Sağ koluna da bu dövme yakışır

Sanki dersin bir hafta evvel esip gürleyen o değilmiş gibi son günlerde iyiden iyiye şaraba, dövmeye vurdu kendini.

Hayırlı işler olsun; lakin ne oldu, pazarda ne değişti de bu kadar 'yumuşadı' demeye kalmadı, işin rengi belli oldu.

Meğer sevgili patronu Aydın Bey, “O olay oldu, geçti, bitti; kapandı, gitti…” demiş Sabah yazarı Yavuz Donat'a. “Bu olay nereden çıktı onu da anlayabilmiş değilim. Ama oldu bir şey, benim açımdan konu kapanmıştır…”

E tabii, patronu açısından konu kapanınca, Ertuğrul Bey'ciğim için de otomatikman kapanmış oldu. Ne de olsa özgür bir yazar o; bizim gibi “biat” yazarı değil.

Halbuki “konu” kapanmadan önce ne cambazlıklar yapmıştı.

“Bu belayı başıma kim sardı?!..” dercesine, “Bu olay nereden çıktı?..” diyen patronunun hafızasına mütevazı bir katkı için de olsa, cambazlıklarını hatırlatmakta fayda var…

Sayın Başbakan adının yolsuzluğa bulaştırılmasına isyan edince, Kemal Tahir üstadımızın “Yediçınar Yaylası”ndaki çingeneleri gibi kendini yerden yere atarak paralamaya başlamış; vaktiyle Cumhurbaşkanı olmaması için demediğini bırakmadığı Sayın Gül'e bir demet fitne fücur 'gülü' uzatmayı ihmal etmemişti.

Erivan'da tarihi geceye hazırlanırken, “Cumhurbaşkanı'ndan rol çalmanın manası ne?” diye soruyordu.

Her yolu deniyor; lakin randıman alamıyordu.

“Şimdi Başbakan'la pazarlık masasına oturuyorum.” diyerek, şehitler üzerinden 'pazarlık' yapacak kadar gözünü karartıyor; “Bizi hedef göstersin ama yeter ki dağlarda teröre karşı mücadele eden çocuklarımızla biraz daha ilgilensin…” şeklinde diğerkâmlık gösterileri yapıyordu.

Cengâverler gibi savaşmış ama “iç piyasa”dan umduğu tepkiyi alamamıştı.

Çaresiz, “dış piyasaya” yelken açmıştı.

“Erdoğan'ın dikta hevesi artık sadece Türkiye'nin değil, Avrupa Birliği'nin de meselesidir…” diyerek Kopenhag'a selam çakmış; “Saddam türü nizamı arzuluyor.” dediği Başbakan'a karşı, daha önce 'yüzde 47 putperesti' demeye getirdiği Olli Rehn gibilerden medet ummuştu.

Çok geçmeden güvendiği dağlara kar yağmış, o da tekrar iç piyasaya dönmüştü.

“Sabah-atv” ihalesine “Yüce Divanlık işler” diyerek, Başbakan'ı tehdit ediyor; “Bendensen alırsın, değilsen nah alırsın zihniyeti…” ifadesiyle de esas niyetini gizleyemiyordu.

Her haliyle “Onlara var da bize yoğ mi?..” 'kozalaklığını' ihsas ediyordu.

Gelgelelim beklediği sinyali alamamanın hayal kırıklığıyla muvazenesinin edep kayışı hepten kopmuştu.

12 Eylül Anayasasını savunmak için nerdeyse darbeye davetiye çıkartan manşetler kotardığını unutuyor; “Türkiye'nin Avrupa Birliği standartlarındaki yeni anayasasını bu insan mı hazırlayacak?..” gibi ifadelerle Başbakan'ı aşağılamaya çalışıyor; hazırlanacak anayasanın da “cemaat tüzüğü” veya “tiran ruhsatı” olmaktan öteye geçemeyeceğini iddia ediyordu.

Menfaatlerini savunmak uğruna şehitlikten Kopenhag'a kadar yeryüzünde ne kadar değer varsa tüketmiş sıra gökyüzüne gelmişti.

Hülasa, dünün anlı şanlı “makul akıl insanı” Ertuğrul Bey'ciğim, sosyolog yanını gösteren şapkasından “Vatandaş Ertuğrul” şapkasına kadar bütün şapkalarını çıkarmış, astrofizikçi şapkasını takarak gözünü gökyüzüne dikmişti.

CERN'den hareketle uzayın sonsuzluğunda 'meseleleri' büyük bir dikkat ve rikkatle gözlemlemiş; uzaydan bakıldığında “Hilton” dahil her şeyin yok mesabesinde olduğunu keşfetmiş, bu keşfini de çekinik bir zeytin dalı olarak Başbakan'ın hizmetine sunmuştu.

Ne ki uzattığı dala dönüp bakmaya tenezzül edilmeyince zıvanadan çıkmıştı.

Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey'in göz yumduğunu iddia ettiği yolsuzluğun kaç “Dişli” edebileceğini tecrübeli bir hesap uzmanı edasıyla şappadak çözdükten sonra, “Beyler burası Türkiye, öyle tek adama bu kadar rantı yedirmezler.” şeklinde akıl almaz bir cümle kurmuştu…

Hazret şimdi şarap, dövme falan yazıyor.

Sol kolunun içinde üç Japon harfi falan varmış. Her sabah bakıp, kendini “güvenli” ve “huzurlu” hissedermiş.

Bence sağ koluna da , “Beyler burası Türkiye, öyle tek adama bu kadar rantı yedirmezler.” yazdırsın. En azından niye durduk yere dövme, şarap yazılarına sardırdığını hatırlamasına yarar.

Ha, bu arada, eminim şaraptan demokrasiye nazaran daha çok anlıyordur.

Çünkü demokrasi bahsinde “Her şey hukuktan ibaret değil” demişti ama, şarap bahsinde henüz “Her şey üzümden ibaret değil…” demedi.

YENİ ŞAFAK