Sadece Öcalan

Halil Berktay

Barış açılımı bir şekilde devam ediyor. Herkes yazıyor zaten isteyeni istemeyeni, destekleyeni ve sabote etmeye çalışanı. Sağ-milliyetçi ve sol-ulusalcı bir “Türk red cephesi”nin (üçte iki CHP de dahil) bütün şamatasına karşın AKP soğukkanlı bir dirayet gösterdi ve BDP de aynı havaya girdi. Ama İmralı ile Kandil arasında, anayasada Kürt halkının varlığının mı, herkesin Türkiyeliliğinin mi altının çizileceği, ya da çekilmenin hemen mi, iki yılda mı olacağı gibi konularda farkların belirdiği de açık. Bu çapraşık süreçte daha çok zorluk yaşanacak.


Gürbüz Özaltınlı’nın tahlili

Bu iki haftayı beş yazılık bir sol maksimalizm eleştirisiyle geçirdim. Tesadüf; üzerine Markar Esayan’ın Oya Baydar eleştirisi ve Yıldıray Oğur’un gene bir Oya Baydar değinmesi (ikisi de 28 Şubat), sonra Gürbüz Özaltınlı’nın Sakin olmak da bazen iyidir yazısı geldi (2 Mart). Pazar sabahı itibariyle, bu kadar.

Hepsini ama özellikle Özaltınlı’yı çok önemli buldum. Hem Türk hem Kürt tarafında, önderlikler ile taban veya kitleler arasında bir ayırım yapıyor (kendisi “politik aktörler” ve “toplumsal özneler” terimlerini kullanmış). Türk önderliği (AKP ya da hükümet) ve Kürt tabanı sağlam, diyor; ikisi de kuvvetle barıştan yana. Sallantılı olan, (a) şahin ve güvercinleri, İmralı’sı ve Kandil’i ile Kürt önderliği ve diğer yanda (b) Türk toplumsal tabanı. Nitekim provokasyonlar bu iki kesimi hedef alıyor; kâh Türk milliyetçiliğini galeyana getirip ikide bir Sinop veya Samsun benzeri olaylar yaratmayı; kâh PKK üst kademelerindeki şahinlerin elini güçlendirmeyi ve Kürtlerin Öcalan’a inancını sarsmayı amaçlıyor. Özaltınlı belirli bir sol/sosyalist aydın kesimini de, (bana göre, faraza Aydın Engin ve Oya Baydar’da görülen) “Kürtler teslim mi alınacak” ve/ya “yarım yamalak bir barış”a mı razı edilecek endişesine karşı “sakin olmaya” çağırıyor.


Ya tarih (ve gerçek), ya politika; ikincisini neden (artık) yapamam

Uzun uzadıya aktardım, çünkü bu perspektife katılıyorum ve ekleyecek pek bir şeyim yok. Benim derdim başka; bilvesile, Kürt milliyetçi hareketinin gitgide daha iyi görünür olan çehresi, yapısı, iç ilişkileriyle ilgili. Biliyorum, şimdi belirli bir siyaset anlayışına göre, barış sürecinde Öcalan’ı fazla eleştirmemem lâzım. Çünkü çok şey onun Kürt hareketine söz dinletmesine ve bu konumdaki bir insanın yıpratılmamasına bağlı.

Ne ki, bir, kaç kere söylediğim gibi ben bıktım, “şimdi sırası mı”cı veya “neden şimdi”ci bu politik faydacılık tavırlarından. İki, tarihçiliğim şeytanın gör dediğini görmezlikten gelmeme engel. Üç, politikacı için de, kısa vâdeli taktik kaygılar, orta-uzun vâdeli ideolojik ve yapısal sorunları görmeye engel olmamalı. Dört, başka kimse değil de bir ben görüyorsam, ya da Andersen masalındaki gibi “kral[ın] çıplak” olduğunun şuyû bulması benim görüp söylememe kalmışsa, zaten hapı yutmuşuz.


Liderlik, irade, megalomani

Eh, peki, neymiş Abdullah Öcalan sonuçta? İronik olan şu ki, olayların çözümün merkezine yerleştirdiği bu Tek Adam, fikirlerinin yer yer ilkelliğini, abuk subukluğunu geçtim, insanî herhangi bir ilişki kurmak isteyeceğiniz biri değil. Kendi payıma, aynı odada olmayı, zorla da olsa tanıştırılmayı ve el sıkışmayı bile isteyeceğimi hiç sanmıyorum.

Tutanaklara ve öncesinde, adada konuşulan (ama tutanaklarda yer almayan) şeyler hakkındaaHaber’de yapılan açıklamalara, gayet müstebit, mütehakkim, astığı astık kestiği kestik bir kişilik yansımakta. Herkese bağırıp çağırma, herkesi aşağılama hakkı var; bunu ne kendisi, ne başkaları sorguluyor. Sırrı Önder’e ve Altan Tan’a çok yukarıdan hitap ediyor; Aysel Tuğluk ve Gültan Kışanak’ı gerillalarla kucaklaştıkları için, politik açıdan haklı ve Kandil’in de yaptığı bir eleştirinin ötesinde, çocuk yerine koyup hakaret yağdırıyor.

Çevresiyle bütün ilişkisinde, zaten en çok bu dikkat edici; herkesi çocuklaştırıyor, onlar da bunu kabullenip çocuklaşıyor; ortada çeşitli anlamlarda “büyük,” kahir ve muktedir olarak, sevilmekten çok korkulan bir Öcalan kalıyor.


“Haklı şiddet”in küçük Stalin’i

Siyasette lider olmaya kalkmak için, güçlü bir irade herhalde şart, ama narsizm ve megalomani şart mı, şüpheliyim doğrusu. Bu, demokratik tecrübe ve gelenekleri zayıf toplumlara özgü olsa gerek. Önüne gelen bir Duce, Führer, Başbuğ, Başkan veya Ulu Önder olmaya kalkıyor. Hakkını da vermek gerek, kimi başarıyor; kimi öküz kadar olacağım diye şişinen kurbağayı andırıyor.

Ben böyle, sonunda âciz, kifayetsiz muhteris bir megalomaniyi yakından tanıdım. Şimdilerde kendini 1923 Münih Birahane Darbesi sonrasında hapishanede Mein Kampf’ını yazan Hitler gibi hayal edip bombastik demeçler veriyor. Öcalan’ın ise aşikâr ki çok daha büyük, amansız ve başarılı bir megalomanisi var. Stalin’in küçüğü bile kolay olunmuyor. Solculara ise, Öcalan’ın yarattığı ve onu bu konuma yükselten “haklı şiddet” fikri ve örgütü üzerine düşünmek kalıyor.

TARAF