Resuller gözetim altında tutularak, hataları düzeltilmiş ve gaybi yardımlarla desteklenmişlerdir (9)

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yüce Allah’a hamd, sevgili Resulüne selam olsun. Bu yazımızda peygamberlerin Resul olmasından kaynaklanan özelliklerini tespit etmeye devam edeceğiz.

ı-) Peygamberler; Allah’ın Resulleri olmaları nedeni ile insanların en iyilerinden seçilmiş, gözetim altında tutulmuş ve içine düştükleri ufak tefek kusurlar da hemen düzeltilmiştir.

Peygamberlerin gözetim altında tutulduğu ve düştükleri hataların düzeltildiğini ortaya koyan bazı ayeti kerimeler:

“Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah (can) damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.[1]

 “Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendinin, hem de inanmış erkek ve kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de, içinde kalacağınız yeri de bilir.”[2]

“Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.”[3]

“(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. (Resulüm! Onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysaki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak ve (Allah'tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun. Hayır! (Böyle yapman doğru değil.) Çünkü o (Kur'an) bir öğüttür. Dileyen ondan öğüt alır.”[4]

“Ve (Musa), halkının [şehirde olup bitenden] habersiz [evlerinde oturdukları bir gün]  şehre indi; ve biri kendi halkından (İbranilerden), ötekisi düşmanlarından (Mısırlılardan) olan iki adamın birbiriyle kavga ettiğini gördü. Kendi halkından olan kişi düşman tarafından olan kişiye karşı o'nu yardıma çağırdı; bunun üzerine Musa onu yumrukla devirip işini bitirdi. [Ama hemen sonra kendi kendine:] “Bu düpedüz Şeytan'ın işi!” dedi, “Doğrusu o [insanı] yoldan çıkaran apaçık bir düşmandır!” [5]

“Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin? Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihat etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir. Senden ancak izin isteyenler, Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyenler, kalpleri şüpheye düşenlerdir. Onlar, şüpheleri içinde bocalayıp dururlar. “[6]

“Hiç bir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”[7]

“Allah'ın  ni'met verdiği; senin de kendisine nimet ver(ip hürriyete kavuştur)duğun kimseye: "Eşini yanında tut, Allah'tan kork" diyordun, fakat Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde gizliyordun, insanlardan çekiniyordun; oysa asıl çekinmene layık olan, Allah idi.  Zeyd, o kadından ilişiğini  kesince, biz onu sana nikâhladık ki (bundan böyle) evlatlıkları, kadınlarıyla ilişkilerini kestikleri zaman o kadınlarla evlenmek hususunda mü'minlere bir güçlük olmasın. Allah'ın buyruğu (her zaman) yerine getirilmiştir.”[8]

“Ey Peygamber! Eşlerinin hoşnutluklarını arayarak, Allah'ın sana helal kıldığını, niçin (kendine) yasak ediyorsun? (Bununla beraber)  Allah çok bağışlayandır, çok rahmet edendir.”[9]

 “Ve böylece her ikisi de o ağac[ın meyvesin]den yediler; bunun üzerine çıplaklıklarının farkına vardılar ve bahçeden topladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye çalıştılar. Ve [böylece] Âdem Rabbine karşı geldi ve dolayısıyla ciddî bir hataya düşmüş oldu.”[10]

“Zünnun'u (balık sahibi Yunus'u) da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.”[11]

Bu ayetlerden açıkça anlaşılıyor ki peygamberler zelle (ayak sürçmesi) denilen küçük hatalara düşmektedirler. Bununla beraber hiçbir peygamberin yüz kızartıcı (hırsızlık, tecavüz, gasp, iftira, haksız ve kasıtlı insan öldürme, putlara davet veya putlara tapma, düşeni ezme ve tefecilik gibi.) suçlara asla bulaşmadıkları da bilinmelidir.

Hz. Musa’nın durumu bir soru işareti olarak aklımıza gelebilir. Ancak Hz. Musa’nın düştüğü hata, yüz kızartıcı bir durum değildir. Zira Hz. Musa, köleleştirilen, zulüm altında ezilen bir yakınına yardım etmek isterken, zalim kavme mensup kişinin kazaen ölmesine sebep olmuştur. Hz. Musa bu olayda mazluma yardım etmek istemiş, planlamadan, öldürücü bir alet kullanmadan ve sadece eliyle kavga ederken, istemeden bir şahsın ölmesine sebep olmuştur. (Bilindiği gibi sadece bir yumrukla insanın ölmesi, normal şartlar altında pek beklenilmeyen bir durumdur.)

Ayrıca Peygamberlerin şirke bulaşmadıklarını söylemiştik. Bu konuda Hz. İbrahim’in yanlış anlaşılan yıldızlarla ilgili durumu da bir soru işareti olarak akla gelebilir. Bizce Hz. İbrahim, hiçbir zaman yıldızlara, ay ve güneşe tapmamıştır. Zira bu durumda, müşriklerin kendilerini davet edenin de bir zamanlar kendileri gibi putperest olmasından akılları karışabilir ve kötü niyetliler bunu dillerine dolama imkânı bulurlardı. Nitekim Hz. İbrahim’in de (haşa) bir zamanlar putperest olduğu sonucu çıkarılan ayetlerde de, bu tür bir anlamanın yanlış olduğunu ortaya koyan açık ifadeler vardır.

Konuyla ilgili ayetlere bakalım:

“Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: 'Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” (6/74.)

Konunun başında geçen bu ayete baktığımızda, İbrahim (as.)’in babasına dönük bilinçli bir tavır ve davet içinde olduğu görülmektedir. Nitekim devamında gelen aşağıdaki ayette bu tespitimizi teyit etmektedir:

“Böylece biz İbrahim'e (şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi), göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem ve mükemmel varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.” (6/75)

Konunun ikinci ayetinde yüce Allah İbrahim (as.)’e sağlam bir iman sahibi olması için göklerin ve yerin varlık düzenini gösterdiğini açıkça ifade etmektedir. Böyle bir bilince ve şahsiyete sahip bir zatın, çok kısa bir zaman sonra şirke yönelmesi ve kavminin taptığı yıldızlara, aya v.s ilah olarak yönelmesi bizce mümkün değildir. Zira İbrahim (as.) babasıyla konuşurken net bir muvahhit olduğunu ortaya koymaktadır. Niçin daha sonra babasının yanlış yolda olduğunu söylerken ve taptıkları putları reddederken, tekrar kavminin putlarına tapsın ve ilahlık payesini versin?  Ayrıca Hz. İbrahim babasının batıl inancını reddederken, aynı zamanda onların yıldızlara kutsallık atfetmesini reddediyordu. Çünkü babasının kavmi yıldızlara tapıyordu[12]. Diğer yandan İbrahim (as.) o zamana kadar yıldızlar, ay ve güneşin doğuşunu hiç görmediğini söylememiz mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Bu nedenle İbrahim (as.) “Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: 'Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” (6/74.) derken, onların yıldızlara dönük batıl inanışlarını ret ediyordu. Şimdi bazı kardeşlerimizin zihinlerini karıştıran ilgili ayetlere bakalım:

 (İbrahim) gecenin karanlığı üzerine çökünce bir yıldız gördü. (Babasının ve kavminin putlara, yıldızlara, aya ve güneşe tapmaları karşısında) “ (ey kavmim sizin iddianıza göre)bu imiş Rabbim” dedi. Yıldız batınca da “ben batanları sevmem (ilah edinmem)” dedi. (6/76) Sonra, ayın doğduğunu görünce, “(Öyleyse) Rabbim bu ha!” dedi. Ama ay da batınca, “Gerçekten, eğer Rabbim beni doğru yola iletmemiş olsaydı, and olsun ki (ben de babam ve kavmim gibi rastgele şeylere taparak) doğru yoldan sapmış kimselerden olurdum!” dedi. (6/77.)  “Nihayet güneşi doğarken görünce de: “(Demek) Rabbim budur, zira bu (hepsinden) daha büyüktür” dedi. O da batınca, dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” (6/78) (İbrahim) “Bakın, ben batıl olan her şeyden uzak durarak yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah'a çevirdim ve ben O'ndan başkasına ilahlık yakıştıranlardan değilim!” (dedi). (6/79.)

Dikkat edilirse, 77. ayetin sonundaki ifadelerden İbrahim (as.)’in bilinçli bir Müslüman olduğunu rahatlıkla anlıyoruz. Daha sonra güneşin doğuşunda da İbrahim (as)’in aynı ifadeleri tekrar kullandığını görüyoruz. (Haşa) İbrahim (as.) imandan sonra tekrar küfre dönmeyeceği kesin olduğuna göre, burada İbrahim (as.)in kavmini uyandırmaya dönük bir çaba içinde olduğunu düşünmemiz çok daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. İbrahim (as.) bu tutum ve sorgulamasıyla, kavmine, taptıkları yıldızların, ayın ve güneşin ilah olamayacağını fark ettirmeye ve akıllarını kullanmalarına yardımcı olmaya çalışmaktadır[13]. Tıpkı bütün küçük putları kırdıktan sonra, sadece en büyük putu bırakması ve böylelikle kavmini kendi inanç düşüncelerini sorgulamaya çalışması gibi. Konuyla ilgili ayetlere bakarsak mesele daha iyi anlaşılacaktır:

“(İbrahim) Hepsini paramparça edip, içlerinden büyüğünü ona başvursunlar diye, sağlam bıraktı. (Kavmi) "Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir." dediler. (İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler. "O halde onu insanların gözleri önüne getirin, olur ki (aleyhinde) şahitlik ederler" dediler. (İbrahim gelince ona) "Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler.  İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi. Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) dediler ki: "Doğrusu siz haksızsınız. Sonra yine (eski) kafalarına döndüler: "And olsun ki (ey İbrahim!) bunların konuşmayacağını (sen de) bilirsin." dediler. (İbrahim) dedi: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara mı tapıyorsunuz?" “Yazıklar olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”[14]

Bu ayetlerde de gördüğümüz gibi, İbrahim (as.)’ın amacı sadece put kırmak veya sadece inançlarına hakaret etmek değildir. Zaten böylesine çiğ bir davranış, İnsanların dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmaları için rehber olarak gönderilen İbrahim (as.) gibi büyük bir peygambere de yakışmazdı. Bu nedenle İbrahim (as.) amacı yine rahmeti içeren hikmet dolu bir eylemdi. Nitekim kavmini uyarmayı hedefleyen bu eylemi, ilk başta amacına ulaşmış, müşrikleri düşündürtmüş ve akılarını başlarına getirtmişti. Bu gerçeği yüce Rabbimiz şöyle haber vermektedir: “ Bunun üzerine (İbrahim’in kavmi) vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) dediler ki: "Doğrusu siz haksızsınız." [15]Bu itirafa rağmen, konum ve çıkarlarını kaybetme endişesi, kibir ve inatları yüzünden, İbrahim (as.)’in kavminin tekrar eski inanç sistemlerine geri döndüklerini yukarıdaki ayetlerden (6/65-67.) anlayabiliyoruz.

Dolayısıyla İbrahim (as.)’in, (putları kavmini uyandırmaya dönük bir amaçla kırması gibi) yıldızlar, ay ve güneş ile ilgili anlatılan olayda da kavmini uyandırmaya çalıştığını düşünmek daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Zaten yukarıda da bu tür bir tespitin, ayetlerdeki ifadelerle daha uyumlu olduğunu izah etmiştik.

i-) Peygamberler, sünnetullah yasaları içinde gaybi yardımlarla desteklenmişlerdir:

Yüce Allah, belirli bir yasa ve hikmet içinde iyiliği yaymaya çalışan peygamber ve müminlere yardım edeceğini şu ayette beyan buyurmuştur: “Biz peygamberlerimize ve müminlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde (kıyamette) elbette yardım edeceğiz “[16]

Yüce Rabbimiz, peygamberlere ve müminlere dönük vadinin gereği olan rahmetini esirgememiş ve onlara değişik şekillerde yardım etmiştir. Nitekim Yüce Allah, İbrahim (as.)’ı ateşten kurtarmış, Musa (as.)’ı denizden geçirmiş, Firavun ve ordusunu da denizde boğmuştur. Sadece peygamberlere yapılan bu tür açık ve mucizevi yardımların dışında peygamberlere ve müminlere sayısız gaybi yardımlarda da bulunmuştur. Bu yardım türünün en önemli özelliği, gaybi (yani kimsenin göremeyeceği bir şekilde) yapılması ve tabiat kanunlarına aykırı bir durumun zahiren görülmemesidir. Yine bu yardım türünün doğal bir özelliği de yüce Allah haber vermedikçe, kimsenin yardımın yapılıp yapılmadığına dönük kesin bir şey söyleyememesidir. Bunlara örnek olarak, Bedir’de görülmeyen meleklerle yapılan yardımı[17], Müminlerin üzerine sekinet olsun diye indirilen uykuyu[18], bastıkları yeri sağlamlaştırmak için müminlerin üzerine yağdırılan yağmuru[19], Hendek savaşında müminlere yardım için, Müşriklerin üzerine gönderilen sert rüzgârı ve müşriklerin kalbine salınan korkuyu[20] ve benzeri gaybi yardımları sayabiliriz.

Diğer yandan bu gaybi yardımların, (müminlerin veya peygamberlerin durumu ne olursa olsun) sebepsiz ve her hâlükârda yapıldığı veya sebepler dünyasının iptal edildiği şeklinde de anlaşılmamalıdır. Nitekim bazı peygamberlerin öldürülmelerine rağmen kurtarılmayışları[21]  Hz. Muhammed (as.)’in ve Müslümanların Uhud savaşında mağlup olmaları, en gözde sahabelerin Mute savaşında katledilmeleri ve Mute bölgesinden geri çekilmek zorunda kalmaları da bu gerçeği ortaya koymaktadır. Aynı şekilde yüce Rabbimiz: “Mü'minlere yardım etmek ise bizim üzerimize bir haktır.”[22]buyurmaktadır. Şüphesiz yüce Rabbimiz, vadine sadık olanların en hayırlısıdır. Ümmetimizin bugünkü hali de, gaybi yardımların sebepsiz, ölçüsüz ve hikmetsiz bir şekilde yapılmadığının ve yapılmayacağının bir başka delilidir.

Bu nedenle denilebilir ki toplumsal mücadelede yapılan gaybi yardımlar, hidayetin takdir edilmesindeki sünnetullah yasası gibi işlemektedir. Bilindiği gibi fert ve toplumlar iyiliğe dönük değişimler için, özgür iradeleriyle bir gayret içinde olmadıkları sürece, yüce Allah’ta o toplumların durumunu değiştirmemektedir. Nitekim “Bir topluluk kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez”[23] ayeti de bu gerçeğin altını kalınca çizmektedir. Hidayet ve toplumsal değişim için bir irade ortaya konulmadan, yüce Allah’ın bunu beşer için zorla gerçekleştirmesi, insanların iradelerinin alınması anlamına gelecektir. Böyle bir durum ise, fert ve toplumlar için iyi bir durum olmadığı gibi, onurlu bir konumu da ifade etmeyecektir. Bundan dolayı yüce Allah, fert ve toplumlar erdemliliğe dönük bir çabaya yönelmedikleri sürece onlara zorla bir şeyi yaptırmamaktadır.  İnsanlar erdemliliği tercihe yönelip,  buna ulaşmak için gayret gösterdiklerinde ise, yüce Allah bu çabalarını bereketlendirmekte ve onlara gaybi yardımlarla destekler sunmaktadır.[24] Zira “ Allah rahmet etmeyi kendi üstüne yazmış(acımayı ve iyilik yapmayı kendisine prensip edinmiş)tir. “[25]

 Nitekim Huneyn savaşı olayı, bu söylediklerimizin somut bir örneğidir. Zira bu savaşta, müslümanlar sayılarıyla böbürlenip, disiplini terk edip, zorluklar karşısında sabırla direnemeyince bozguna uğramışlardı. Kaçışmalara rağmen, Resul (as.) çok az sayıdaki sahabeleriyle beraber, olağan üstü bir cesaret, sabır ve direniş ortaya koyup, kaçışan Müslümanları tekrar savaşmaya davet edince savaşın rengi değişmişti. Çünkü iradelerini yanlış bir tavırla kaçmaya dönük kullanan Müslümanlar, Resulün bu örnek önderliğiyle kendilerine gelmiş ve çağrısına olumlu cevap vererek direnen Müslümanlara destek vermek üzere geri dönmüşlerdi.  Yüce Allah’ta gaybi yardımlarla bu değişimlerini mükâfatlandırmış ve bozgunlarının zafere dönüşmesine destek vermişti. Huneyn savaşındaki bu tabloyu somutlaştıran ayeti kerimelere bakalım;

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geriye dönüp kaçmıştınız. Daha sonra Allah, Resul’üne ve inananlara katından bir sükûnet indirmiş, görmediğiniz askerlerle (meleklerle) sizi takviye etmiş ve inkârda direnenleri azaba uğratmıştı: İşte bu, hakkı inkâr edenlerin cezasıdır.”[26]

Sonuç olarak Resullere yapılan gaybi yardımın, Resulün ve müminlerin iyiliğin yayılmasına ve erdemliliğe dönük irade ve çabalarının, Yüce Allah tarafından, belli yasalar içinde, mükâfatlandırılarak desteklenmesi olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi de bu konuyla ilgili ayeti kerimelerden bazılarına bakalım.

Gaybi yardımlara işaret eden ayeti kerimeler:

“Eğer siz ona (Peygamber’e) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[27]

“Hani, yardım için Rabbinize yakarıyordunuz ve O da bunun üzerine size şöyle cevap vermişti: “Size birbiri ardından inen bin melekle yardım edeceğim!” Allah bunu ancak müjde olsun (sevinesiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşsun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız Allah katındandır. Allah daima üstün, hüküm ve hikmet sahibidir. Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu. Rabbin meleklere vahiy etmişti ki: 'Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık katın, inkâr edenlerin kalplerine amansız bir korku salacağım. Öyleyse (ey Müslümanlar,) vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına”[28]

“Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın! Hani (Hendek savaşında sizi yok etmek için düşman) ordular size gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgâr ve göremediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”[29]

“Kitap sahiplerinden inkâr edenleri, hemen ilk haşirde (Müslümanların, kaleleri önünde toplanmalarında) yurtlarından O çıkardı. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah onlara ummadıkları yerden geldi, yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın.”[30]

“(Bedir'de savaş için) karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Onlardan bir grup Allah için savaşırken diğeri O'nu inkâr ediyordu. (İnkârcılar inananları) göz bakışıyla kendilerinin iki misli görüyordu. Allah da (faydalı çalışmalarından dolayı) dilediğini yardımıyla destekliyordu. Muhakkak bunda, (hakikat) gözü açık olanlar için (alınacak) bir ders vardı”[31]

“Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisingeriye dönüp kaçmıştınız. Daha sonra Allah, Resul’üne ve inananlara katından bir sükûnet indirmiş, görmediğiniz askerlerle (meleklerle) sizi takviye etmiş ve inkârda direnenleri azaba uğratmıştı: İşte bu, hakkı inkâr edenlerin cezasıdır.”[32]

Ayeti kerimelerden de anlaşıldığı gibi, yüce Allah’ın sayısız orduları, gaybi yardımlar için sürekli hazır beklemektedirler. Yeter ki yeryüzüne rahmet olmak üzere gönderilen müminler, yeryüzünün imarı ve ıslahı için iradelerini ve çabalarını ortaya koysunlar. Bu durumda da gaybi yardımları her zaman yanı başlarında bulacaklardır. Tıpkı örnekleri ve önderleri Resullerin bu yardımları çok sık gördükleri gibi.

Sözlerimizin sonu Allah’a hamdtir. Ondan izzeti, bağışlanmayı ve hayırlı bir akıbeti niyaz ederiz. O ikramda bulunanların en hayırlısı, merhamet edenlerin en merhametlisidir.

 

[1] 69/44---47.

[2] 47/19.

[3] 48/1-3

[4] 80/1---12.

[5] 28/15.

[6] 9/43—45.

[7] 8/67.

[8] 33/37.

[9] 66/1.

[10] 20/121.

[11] 21/87.

[12]  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 430-431

[13]  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 430-431

[14] 21/58---67

[15] 21/64.

[16] 40/51.

[17] 3/123—127. 8/9—12.

[18] 8/11. 3/154.

[19] 8/11.

[20] 33/9.

[21] 2/61.

[22] 30/47.

[23] 13/11.2ın

[24] 6(160. 2/261.

[25] 6/12.

[26] 9/25,26.

[27] 9/40.

[28] 8/9---12.

[29] 33/9---

[30] 59/1,2.

[31] 3/13.

[32] 9/25,26.