Şantaj ve Şiddet Siyasetinin Güvenceleri

KENAN ALPAY

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu dokuz HDP milletvekilinin tutuklanması Türkiye’deki siyasal iklimin iyiden iyiye sertleşmesinde önemli bir göstergedir. Bu sertleşme Türkiye iç siyasetiyle alakalı olduğu kadar bölgesel siyasetiyle de doğrudan doğruya bağlantılıdır. Ancak siyasetin bu türden gerilimlerle sarmalanmasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık hırslarına bağlama yüzeyselliği ve sahtekârlığı büyük bir hız ve maharetle uluslararası dolaşıma sokulabiliyor.

HDP’nin Meclis’te, PKK’nın barbarca eylem ve hedeflerini meşrulaştırma ve kolaylaştırmak üzere konumlandırdığı söylem ve etkinliklerinin hiçbir sorun yaşamadan sürüp gidebileceğini düşünmek büyük bir yanlıştı. PKK’nın Türkiye’de tırmandırdığı saldırılarına hem Suriye’den hem de Irak’tan daha çok abanmasını teşvik edip destekleyen Amerika ve Avrupa’yla çatışılamayacağına yatırım yapmak da cabası. Türkiye önceki dönemlerde Kemalist devlet sınıflarının ürettiği ‘dört tarafı düşman’ söyleminden farklı olarak ciddi tehditlerle karşı karşıyadır. Üstelik ölümcül tehditler bizzat ‘dost ve müttefik’ devletlerden neşet etmektedir bu dönemde.

Sessizce ve Kimsesizce

HDP kadrolarının Kandil’in çizdiği yol haritasına uyum sağlamaktan başka bir seçenekleri var mıydı?” Bu soruya ‘evet, kendi başlarına hareket ediyorlar’ cevabını vermek ihtimal dâhilinde gözükmüyor. Fakat tuhaf olan şu ki Kandil’de üslenen PKK savaş konseyi ile HDP lider kadrosu arasında alttan alta bir rekabet havası varmış gibi bir takım söylentiler dolaştırılıyor. HDP’ye yapılan gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla “siyasetin önü kesiliyor ve dağın önü açılıyor” gerekçesiyle Kandil seviniyormuş gibi bir intiba oluşturuluyor. Netice itibariyle Hükümet ve yargı en hafifinden Kandil’in oyununa gelmiş sayılıyor ve faturayı ödeyecekler listesinin en başına yazılıyor.

Gözaltı ve tutuklamaların gerekçeleri görmezden gelinebilecek türden değil. Elbette bu gelişmelerin siyasal ve toplumsal bir travma oluşturacağı da ortada. Ancak buna rağmen Hükümet bu riskin göze alınabileceği, daha büyük bir gerilim ve çatışmayı engelleyici tedbirler alabileceğini ortaya koymuş oldu. Gözaltı ve tutuklama kararlarıyla ortaya çıkan görüntülerden toplumun önemli bir kesiminin hoşlandığı hatta bu sahneleri beklediği sır değil. Buna rağmen bu manzarayı ortaya çıkaran şartları HDP’lilerin kanırtırcasına zorladığı, Hükümet ve yargının bu duruma mecbur kaldığını aşikârdır.

Avrupa ve Amerika’dan yükselen tepkilerin hızı ve şiddeti HDP’ye oy veren toplum kesimlerininkinden kat kat fazla olmuştur. Bu durumu devletin baskısı, polis korkusu vs. ile izah etmek kabil değildir. Aksine HDP gerek Meclis’te gerek belediyelerde gerekse Suriye ve Irak’a ilişkin izlemiş olduğu politikalarda kendi tabanını dahi tedirgin etmiş ve korkutmuştur. Sürekli çatışma ve kaosu besleyen, toplumsal ayrışma ve savaşı teşvik eden pozisyonuyla güvensizlik aşıladı bütün muhataplarına. Halkın önce belediyelere atanan kayyımlar konusunda sonra da tutuklamalar konusunda tepkisiz kalmasını Hükümetten neşet edebilecek şiddete değil öncelikle HDP’ye duyulan güvensizliğe bağlamak daha makul görünmektedir.

Türkiye’nin Amerika ve Avrupa’yla yaşadığı, son dönemde giderek tırmanan ayrışma ve çatışmanın PKK-HDP kadroları tarafından fırsata çevrilmeye çalışıldığını oy aldığı kitleler de görüyor. HDP milletvekillerine yönelik gözaltıların olduğu saatlerde Diyarbakır’da PKK tarafından gerçekleştirilen bombalı saldırı bu fırsatçılığı bir kez daha teyid etmiştir. Uluslararası haber ajanslarının da devreye girmesiyle 11 kişinin ölümüne yüze yakın kişinin yaralanmasına sebep olan bu barbarca saldırıyı IŞİD’e üstlendirme girişimi de birkaç saat içinde fiyaskoyla sonuçlandı.

Utanma Yok, Küstahlık Gani

Henüz iki hafta önce (24 Ekim) Diyarbakır’da toplanan HDP’nin yanı sıra PKK’ya iltisaklı diğer oluşumların (DTK, KJA ve DBP) kaleme aldıkları sonuç bildirgesinin bir pasajını bu vesileyle hatırlatmakta fayda olur. DBP, HDP, DTK ve KJA başta olmak üzere belediye eşbaşkanları, tüm Kürdistanî kurum temsilcileri ve yöneticileri olarak bizler, halka öncülük görevi ile karşı karşıya olduğumuz gerçekliğinden hareketle, özyönetim direnişleri sürecinde direnenlere karşı sorumluluklarımızı yeterince yerine getirmediğimizden dolayı, bu destansı mücadelede yaşamını yitirenlerin şahsında Kürdistan halkından özür dileyerek, bırakılan büyük direniş mirası ve eşi benzeri bulunmayan iradeye sahip çıkma sözü vererek başladık. O süreçte eksiklikler o direniş alanların içinde değil dışında yaşanmıştır. Toplantı bileşeni olarak bizler yaşanan bu eksikliklerden kendimizi sorumlu tutuyor ve soykırım planının boşa çıkarması için o onurlu direnişi yürütenlerin mirasına sahip çıkma ahdimizi tekrarlıyoruz.

Bu sonuç bildirisinin ne özetlenmeye ne de şerh edilmeye ihtiyacı var esasen. Ancak özyönetim direnişinin desteklenmesinde ortaya çıkan eksiklik ve kusurların giderileceğine dair verilen sözler, tekrarlanan ahitler yıkılacak yeni şehirlerin, toprağa verilecek gencecik bedenlerin kesin habercisidir adeta. Ancak şu hususu iyice bellemekte fayda var: Milletvekili, belediye başkanı, meclis üyesi, parti yöneticisi vs’nin her durumda gerilla mücadelesine, şehir savaşına teksif olduğu bir örgütlenme modelini boş gözlerle seyredecek demokratik, barışçı, ekolojik bir iktidara değil Türkiye’de Gulliver’in gezip dolaştığı ülkelerde bile rastlanmaz!