniyordu, bizden binlerce kilometre ötelere inecek bir uçak. İçinde hiç tanımadığımız, görmediğimiz birileri vardı. Tâ Bingöl’den bu uçağın inişini bekliyordu bu mahşeri kalabalık, bu soğukta ve bu saatlerde ve saatlerdir…

Aslında uçak belki inmişti inmesine ama bizim için henüz inmemişti!

Ne bilelim canlı yayını, paket yayını?

Bekliyoruz, nefeslerimizi artık daha az ses çıkararak alıp veriyoruz.

Kalbimizin ritmi bozulmuştu heyecandan.

İşte, uçak göründü, yabancı ama çok tanıdık, uzak ama çok yakın bir ülkenin semalarında,

Uçağı havada gördüğümüzde ne çok korkmuştuk öyle?

Ya havadayken düşürürlerse!..

Neyse, bereket versin kazasız iniyordu süzüle süzüle alana. Başımız uçağa eşlik ediyordu, kavis çiziyorduk yukarıdan aşağıya uçakla beraber inişe geçtiğinde.

Alana inişini tekbirlerle karşılamıştık, ağlayarak.

Tekbirlere gözyaşlarımız eşlik ediyordu,

Damlaların sakalların üstüne süzülüp donduğuna şahit oldum kaç kere.

Sevinçten ağlayan gözlerinden akan yaşlar -25 derece soğuğun etkisiyle donmuştu Arif amcanın sakalının üstünde.

Dışarı çıktık Hamitle,

Haberleri halkla izlemek daha keyif verecekti,

Bir bir izliyoruz dışarıdakileri.

Sevgili Hamit’e Arif amcayı göstermiştim;

“Bak sakalında ağlarken düşen gözyaşı donmuş” dedim.

Güldü Hamit, kahkahası ta Hacı Hıdır Camiinde duyulmuştu.

Ortalık buzdu ya, beterinden buz kesildi millet.

Herkes dönüp bakmıştı ama Hamit aldırmamış, atkımın tüylerine yapışan gözyaşımın boncuk gibi donduğunu gösterdi eliyle. Meğersem ondan daha çok tane vardı öyle, oradaki herkes gibi gözlerimden atkımın üstüne düşüp donan gözyaşlarım, dolu gibi…

Az sonra uçağın kapısı açılmıştı, yüreğimiz ağzımızda,

Hamit endişesini, korkusunu dışarı püskürttü gayri ihtiyari,

Kekemeydi Hamit aslında.

Ama nasıl bir çırpıda söyleyiverdi takılmadan o cümleyi;

‘Ya tam uçaktan inerken biri onu vurursa’ diye bağırdı ağlamaklı.

Allah'ım, uçakların kapakları ne zor açılıyormuş!

Bir türlü kapı açılmadı henüz, bu beklemeye kalp dayanmaz ki. Kalplerimizin vuruşlarını kalın kalın paltoların göğüs kafesinden nasıl yükselip indiğini fark ediyoruz. Herkes daha net, daha iyi görsün diye ayak parmaklarının ucuna basıyor, boynunu daha yukarılara kaldırmak için sürekli pozisyon değiştiriyor.

Derken kapısı açıldı uçağın,

Görevliler selama durmuşlardı alanda, sonra komutanlar.

Ve tekbirler Bingöl’den Tahran’a ulaşmıştı.

Uçaktan heybetli, pir-i fani, ağırlığı bakışlarında parıldayan ve bizim bildiğimiz imamlara hiç benzemeyen, ama adına İmam Humeyni dedikleri ak sakallı, cübbeli, sarıklı bir 'İmam' iniyordu tekbirler ve salavatlar eşliğinde. Bizler de eşlik ediyoruz tekbir ve salavata.

Allahu Ekber,

Allahumme selli ela Muhammed we ali Muhammed.

Babalarımızın anlattıkları Resul-i Ekrem'in (sav) Mekke’yi fethederken şehre varışını-girişini andırıyordu gözümüzde.

O, mazlum (mustaz’af) halkının imdadına yetişmiş 'bir rehber' olarak merdivenlerden iniyordu.

Bizler de birbirimize sarılmış ağlaşıyorduk sevinçten, gözyaşlarımızın buz damlacıklarına dönüşmesine aldırmadan. Anlamını bilmesek de duyduğumuzu tekrarlıyorduk;

"Hüdaya, Hüdaya, ta inkılâbı Mehdi, Hümeyni ra ni-gâbbar" diyerek. Sonradan öğrendik ki;

“Ya Rabbi, Mehdi gelinceye dek Humeyni’yi aramızda alma” demekmiş, iyi de duaymış. Sünni ve Şafii olan Bingöl, Şii ve Caferi olan İranlıların ‘Büyük Şeytan’ın temsilcisiyle cihadını, zaferini kutluyordu dualarla. Şimdi finali yaşıyordu tekbirlerle, gözyaşlarıyla.

Coşmuştuk,

Günlerce zihnimizde o görüntülerin tekrarı vardı ve her haberde yeniden izlemek istiyorduk doymak nedir bilmeden.

Büyük bir hayranlık uyandırmıştı akranlarımızda, 1 yıl sonra öğretmen olacaktık, kocaman adamlardık. Yani öyle böyle bir sevgi-saygı ve hayranlık değildi bizimkisi.

Günler, haftalar ve aylar bu hayranlığın artmasıyla devam ediyordu. Saddam’ın BAAS’ını İran İslam cumhuriyetinin üstüne saldıklarında, gidip İranlı kardeşlerimizin yanında Iraklı kardeşlerimizi öldürmeyi isteyecek kadar “İrancı” ol-

muş-

tuk-

ki,

Saddam’ın ikizi Hafız Esed’in Hama ve Humus’ta İhvan-ı Müslimin cemaatindeki kardeşlerimize karşı imha hareketi düzenlediğini öğrendik.

Uzatmayacağım,

Bir gecede on binlerce Müslüman’ı bombalarla, tanklarla katletmişti Hafız Esed. Acımız derindi, dayanılmaz gibiydi.

Gözlerimiz İran’da;

Bize teselli verecek bir seda bekliyoruz Kum Kenti'nden,

‘İmam Humeyni bu zalimi nasıl lanetleyecek de biraz rahatlayacağız’ diye bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz…

Sonra Hafız’ın desteklendiğini duyuyoruz, yıkılıyoruz. Gerçekten de zalimlerin Müslümanları katletmesine destek mı vermişti İran ve İmam Humeyni? Buna nasıl inanılırdı?

Hadi biz kulaklarımıza, gözlerimize inandık diyelim,

Peki, ya duygularımız?

Biz duygularımızı ne yapacaktık?

Geçiyorum duygularımızı, doğruydu kabullendik zordan da zor olsa da.

Tarafı Hafız’ın BAAS'ının tarafıydı 'İslami İran'ın

Gerekçe mi?

Mü’minin kanına gerekçe mi yok!?

Mazeret mi?

İstemediğiniz kadar!

Said Havva Rahmetli söylemişti söyleyeceğini de biz bir turlu inanmak istemiyorduk.

Ama artık ne İran eski İran’dı ve ne de İmam eski imam’dı gönlümüzde. Gerçi hala Rahmetli İmam Humeyni’ye büyük bir saygı duyuyorum ama o kadar işte.

Rabbim mekânını cennet eylesin babam iyi bir müderristi,

Bana “Ahmet, 1982’de mazlum Hamalı Müslümanlar katledildi ama sen dirildin, zira şii olmana birkaç adım kalmıştı” derdi sonraki yıllarda hep.

Elhak doğruydu; neredeyse Caferilik-İsnaaşeriye bizim için ‘kurtuluş’ sembolü olmuştu. Ama Hama katliamı ‘devletlerin dinini-imanını’ sorgulamayı beraberinde getirmişti. Sorguladık, Şii olmaktan vazgeçmiştik, iyi ki 30 yıl önce bu sorgulamayı yapmışız, yoksa günahımızın ağırlığından belki de sorgulamamızı asla bitiremezdik.

Gerçi sonra da, şimdi de İsrail ve Batı ile kavgalarında hep İran'ın yanında olduk, İran hiç yanımızda olmasa da...

Sayın Hamaney ve Sayın Ahmedinejad,

1982 Mart’ında Hafız’ın Suriyeli Müslümanları topluca katletmesine göz yuman ‘İslami İran’, o tarihten sonraki 30 yıl boyunca da BAAS rejiminin Suriye’de insanları katletmesine göz yumdu. Başka bir Arap ülkesinin vatandaşına zulmetmesine sizler haklı olarak karşı çıkarken, 40 yıldır halkını katleden Hafız ailesine 30 yıldır destek veriyorsunuz 'İslami İran' olarak. Bu katillere desteğinizi İslami hangi gerekçeye sığdırdığınızı merak etmiyorum, 'devletinizin menfaatleri'ne gerekçeniz mi yok?

Şimdilerde ise Hafızın oğlu mazlum halkının direnişi karşısında zorda kalınca sizler 'İslami İran' olarak Hafız’ın oğluyla beraber mazlum Suriye halkını katlediyorsunuz.

Sayın Hamaney ve Sayın Ahmedinejad,

Sizler 1982 Hama katliamında Hafız’ı desteklerken de, bugün Hafız’ın oğluna destek verip beraberce Suriye halkını katlederken de aynı gerekçelere sığındınız;

İnsanların kanının akmasının mazeretlerine!.. Sizi asırların Şehin Şahlığına karşı ayaklandıran şeyi (zalim-Firavuni yöneticilere baş kaldırmayı) neden Suriye halkına çok görüyorsunuz?

Halkınızın geleceği için! öyle mi?

Peki,

Suriye halkının gelecek hakkı yok mu, olmasın mı?

Neden Suriye halkının geleceğini ve milyonlarca insanın hayatını hiçe sayıyorsunuz?

Sayın Hamaney ve Sayın Ahmedinejad,

Sizleri zalim, katil Esad ve BAAS'ına verdiğiniz destekten vazgeçmeye davet ediyorum. Bu günahı, bu zulmü, bu cinayetlere ortak olmayı, benim de dedelerim olan Ehl-i Beyt'e bağlı olduklarına inananlara asla yakıştırmıyorum. Dedemiz İmam Huseyn pak ehl-i Beytiyle, Kerbela'da zalimlere destek verenler tarafından şehid (zibhi azim) edildi unuttunuz mu? Bugün dedem İmam Huseyn yaşasaydı zalimlere verdiğiniz destekten dolayı sizden nasıl kaçardı bilmiyor olamazsınız.

Sayın Hamaney ve Sayın Ahmedinejad,

O GÜN SEVİNÇ GÖZYAŞLARIMIZIN BUZ TUTMASINA SEVİNİRKEN BUGÜN ESED AİLESİNE VERDİĞİNİZ DESTEKTEN DOLAYI YÜREĞİMİZ BUZ TUTUYOR VE

Sizlere son sözüm;

Bu zulme destek vererek neler kaybettiğinizi bilmiyor olamazsınız. Bir şeyi daha çok iyi biliyorsunuz ki, buna rağmen desteğiniz devam edecekse;

Wellahu la yuhibbuzzalimin. Vesselam…

Twitter: @ahmetay_

Kaynak: HABERX