Ramazan’da Bile Bağlanamayan Şeytanlar

KENAN ALPAY

Âlemlerin Rabbine hamdolsun, şükürler olsun ki rahmet ve mağfiret ayı olarak bildirilen Ramazan’a kavuştuk. Oruç ve namazla, infak ve duayla takvaya erişmemiz ve salihler zümresine dâhil olmamız için lütfedilen mübarek Ramazan’ın yudum yudum içmeye başladık.

Küfür ve şirkten, günah ve zulümlerden arınıp hayra, marufa ve ıslaha yönelmemiz için, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in rotasını çizdiği hidayet temelli bir hayat için yine ve yeni bir fırsatın işte içindeyiz. Peki, Hz. Muhammed (a)’ın Buhari veMüslim’den rivayet olunan şu hadisi şerifi bugüne nasıl tekabül ediyor acaba: “Ramazan ayının ilk gecesi girince şeytanlar ve cinlerin azgınları zincire vurularak bağlanır. Cehennemin kapıları kapatılır, hiçbir kapısı açılmaz. Cennet kapıları ise sonuna kadar açılır, hiçbirisi kapalı tutulmaz.”

Zalimlerin Ortak Paydası: Maliki

Saddam Hüseyin’in 30 yıllık kanlı despotizminin ardından ABD ve müttefiklerinin işgaliyle tam bir harabeye çevrilen, ardından İran ve ABD tarafından tahkim edilen Maliki rejimi marifetiyle tam bir cehenneme çevrilen Irak’ta ramazan ayı sizce nasıl idrak ediliyordur?

Mesela Irak’ta anne ve babalar evlatlarıyla, komşu ve akrabalarıyla huzur içerisinde iftar sofrasına oturabiliyor mudur acaba? Çocuklar, gençler yarış edercesine bir heyecanla teravih için camilere, mescitlere akın edebiliyor mudur? Yoksa Irak yine Saddam döneminde olduğu gibi, ABD işgali sırasında olduğu gibi Maliki rejimi döneminde de kanla boğulmuş acılardan başını kaldıramadığı bir zulüm ikliminden bunlara hiç fırsat bulamıyor mudur?

Irak’tan gelen haberler bütün bir kamuoyunu IŞİD tehdidine karşı teyakkuz hatta seferberlik halinde olmaya teşvik ediyor. IŞİD’in kampları bombalanabilir, militanları öldürülebilir veya hapsedilebilirse hem Irak’a hem de Suriye’ye çoktan barış gelecekmiş! Bu hususta sevindirici olduğu ihsas edilen haberler de yok değil. Sadece Maliki rejimi değil İran da büyük bir diplomatik efor harcayarak ABD’nin yanı sıra Rusya’yı da IŞİD sorununu halletmek üzere sürece dahil etmiş.

BBC Arapça’ya konuşan Maliki ABD Başkanı Obama gibi Rusya Devlet Başkanı Putin’in de desteğini aldıkları ‘müjde’sini verirken Irak semalarında ABD’nin İHA’ları çoktan uçmaya başlamış, Rusya’dan alınan Sukhoi savaş uçakları envantere kaydedilmişti bile. ABD’li 300 savaş uzmanı Bağdat’a inmiş,  Rusya ve Belarus’tan milyarlarca dolar ödenerek alınan savaş helikopterleri, füze savunma sistemlerinin teslimatına peyderpey başlanmıştı. Zaten çoktan beridir Irak’ın güneyindeki Basra Körfezi’nde de ABD’ye ait uçak gemileri güvenliği arttırmak ve muhtemel bir saldırıya destek vermek amacıyla hazır tutuluyordu.

Sünni eyalet ve kasabalarda başlayan ayaklanmayı bastırmak için Esed rejimine bağlı hava kuvvetleri Kaim gibi şehirleri vuruyor, İran ise General Kasım Süleymani komutasındaki Kudüs Ordusu’yla  ‘kutsal türbeleri’ korumak bahanesiyle Suriye’den sonra Irak’ta da esaslı bir siyasi ve askeri nüfuz alanı kuruyordu. Ayetullah Sistani başta olmak üzere hemen bütün Şii ‘ulema’ gibi İran da bu işgale ve işgal sonrası oluşturulan mezhepçi despotizme ortak oluyordu.

Gizli Tekfir ve Süslü Kafa Kesimi

Hemen herkesin “IŞİD’in arkasında ABD mi, İngiltere mi, Suudi Arabistan mı, Esed rejimi mi, İran mı var?” sorusuna odaklandığı bir vasatta sorulması gereken asıl soru şudur: Maliki gibi cinayetten yolsuzluğa, katliamdan işkenceye, tehcirden tecavüze değin sistematik suçların organizatörü bir ismin arkasında ABD, Rusya, İran, Esed rejimi gibi ülkeler neden ve nasıl duruyor? Üstelik de bu kirli ittifak hiçbir antiemperyalistin dikkatini de çekmiyor?

Şu durum fazlasıyla garip değil mi? Bir taraftan İşgale karşı direnenleri ‘terörist ve kukla’ yaftasıyla yok edilmesi gerekenler kategorisine dahil ediliyor. Diğer taraftansa zulme ve yolsuzluklara karşı direnen kitleleri işgalci rejimlerle işbirliği yaparak katletmeye yönelen despotik iktidarlar ‘istikrar’ adına destekleniyor.

Şehirleri, kasabaları, köyleri ayağa kaldıran, silaha sarılmaya iten sebepleri hiç ama hiç düşünüp soran yok. Kaç faili meçhul ve bombalama yaşandı, cezaevlerine tıkılan yüzbinlerce insanın maruz kaldığı zulüm ve işkenceler neydi, evini-barkını terke zorlananların akıbeti nedir, Nusayri cuntasıyla Şii fanatizmi Sünni toplumları nasıl bir ateş çukuruna mecbur ve mahkûm ediyor?

Sürecin özeti şudur: 10 Haziran’da başlayan ve ülkenin tam ortasında, en stratejik eyaletlerde yükselen Sünni isyanı ‘IŞİD’in kanlı bir sürprizi’ gibi algılamamızı isteyenler esasen çok kapsamlı bir psikolojik harekât yapıyorlar.

Rusya ve İran’ın Suriye’deki işgalini görünmez kılmak üzere IŞİD odaklı söylem ve perspektif üretenler şimdi de Irak’taki ABD ve İran işgalini de görünmez kılmak için mevcut gelişmeleri IŞİD tehdidi üzerinden okumamız için muazzam bir propaganda yürütüyorlar. Esed rejimi tarafından Suriye’nin, Maliki rejimi tarafından Irak’ın içine sürüklendiği şiddet sarmalı yaşanan açmazın asıl sebebidir oysa.

Bu bağlamda kafa kesme ve kafasına kurşun sıkarak infaz etme gibi canice görüntüleri IŞİD’in yarış yaparcasına sosyal medya üzerinden servis etme siyaseti salt vahşet üretme potansiyelinin dışavurumundan ziyade çirkin bir propaganda çalışmasıdır. Hem bu vahşi infaz görüntülerini çekip servis eden örgüt hem de bu görüntüler üzerinden bütün İslamcı-Sünni muhaliflere dair bir barbarlık algısı inşa ederek despotizmi meşrulaştırmaya çalışanların kendi hesaplarına bir manipülasyon yaptıkları açıktır.

Gelinen nokta şu acı gerçeğin altını kalınca çizmemizi gerektirmektedir: İşkence ve katliam politikaları ABD ve müttefiklerinden Maliki rejimi ve efendisi İran’a aynen tevarüs etmiştir. Irak’ı özellikle Sünni toplum için yaşanılamaz bir coğrafyaya dönüştüren de bu mezhepçi fanatizmdir. Esed rejimi gibi Maliki rejimi de arkasına aldığı İran ile birlikte Sünniliği-Selefiliği tıpkı ABD, Rusya ve diğer emperyalist devletler gibi sapkın bir ideoloji, kana susamış bir fanatizm olarak zihinlere kazımak istiyor.

İran merkezli olarak üretilen “türbeleri koruma ve Kudüs’ü özgürleştirme” propagandası her türlü cinayet, katliam, işkence, tehcir ve işbirliğini meşrulaştırmak üzere sürdürülen siyaset bir Acem-Fars diplomasi siyasetidir. Sıfatı ister Ayetullah olsun ister Huccetül-İslam hiç fark etmez bu Acem-Fars siyasetinin bani ve temsilcileri İslami ve ahlaki olanı gaye edinmiyorlar. Tam tersine ilkesiz, pragmatik ve çirkin ayak oyunlarıyla İslami ve ahlaki olana karşı mücadele veriyorlar.

Aşırı dinci terörist, kana susamış cihadist, Emevi artığı gibi çirkin sıfatların ‘tekfir’den daha az kötü olduğunu kim söyleyebilir. Üstelik isnat ettikleri bu çirkin sıfatlarla şeytanlaştırmaya çalıştıkları insanların üzerine ABD-Rusya yapımı savaş uçaklarıyla askeri operasyonlar yaparak milyonlarca insanı mağdur ediyorlar.

Suriye’de Esed’in, Irak’ta Maliki’nin, Mısır’da Sisi’nin, Libya’da Hafter’in zincirlerini çözenler kim? Filistin’i İsrail’in işgaline terk eden kim? Bu dünyada mazlum halklar için cehennemi yaşatmaya azimli olanlar aslında ahiret gününde kendi cehennemlerini inşa ediyorlar. Elbette ABD ve Rusya’dan ibaret değil şeytan-cehennem silsilesi çünkü İran ve Suudi Arabistan’ın içine düşürüldüğümüz bu kanlı hikâyedeki payları diğerlerininkinden hiç de az değil.