Safları Sıklaştırma ve Ayrıştırmada Taksim Metaforu

KENAN ALPAY

Sadece fertler değil toplumlar ve ideolojiler de sınanıyor her bir kırılma noktasında. Kim nerede duruyor, kimler hangi değirmene su taşıyor veya hangi ideoloji-siyasi kimlik zulmün bekası adına seferber olmuş sorularının cevabı özellikle tarihin kırılma noktalarında daha bir netleşir.

İşte Taksim Gezi Parkı’na dair tartışmalar da kişileri, siyasi kadroları ve siyasi çevreleri bir kırılma noktası olarak ya belli bir tarafta safları sıklaştırmaya ya da belli bir safa karşı ayrışmaya itekliyor. Kim ne derse desin Taksim siyasi anlamda karşıt iki ana cephenin varlığına ve henüz güç dengelerine göre konumunu tam belirlememiş yan unsurlara işaret etmektedir.

Bürokratik Oligarşiye Kulak Ver

Tartışma ve protestoları kentli nüfusun çevre duyarlılığı ve Başbakan’ın sert üslubuna tepki bağlamında sürdürmenin hiçbir anlamı olmadığı gibi faydalı bir sonuca varmak da mümkün değildir. Neden sorusunun cevabı çok basittir. Çünkü Taksim üzerinden tırmanan gerilim ve çatışma kelimenin tam anlamıyla bir ideolojik savaş ve iktidar mücadelesidir de ondan.

Çevre duyarlılığı değil ideolojik savaştır çünkü ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa çalışılsın mevcut durum laik-İslamcı, ulusalcı-ümmetçi çatışmasının tipik bir tezahürüdür. Bu AK Parti hükümetinin İslamcı ve Ümmetçi siyasi kimliği temsil etmesinden ziyade karşı tarafın bütün girişimleri böyle bir eksene isnat edip laik-ulusalcı kimliklerinin en üstüne yerleştirdikleri cuntacı refleksle bloke etmeye girişmeleri yeni değildir.

Sanki mesele öfkeleri kabaran, dizginsiz şiddete yönelen, dindışı ve hazcı bir hayat tarzını dokunulmaz kılmak isteyen, duvarlardan sanal âleme değin yazdıkları hakaret ve küfürlerle övünen gençleri anlayıp anlamamaktan geçiyor. Elbette bu konuda yaşanan eksiklerin veya geliştirilen yanlış söylemlerin tırmanan gerilimdeki payını görmezden gelmek ahmaklık olur. Yalnız bu süreci sokarla kulak vermeyen hatta sokakların doğal haklarına despotça müdahale eden bir iktidar sorunu olarak lanse etmek işin niteliğini ters yüz etmek olur.

Taksim merkezli bu kitle acaba Başbakan Erdoğan’ın sert karakterini, buyurgan üslubunu, inatçı siyasetini mi reddediyor? Yoksa Kemalist iktidar sınıfları ve çeperinde konuşlanmış sol-sosyalist, liberal, ulusalcı ve lümpen kesimlerin Başbakan Erdoğan nezdinde İslami kesimleri ve talepleri ezme planlarını mı temsil ediyor?

Taksim’e cami yapılmasın, Topçu Kışlası yeniden inşa edilmesin, AKM yıkılmasın, Emek sineması yerinde kalsın, alkol ve kürtaj düzenlemesi geri alınsın söylemlerinin ahlaki, ideolojik ve siyasi karakteri bu ayrışmayı şüpheye hiç mahal bırakmayacak kadar gözler önüne sermiyor mu?

Üstelik Taksim Platformu tarafından Hükümete resmen bir muhtıra olarak verilen taleplerin öyle lümpen gençlikle, sosyalist devrim nostaljisiyle, çevre duyarlılığıyla falan alakası olmadığı daha bir netleşmiştir. Kemalist kadroların öncülüğünde uluslararası ve yerli sermaye sınıfları adına alenen iktisadi, siyasi ve kültürel statükoyu koruma kararlılığı deklare edilmiştir. Buyurgan üslup arayanların işe yanlış yerden başlaması siyaset ve toplumun aleyhine, bürokratik oligarşi ve acentesi olduğu küresel emperyalizmin lehinedir.

TÜSİAD’ı Aklından Geçiremeyen Proleterya

“Occupy Wall Street” yani “Wall Street’i İşgal Et” hareketinden mülhem olarak Gezi Parkı eylemleri bir vakit sonra “Taksim’i İşgal Et” romantizmi şeklinde trend yaptı.

Bütün söylemlere rağmen sermayeyi hedef alan, sermeyenin geniş toplum kesimlerinin acıları üzerinde tekelleşmesini protesto etmek üzere Amerika’da gerçekleştirilen eylemlerle Türkiye’dekilerin bir paralelliği veya benzeşimi yok. Çünkü Türkiye’deki bırakın ulusalcı ve liberal sınıfları sol-sosyalist hareketlerin dahi sermaye karşıtı pozisyon almaları mümkün değildir.

Taksim’deki protestocuların ortak paydası sermaye karşıtlığı değil tersine aydınlanma merkezli bir din-İslam ve Müslüman düşmanlığıdır. Bir devlet projesiyle İslamsızlaştırılan buna bağlı olarak da sermaye ve tüketim kültürünü, kapitalist ve liberal hayat tarzını Türkiye’de Taksim’den daha güzel temsil edecek bir mekân bilen var mı? Bu sebeple küresel ve ulusal dayanışma her daim Taksim’i siyasi, tarihi veya kültürel açıdan İslamla bağlantılı her türlü girişimden koruyup kollamak hususunda safları sıklaştırır.

Yakıp yıkma eylemlerini ‘sivil patlama’ olarak çözümleyen, kurtarılmış bölge vandallığını ‘özgürlük tutkusu’ şeklinde reklam eden, tiksinti verici on binlerce küfürlü mesajı ‘imrendiren sanal dayanışma’ diye takdir eden darbeci ve liberallerin ortak organizasyonunu kamufle etmek ne mümkün!

Perinçek cuntasının Aydınlık ve TGB’si, Ergenekon çetesinin Cumhuriyeti’yle, Kemalizmin sol-sosyalist uzantıları olup darbe sürecini olgunlaştırmak üzere bürokratik oligarşi adına siyaseti sahada markaj altında tutan TKP ve ÖDP’yle aynı hedefe vurmak üzere provokatif haberler üreten liberal Taraf gazetesini Başbakan Erdoğana’a karşı safları sıklaştırmaya iten hangi mücbir sebeplerdir acaba?

Bütün bunları ve daha da fazlasını kucaklayan TÜSİAD sermayesi, AB-ABD bloğu ve merkez medyanın ortak paydası açıktır ki Türkiye’yi laik-Batıcı rotada tutmaktan başka bir şey değildir. Bu safta durmak, bu safta duranlarla safları sıklaştırmak laik-Batıcı rotayı ve bu zorunlu istikamet üzerinden iktidarlarını muhkemleştirmek isteyenlere hizmet etmeye razı olmaktır. Ne üç-beş başı örtülü hanımın konu mankeni gibi tabloda yer alması ne de birkaç soytarının tağuta kulluğu meşrulaştırmak üzere sergilediği namazlı-kandil simitli şovlar bu süreci ve talepleri masumlaştırabilir, makulleştirebilir.

Taksim’de Erdoğansız-AK Partisiz bir projeyi hayata geçirmeye çalışanların rüyalarını Kemalist, sosyalist, liberal, ulusalcı farklı hayaller süslüyorsa da en temelde bütün yollar İslamsız bir Türkiye’ye çıksın isteniyor. Hiç kimse telaş etmesin: Kemalist cuntacıları ve TÜSİAD’ı protesto ve işgal etmeyi aklından dahi geçiremeyen sosyalist ve anti-kapitalist müsveddelerinin sergilediği şarlatanlığın sonuna doğru yaklaşıyoruz.