Said Nursi'nin şahitliğinden bize kalan nedir?

Said Nursi, Türkiye’de İslami çabalar içinde ilk nüveleri oluşturan öncülerdendir.

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

İslam için hesapsız, merdâne yaşamak!

Ve elbette, hiç şüphe yok ki: Bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve davasına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hafızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bakiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren ve bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan, kat’i delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetiyle hayat-ı bakiyeyi kat’iyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi; elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddi veya manevi bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’an’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi rû-yi zeminin (yeryüzü) geniş kıt’aları ve büyük hükümetleri Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında, kat’iyen Kur’an’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz. (On Üçüncü Sözün İkinci Makamı)

Sözler isimli eserinde birçok kere tekrarlanan bu Kur’an’ın tartışılmazlığı bahsi Said Nursi’nin hareket noktasına işaret ediyor. Risaleler bu hususta Kur’an’ın özlü tefsiri olarak okuyucuya lanse ediliyor. Çok fazla tartışılan konulara odaklanarak hiçbir şey elde edemeyiz. İlk incelemede vurgulanan eleştirel perspektifle, yaftalamaya değil anlamaya çalışan halis bir niyetle meseleye yaklaşmak gerekiyor. Öteki türlüsünün Müslümanlara fayda sağlamayacağı açıktır.  

Otuzuncu Söz’den hareketle düşünüldüğünde Said Nursi nazarında Müslümanların ahlaki problemlerinin çözümü öyle anlaşılıyor ki modernleşme karşısında yaşadıkları mağlubiyetin sebebinin de anlaşılması anlamına geliyordu. Bu sebeple olsa gerek ki, benlik/kimlik meselesi, insanın alemle ve Rabbi ile kurduğu veya kurması gereken ilişkiye odaklanılırken bunun yanında özellikle bir gençlik söylemi inşa etme çabası ilk göze batan hususlar arasında.

Evet, ene ince bir elif, bir tel farazi bir hat iken, mahiyeti bilinmezse, tesettür toprağı altında neşvünema bulur, gittikçe kalınlaşır, vücud-u insanın her tarafına yayılır. Koca bir ejderha gibi, vücud-u insanı bel’ eder (yutar). Bütün o insan, bütün letâifiyle (hassas duygular) adeta ene olur. Sonra, nev’in enaniyeti de bir asabiyet-i nev’iyeye ve milliye (kavim ve tür milliyetçiliği) cihetiyle o enaniyete kuvvet verip, o ene, o enaniyet-i nev’iyeye istinad ederek, şeytan gibi, San-i Zülcelâlin evâmirine (emirlerine) karşı mübareze (karşı koyuş) eder. Sonra, kıyas-ı binnefis (kendini kıyaslama) suretiyle, herkesi, hatta her şeyi kendine kıyas edip, Cenâb-ı Hakkın mülkünü onlara ve esbaba taksim eder, gayret azim bir şirke düşer, “Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” (Lokman 31/13) mealini gösterir. Evet, nasıl mîrî (devlet) malından kırk parayı çalan bir adam, bütün hazır arkadaşlarını birer dirhem almasını kabul ile hazmedebilir. Öyle de, “Kendime mallikîm” diyen adam, “Her şey kendini mâliktir” demeye ve itikad etmeye mecburdur. (Otuzuncu Söz)  

Kelam ve felsefe bahisleri de buradan hareketle ele alınıyor. Felsefenin düşünce üzerinde tahakkümünü ilan etmesi felsefeden gayrı akletme yolu olmadığı zannını ortaya çıkartıyor. Halbuki Kitab-ı Kerim’in sadece kevni ayetlere yönelik uyarıları dahi dikkate alındığında düşünmenin yollarını felsefe ile sınırlamak oldukça problemli bir yaklaşım olarak gözüküyor. Zaten hakim paradigmanın rasyonalist, pozitivist eğilimleri felsefe içinde bile oldukça kısıtlayıcı bir yaklaşımla seçkinci davrandı. Misalen Türkiye’deki felsefe eğitiminde sezgiciliğin bir felsefe akımı olarak kabul görmediği dönemler dahi oldu. Üniversite reformu ile mantıkçı pozitivistler tarafından tabiri caizse Darülfünun’da akademik soykırım gerçekleştirilmiştir.

Var olan tablonun çok kısa bir kesidi olarak sunulan bu duruma karşı Said Nursi’nin İslam düşünce geleneğinin birikiminden hareketle cevap üretmeye çalıştığı gözlemleniyor. Kendi dönemi içinde müstesna olan bu çaba hitap ettiği kitleler de göz önüne alındığında gerçekten çok önemli bir yerde duruyor. Türkiye İslamcılığı içinde benzer başka bir örnekten bahsetmek mümkün müdür onu da bilemiyoruz? Felsefe ise eneye mana-yı ismiyle bakmış. Yani, kendi kendine delâlet eder, der; manası kendindedir, kendi hesabına çalışır, hükmeder. Vücudu asli, zâtî olduğunu telakki eder. Yani, zatında bizzat bir vücudu vardır, der. Bir hakk-ı hayatı var, daire-i tasarrufunda hakiki maliktir, zu’m (asılsız inanç) eder. Onu bir hakikat-i sabite zanneder.

Mesele sadece teorik tartışmalarla kısıtlı olarak da ele alınmaz. Buradan hareketle bir söylem, kültür inşa etme çabası var olduğu gözükmektedir. Felsefenin şakirdi, kendi nefsi için kardeşinden kaçar, onun aleyhinde dava açar. Kur’an’ın şakirdi ise, semavat ve arzdaki umum salih ibâdı (kullar)  kendine kardeş telakki ederek, gayet samimi bir surette onlara dua eder. Ve saadetleriyle mes’ut oluyor. Ve ruhunda şedit bir alâkayı onlara karşı hisseder ki, duasında “Allah’ım, mü’min erkekleri ve mü’min kadınları bağışla.” der. Hem en büyük şey olan Arş ve şemsi musahhar (boyun eğmiş)  birer memur ve kendi gibi bir abd, bir mahlûk telakki eder. (On Yedinci Lem’a)

Çok kısa bir şekilde aktarmaya çalıştığımız, Said Nursi’nin ortaya koyduğu şahitliğin anlaşılmasına belki bir miktar yardımcı olabilir. Yıllardır söylenen kalıp düşünceler ve önyargılarla bugüne kadar ne inşa edilmiştir? İhtiyacımız olan şey, Müslümanların muhabbetlerini artıracak daha geniş bir perspektifle ‘halledildiği’ düşünülen meseleler üzerinde yeniden düşünmek olabilir. Öteki türlü “bina okur, döner döner bir daha okur” durumuna düşmemiz kaçınılmaz gözüküyor. Bu bağlamda Said Nursi’nin de küçük hizbi tartışmalardan kurtarılması gerekliliği kendisini Nur talebesi olarak ifade eden Müslümanların özellikle gayret göstermesi gereken konular arasında zikredilebilir. Herkes kardeşini değil de kendi durduğu yeri eleştiriye tabi tuttuğunda bir mesele kalmayacak sanki…

Bu vesileyle Said Nursi’yi bir kere daha rahmetle analım...

Biyografiler Haberleri

Ümmetin derdiyle dertlenen bir alim: Abdülmecid Zindani
Muhammed Faris: “Uzaydan dünyaya bakınca sınırlar gözükmüyor…”
Kutlu direnişin lideri Şeyh Ahmed Yasin'in şehadetinin 20. yıldönümü
Devrim bülbülü: Abdulbâsıt Sârût
Etiyopyalı Müslüman Aragau’nun idam hikâyesi