Sayı ve nitelikçe vahim silahlar

Bülent Korucu

Olağanüstü günler yaşıyoruz. Türkiye gerçeklerini en yakından izleyenler bile 'Vay be!' demekten kendini alamıyor. Hepsi birbirinden önemli ve bağımsız gibi görünen birçok olay, aslında bir yerde düğümleniyor.

Ertelenmiş ve unutturulmuş demokratikleşme mücadelemiz için belki de son şansımızı kullanıyoruz. Demokrasi yanlıları, olmak ya da olmamak mücadelesi veriyor. Aynı şey vesayet düzeninin sahipleri ve piyonları için de geçerli. Ellerinden uçup gitmekte olan ve milli iradeden gasp ettikleri iktidarı geri vermemek adına cansiperane mücadele ediyorlar. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nda yaşananları pas geçerek son günlerin önemli diğer başlıklarına göz atmak istiyorum.

Ergenekon Silahlı Terör Örgütü soruşturmasında üçüncü iddianame mahkemeye verildi. Ergenekon'a 'silahlı' tanımlaması yapmayı haklı çıkaran veriler bu iddianamede. Ergenekon cephaneliğini başsavcılık şöyle sıralıyor: 424 el bombası, 1 saatli bomba, 1 boru tipi bomba, 1 cam şişe bomba, 6 gaz bombası, 28 sis bombası, 2 mayın, 5 bubi tuzağı, 12 roketatar, yaklaşık 3 kilo patlayıcı madde, 43 LAW, 53 dinamit lokumu, 7 LAW mermisi, 34 uçaksavar mermisi, 11 havan mermisi, 84 top mermisi, 175 tabanca, 22 uzun namlulu silah, 46 bin 242 uzun namlulu silah mermisi, 44 tüfek...

Savcıların silahlarla ilgili tespiti normal bir vatandaş için ürpertici. Normal olmayanlar ise hâlâ bu soruşturmayı sulandırma ve buharlaştırma girişimlerine devam ediyor. Savcıların ifadesiyle 'sayı ve nitelik itibarıyla vahim' olan silahlar, iddia edilen Ergenekon yapılanmasının, bir fikir kulübü, emekliler lokali veya meşru muhalefet yapılanması olmadığını gösteriyor. Ülkemizde tahta silahlı müsamereden dolayı Kaplancılar müebbet hapis almışken, bu kadar bombayı küçümseyenleri kamu vicdanının şaşmaz terazisine havale ediyorum. Suikast planları ve eylem hazırlıkları ile silahlar arasındaki uyum da dikkat çekici.

Önemli diğer gelişme, ikinci iddianamenin duruşmalarının başlaması. Gözden kaçmaması gereken ayrıntı, Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt'ün, Ergenekon sanığı eşiyle birlikte mahkeme salonunda hazır bulunması. Ferda Hanım, Ergenekon sanıklarına Yüksek Mahkeme'den bilgi sızdırmakla suçlanıyor. Aynı suçlamaya Osman Bey de muhatap aslında. Fakat Anayasa Mahkemesi, delillerin usule uygun ele geçirilmediği gerekçesiyle yargılamaya yer olmadığına karar verdi. Muhalif üye Serruh Kaleli, kanunlardaki boşluklardan güç alan kararı 'hakkaniyetsiz' bulduğunu kayıtlara geçirdi. Kaleli, Osman Bey'i 'şüpheli' olarak niteledi. Ferda Hanım, AK Parti kapatma davasıyla ilgili bilgileri, bazen telefonu bizzat kocasına vererek nakletmekle suçlanıyor. Peki bu suçu tek başına işleyebilir mi? Anayasa Mahkemesi'nde bir köstebeği olmadan bu bilgileri ele geçirebilir mi? Bu köstebek acaba kim olabilir! Mahkeme, takipsizlik kararında bilgileri sızdıranın Osman Bey olduğunu tescilledi. Ferda Hanım sanık sandalyesinde otururken, Osman Bey'in izleyici sıralarından duruşmayı takip etmesi haksızlık. Hukukun en temel normlarından olan eşitlik ilkesinin açık ihlali. Osman Bey 'duyarlı' bir eş olarak Ferda Hanım'ı hiç yalnız bırakmıyor. Savcılıkta saatler süren sorguya da beraber gitmiş ve başsavcının odasında beklemişti. Silivri'de yatanların GATA sakinlerini çekememesi gibi, diğer sanıklar Ferda Hanım'ı kıskanacaktır. Haksız sayılmazlar; sorguya ve mahkemeye AYM Başkan Vekili'yle gitmeyi kim istemez?

Osman Paksüt, konumunun hassasiyetinin kocalık jestlerinden önemli olduğunun farkında olmalı. Bu yakın takipten farklı anlamlar çıkabilir. Ferda Hanım mahkum olursa, mahkemedeki üye arkadaşlarının ne dediğine bakılmadan kamu vicdanında payına düşeni Osman Bey de alır.

ZAMAN