Resullere itaatin zorunlu olduğu ve olmadığı alanlar (8)

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yüce Allah’a hamd, Resulüne selam olsun. Bu yazımızda, Peygamberlerin Resul olmaları nedeniyle, sahip oldukları özellikleri aktarmaya devam edeceğiz.

h-)Peygamberlere itaat, Allah’ın Resulleri olmaları nedeniyle, Yüce Allah’a itaattir.

Resuller insanların en seçkinleridirler. İnsanlığa örnek ve önder olmaları için kendilerine vahiy indirilmiş, gözetim altında tutulmuş ve beşer olarak düştükleri ufak tefek hatalar da anında düzeltilmiştir.

 Bütün bu özelliklerinden dolayı yüce Allah, Resullere kesin bir şekilde itaat edilmesini emretmiş ve bu itaati kendisine yönelikte kabul etmiştir; “Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.”[1] Resullere yapılacak itaat sadece şekli düzeyde kalmamalı, onların bilerek yanlışlara asla sapmayacakları bilinmeli ve yüce Allah’ın şerefli elçileri oldukları unutulmamalıdır. Böylelikle Resullere fiilen tabi olunduğu gibi, kalben de saygı duyulmalı ve onlara dönük herhangi bir şüpheye de düşülmemelidir. Zira: “ (yüce)Allah peygamberlik görevini kime vereceğini daha iyi bilir.”[2] Diye buyurarak, Resulleri açıkça tezkiye etmiştir. Bu nedenle yüce Allah’ın, elçilerini insanların en yücesinden seçtiği de bir an olsun, gözden kaçırılmamalıdır. Nitekim Allah, Hz. Muhammed (as.)’ın konumunun büyüklüğüne dönük şöyle buyurmaktadır; “ Şüphesiz ki sen, (insanlığa örnek olacak) pek yüce bir ahlak üzerindesin”[3]

Resullere dönük içten bir sevgi, saygı ve güven hali o kadar önemli ve zorunlu ki, Mümin olabilmek ve Mümin kalabilmek bile buna bağlıdır. Zira onlardan kuşkuya düşmek, onları gönderip, onlara kefil olan Allah’a güvenmemekle eş anlamlıdır. “ Hayır, öyle değil, Rabbine and olsun ki onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem yapmadıkça ve sonra da senin verdiğin karara, kalplerinde hiçbir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle tabi olmadıkça, gerçekten iman etmiş olmazlar.”[4]

Konuyla ilgili ayet-i kerimelere bakalım:

“Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.”[5]

“Allah ve Elçisi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur: [bu, hakkı kendinde görerek] Allah'a ve Elçisi'ne isyan eden kimse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur.”[6]

“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.”[7]

“Kim Allah'a ve Resul’üne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.”[8]

“Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur.”[9]

“Allah'a ve Peygamber'e tabi olun ki size merhamet edilsin.”[10]

“ Hayır, öyle değil, Rabbine and olsun ki onlar, aralarında anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem yapmadıkça ve sonra da senin verdiğin karara, kalplerinde hiçbir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle tabi olmadıkça, gerçekten iman etmiş olmazlar.”[11]

“Allah'a ve peygambere itaat edenler; Allah'ın nimetlerini bağışladığı peygamberler, hakikatten hiç sapmamış olanlar, hakikate hayatlarıyla şahitlik yapanlar, dürüst ve erdemli olanlarla beraber olacaklardır. Ne iyi arkadaştır onlar.”[12]

Konuyla ilgili hadisi şerifler:

“Ebu Hureyre (r.a.), Nebi (as.) : ‘Her kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur ve herkim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur’ diye buyurdu.”[13] 

Ebu Hureyre (r.a.), Nebi (as.)’in: ‘Sizler, sizi bırakıp mükellef etmediğim hususlarda beni kendi halime bırakınız. Sizden evvelki ümmetler ancak soru sormaları ve Nebilerine karşı ihtilaf etmeleri sebebiyle helak olmuşlardır. Ben sizleri bir şeyden nehiy ettiğim vakit ondan sakınınız. Sizlere bir şey emrettiğim zaman da emrimi tutunuz. Gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz’ buyurduğunu rivayet etti.”[14]

Yukarıda sıraladığımız ayeti kerimelerden ve hadislerden de anlaşıldığı gibi, Resule itaat yüce Allah’a itaattir. Ayrıca bilinmelidir ki Resule dönük bu itaat, sadece İlettiği Kur’an’la sınırlı bir durum da değildir. Tersine (dinle ilgili olmak şartıyla) Resul (as.)’un, Kur’an’ı ilkelerden, daha önce gönderilen şeriatlerden ve örften çıkardığı her türlü içtihadına da, müminlerin itaati zorunludur. Zira Resuller, bilerek Rablerine isyan etmezler. Yüce Allah’ın elçileri oldukları için de, ayrıca Allah tarafından gözetim altında tutulmakta ve düştükleri ufak tefek kusurlar da hemen düzeltilmektedir. Bu nedenle müminler dinle ilgili meselelerde, Allah Resulünün hükümlerine ve sünnetlerine dört elle sarılmak ve uymak zorundadırlar. Yanı sıra Resulullah (s.a.v)’ın ortaya koyduğu hüküm ve pratiklerin, Kur’an’ı ilkeler doğrultusunda mı, şahsi içtihadıyla mı, sahih örften hareketle mi oluşturduğu veya önceki şeriatlerin hükümlerinden mi çıkardığının hiçbir önemi yoktur. Zira Müminler bilmelidirler ki, Allah Resulü, yüce Allah’ın gözetimi altındadır. Allah’ın elçi olmaya layık bulduğu o yüce şahsiyet, bilerek haktan asla sapmadığı gibi, istemeden yanıldığı zaman ise hemen düzeltilmektedir.

 Bu nedenledir ki Müminler için, Nebi (as.)’in bu hükümleri nereden çıkardığını fazla önemi yoktur. Bu durumun bir yansıması olarak,  Nebi (as.)’in zamanında ve onunla beraber yaşayan sahabeler (Dinle ilgili ve Resulün tabi olmasını emrettiği sünnetlere) anında tabi olurlardı. Diğer yandan, sonraki çağlarda yaşayan müminler ise, doğal olarak ilk önce, Resul (as.)’e nispet edilen söz, fiil ve takrirlerin ona ait olup olmadığını anlamaya çalışırlar ve iddia edilen sünnetin Resulden geldiğine kesin kanaat getirince de hemen Resul (as.)’ün sünnetine tabi olurlardı. Elbette gerek sahabelerin ve gerekse sonradan gelen müminlerin yaptıkları doğru ve isabetli bir tutumdu.

Ayrıca şu da bilinmelidir ki, Müminler için, Resul (as.)’ün verdiği hükmün Kur’an’da olmamasının da fazlaca bir önemi yoktur. Yani Resule nispet edilen bir hükmün mutlaka Kur’an’da olması da zorunlu değildir. Önemli olan husus, hükmün mota mot Kur’an’da olması değil, Resul (as.)’e nispet edilen hükmün, Kur’an’ı Kerime ve ondan çıkarılan temel ilkelere aykırı olmamasıdır. Zira İslam anlayışına göre hükümler sınırlı, ama olaylar sınırsızdır. Dolayısıyla Resul (as.)’ın da, Kur’an’da hükmü açıkça belirtilmeyen yeni meselelerde, yeni içtihatlarda bulunması kaçınılmazdır. Nitekim Resulullah (s.a.v.)’ın “teyzeyle yeğeninin” aynı nikâh altına alınamayacağına dönük içtihadı[15], kurban etlerinin, zorunlu ihtiyaç sahiplerinin olduğu zaman ve mekan dilimlerinde, üç günden fazla saklanmasının yasak olduğuna dair içtihadı,[16] kabirleri ziyaretleri yasaklayan ve sonrasında kabirleri ziyarete izin veren içtihatları,[17] ölü toprakları ihya edenin, o toprağa malik olacağına dair hükümleri de,[18] bu tür içtihatlarından bazılarıdır. Aynı içtihat ihtiyacı tüm zamanlar için geçerlidir. Bu nedenle müçtehitlerimiz de, Kur’an’da veya sünnette, hükmü açıkça beyan olunmayan meselelerde, sayısız içtihatlarda bulunmuşlardır. Bütün Müslümanlarda bu hükümlere uyarak, bu durumu (haklı olarak) meşru bir durum olarak değerlendirmişlerdir. Fakat burada çok önemli bir fark vardır. Bu farkta müçtehitlerin içtihatlarının müzakereye açık, Resullerden geldiği kesinleşen (mütevatir sünnet yoluyla gelmesi gibi.) içtihatların ise tartışmaya açık olmaması hususudur. Zira Resuller, yüce Allah’ın gözetimindeydiler ve dinle ilgili hususlarda düştükleri yanlışlıklar düzeltilmekteydi. Ancak aynı şey resullerin dışında istisnasız hiç kimse için söz konusu değildi.

Diğer yandan Resullere, dinle ilgili olmayan (kişisel tercihler, tarım, sağlık, coğrafya bilgisi, savaş stratejileri ve benzeri) konularda ise,  mutlak itaatin emredilmediği de bilinmelidir. Zira Resuller, beşer oldukları için bu alanlarda yanılabilirler ve her işlerinde hemen düzeltilmezler (Nitekim Resul (as.) Tarımda aşının bir fayda vermeyeceğine dair yanlış görüşü hemen düzeltilmemiştir). Bu nedenle Resullere, (verdikleri bazı bilgiler ve yürüttükleri bazı stratejilerde) bu işi vahyin bir emri olarak yapıp yapmadıkları, sahabeler tarafından (edep sınırları içinde) sorulmuştur. Eğer aldıkları cevap hayır ise, sahabeler (Allah onlardan razı olsun), tecrübelerinden hareketle daha doğru buldukları görüşleri teklif etmişlerdir. Birçok sefer de, Resul (as.) kendi görüşünden vazgeçerek, daha isabetli bulduğu sahabelerinin görüşüne tabi olmuştur. Nitekim Bedir,[19] Uhud,[20] Hendek[21] savaşlarında, tıpla ilgili uygulamalarda,[22]  tarım metotlarında,[23] krallara gönderilecek mektuplarla[24]  ilgili olaylarda, Resul (as.) kendi görüşlerinden vazgeçerek arkadaşlarına uymuştur.

Berire (r.a.) olayıyla ilgili şu rivayet te, Resul (as.) dönük itaat boyutunu çerçevesini, daha iyi anlamamıza katkı sunmaktadır: 

“Ibnu Abbas (r.a.) anlatıyor: "Berire'nin kocası, Muğis adında bir köle idi. Ben onu, Berire'nin etrafında ağlayarak tavaf edercesine dolaştığını görür gibiyim. Gözyaşları sakallarını ıslatmıştı. Hatta Resulullah (as.) bir ara amcası Abbas (r.a.)'a: "Muğis'in Berire'ye olan sevgisine mukabil, Berire'nin Muğis'e olan nefreti seni hayrete sevk etmiyor mu?" buyurdu. (Resulullah, Muğis'in haline acıyarak) Berire'ye: "Muğis'e (acıyarak, ona) dönmez misin?" diye aracılık etti. Ancak Berire kararlı idi: "Ey Allah’ın Resulü, bunu emir mi ediyorsunuz? (Eğer, emirse kararımdan döneyim!)" dedi. Resulullah: "Hayır! Ben sadece onun lehine ricada bulunuyorum!" deyince, Berire: "Öyleyse evlenmek için ona dönmem) ona ihtiyacım yok!" cevabını verdi."[25]

Görüldüğü gibi, Berire (r.a.) adlı cariye hanım, Allah’ın elçisi olması itibariyle Allah’ın resulüne tabi olma sınırlarını gayet iyi bilmekte ve peygamberin isteğine rağmen, kendi kararında ısrar etmektedir. Resulullah (s.a.v.) efendimiz de bunu çok tabi bir durum olarak değerlendirmektedir.

Beşeri meselelerde Resul (as.)’e tabi olmanın zorunlu olmadığını ortaya koyan başka bir rivayete bakalım:

Abdullah ibni Abbas (r.a.) şöyle dedi: “Halid bin Velid Rasulullah (as.) ile birlikte Meymune’nin evine gitti. O sırada Resulullah (a.s.)’a kızartılmış bir keler getirildi. Resulullah (a.s.) elini kelere doğru uzattı. Tam bu sırada kadınlardan biri, Resulullah (a.s.)’e yemek istediği şeyin ne olduğunu haber verin dedi. Orada bulunanlar da: Bu kelerdir ey Allah’ın Resulü! dediler. Resulullah (as.)  elini kelerden kaldırdı. Halit bin Velid şöyle dedi: Ben, Rasulullah (as.))’a: Bu haram mıdır? Ey Allah’ın Resulü! diye sordum. Resulullah (as)’de: ‘Hayır, lakin bu benim kavmimin toprağında yoktur. Onun için ben bundan kendimi tiksiniyorum buluyorum!’ buyurdu. Bunun üzerine ben o kızarmış keleri kendime doğru çektim de Resulullah (as.) bakarken keleri yedim.”[26]

Bu olayda da, Resulullah’a itaatin, beşerilik boyutuyla değil, Allah’ın elçiliği itibariyle olduğunu anlayabiliyoruz. Zaten Halit b. Velid (r.a.)’te itaatin sınırlarını çok güzel anladığını, Resulullah’ın tiksindiği bir eti, onun önünde iştahla ve zevkle yiyerek ortaya koymaktadır. 

Bu nedenle Resule itaat, elbette Allah’a itaattir. Ama bu itaat alanının, Resulün sadece Allah adına söylediği ve yaptığı işler için olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Ayrıca şu da bilinmelidir ki Peygamberlerin, mutlak anlamda hüküm koyma yetkileri de yoktur ve “(mutlak anlamda) Hüküm de sadece Allah’a aittir.”[27] Ve asla hiçbir Resul, kendisini görevlendiren yüce Allah’ın, kendileri için çizdiği yetkilendirme sınırlarının dışına da çıkamaz. Dolayısıyla Resul (as.), Kur’an’a aykırı davranamaz, ayetleri nesih edemez, Allah’ın helal kıldığını haram ve haram kıldıklarını da asla helal kılamaz. Nitekim ”Onlara ayetlerimiz apaçık bir şekilde okunduğunda bize kavuşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir" derler. De ki: "Benim onu kendiliğimden değiştirmem (asla) söz konusu olamaz. Ben ancak bana vahiy edilene uyuyorum. Ben, Rabbime karşı gelirsem büyük bir günün azabından korkarım.” [28]  Ayeti bu gerçeklerin altını kalınca çizmektedir. Ayrıca Resulullah (s.a.v.)’tan rivayet edilen şu hadis de bu gerçeği teyit etmektedir: “Ebu Said el- Hudri (r.a.), (sarımsak yiyip mescide gelenleri görünce) Nebi (as.): “Kim bu habis sebzeden bir şey yerse, mescidimize yaklaşmasın” diye buyurdu. Halk arasında: sarımsak haram kılındı, sarımsak haram kılındı denildi. Bu haber Nebi (as.)’ye ulaşınca, Nebi (as.) (halkı topladı ve onlara) Muhakkak ki ben Allah’ın helal kıldığını haram kılamam. Fakat bu kokusu rahatsız eden bir sebzedir,” buyurdu.[29] (Daha geniş bir bilgi için beşer olan Resullerin, hükümde ortaklıkları yoktur yazımıza bakınız.)

Dolayısıyla elbette Resullerin mutlak anlamda ve Allahtan bağımsız olacak şekilde bir yetkileri yoktur. Zaten kendilerine yapılan itaatte, Allah’ın elçileri olmaları itibariyledir. Burada önemli olan husus, bir yandan Resullerin, beşer olduklarının unutulmaması, ilahlaştırılmamaları ve uluhiyet özelliklerinin onlara verilmemesidir. Diğer yandan da, onların yüce Allah’ın çok şerefli elçileri olduğu gerçeğinin gözden kaçırılmaması ve bu konumlarının gerektirdiği, ciddiyet, sevgi ve saygıyla kendilerine teslim olunmasıdır. Zira onlar, aramızdaki en üstün vasıflara ve en değerli hasletlere sahip insanlar oldukları için, yüce Allah tarafından elçiliğe layık görülmüşler ve dinle ilgili meselelerde onlara kesin bir itaat emredilmiştir.

Sözlerimizin sonu Allah’a hamddır. Her konuda isabet eden elbette sadece yüce Allah’tır. Bu nedenle isabet ettiğimiz görüşlerimiz için yüce Allah’a hamd eder, yanıldığımız hususlarda ise ondan bağışlanmayı talep ederiz.

 

[1] 4/80.

[2] 6/124.

[3] 68/4.

[4] 4/65.

[5] 4/80.

[6] 33/36.

[7] 3/31,32.

[8] 24/52.

[9] 33/71.

[10] 3/132.

[11] 4/65.

[12] 4/69.

[13] Buhari 2766. İbni Mace 3.

[14] Buhari 7151, Müslim 1337/412, İbni Mace 2, Tirmizi 2819.

[15] Sahihi Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.11. S.274. 

 

[16] Müslim, Edâhî 28.

[17] Müslim, “Cenâʾiz”, 106; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 81; Tirmizî, “Cenâʾiz”, 60

[18] DİA, C.22, S. 7---9. (el-Muvaṭṭaʾ, “Aḳżıye”, 26; Ebû Dâvûd, “Ḫarâc”, 37; Tirmizî, “Aḥkâm”, 38; krş. Buhârî, “Ḥars̱ ve’l-müzâraʿa”, 15).

 

[19] Osman Keskioğlu- Ali Himmet Berki, Hz. Muhammed ve Hayatı, S. 251.

 

[20]Osman Keskioğlu- Ali Himmet Berki, Hz. Muhammed ve Hayatı, S. 275

 

[21] Osman Keskioğlu- Ali Himmet Berki, Hz. Muhammed ve Hayatı, S. 306.

 

[22] Belâzürî, c. 2, s. 46-47; Zehebî, SiyeruA‘lâmi’n-Nübelâ’, c. 3, S. 161.

 

[23] Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2. S.641. Eser Neşriyat.

 

[24]DİA. C. 29. S. 13-14.  (İbn Abdürabbih, IV, 281).

[25]Buhari, Talak 15, 16; Ebu Davud, Talak 31, (2231, 2232); Tirmizi, Rada' 7 (1156); Nesai, Kudat 27, (8, 245).

[26] Buhari 12/5604, Müslim 1945/45, Ebu Davud 3794, İbni Mace 3241

[27] 12/40.

[28] 10/15.

[29] Sahihi Müslim Terceme ve şerhi,  C.3. S. 1630. Sönmez Neşriyat.