Her yıl Ramazan'ın ilk günü, iftar saatinde özelikle bazı türbelerde yoğun izdiham yaşanmasını kanallar haber yapar. Bu bir Ramazan klasiğidir adeta. Habere sosyolog, psikolog ve ilahiyatçılardan alınan görüşler eşlik eder. En ağır eleştiri genellikle ilahiyatçılardan gelir. Türbeye gitmenin, adak adamanın, türbede oruç açmanın caiz olmadığı bilindiği halde neden böyle yapıldığı üzerinde çoğu defa “incitici” analizler yapılır.
Bendeniz, çocukluğumdan itibaren rahmetli büyük annemin ve onun “Cuma Arkadaşlarının” atmosferinde; dindarlığın mekan ve cemaat üzerinden beslenen damarlarına tanık olarak büyüdüm.Onun için dindarlığın her türlü farklı görüntüsü çocukluğumun albümlerinde saklı durur.
Kapı komşumuz Sevdinaz o zaman için bir hayli iddialı sayılan japone kol(sıfır kol) buluzlar giyer, namaz vakti beline kadar inen mermerşahiden namaz örtüsünü örtünür, huzura dururdu.
Ev sahibimiz her ramazan teravih kılmayı yeni baştan hatırlamaya çalışır rahmetli büyükannemden yardım isterdi. Büyükannem ev sahibimiz Sabahat hanım'a önce namazı nasıl kılacağını uzun uzun anlatır sonrada aynı safta namaza durur ve namaz surelerini yanındakinin duyabileceği bir ses ile okurdu. Sabahat hanım asla tek başına namaz kılamazdı.
Gençler ve dini terbiyeyi aile içinde almamış olanlar için Cuma toplantılarının ve mukabelelerin ne kadar önemli olduğunu gördüm ilk gençlik yıllarımda. İki mahalle ötemizde oturan Bulgaristan göçmeni Bedia Teyze her Ramazan büyükannemin isteği üzerine bizim evde mukabele okumaya başlardı.Her toplantı öncesi Türkiyeli Türklere serzenişte bulunur “biz dinimizi gavur baskısına rağmen koruduk size ne var diye kızardı.
Bütün bir yıl boyunca mahallerinden dışarı çıkmamış kadınlar için, Ramazan, ruhlarını mekanlardan ve makamlardan doyurmak için özgürleştikleri bir zaman dilimi idi.Ne yapılır edilir mukabele tamamlandıktan sonra (ramazan bitmeden tamamlanması için bir hafta önceden başlanırdı) bir otobüs tutularak Merkez efendi,Sünbül Efendi,Eyüp Sultan ziyaretleri yapılırdı.Bazı hanımlar şoförün varlığından dolayı, itiraz etse de “evladımız yerine ayol” diyerek itiraz geçersiz kılınarak, ilahiler söyleye söyleye gidelecek yerlere vasıl olunurdu.
Çok küçük yaşlarda olduğum halde mekanların dilini çözmeye bu ziyaretler vesilesiyle alıştım. Zamanın kutsiyetine gark olmak için kendinizden başka bir kalbe resminiz düşsün istiyorsunuz.Yana yakıla dua edebilmek için, yana yakıla dua eden birini görmeye duyulan bir ihtiyaç belki de bu.
Kutsal mekanlar ziyaret edildikten sonra geriye üç boyutlu bir resim kalıyor. Orada o mekanda dua ederken etrafınızdaki herkesin o anın içine sadece dua etmek üzere dahil olduğunu bilmek manevi elektriği arttırıcı bir unsur. Dua eden ellerle çevrelenmiş bir mekanda zaman yekpare bir bütün olarak idrak ediliyor.Var olmanın en yoğun olarak hissedildiği an dua anı.
Kirkegard dua Tanrıyı değil ama dua edeni değiştirir der...Biz Müslümanlar hayırlı duaların dünyayı değiştireceğine inanırız.Huzurdan geri dönmeyen dualar bütün kainat için hayır vesilesidir.
Keşke Türkiye'de seküler zihniyet sahipleri ve kendi aklını İslamın önünde tutan din adamları, “duanın ruhunu” kavrayabilmek için biraz çaba gösterebilseler.
Oysa ne acıdır ki yağmur duasına çıkan müminleri bile “ti”ye alan “aydın”larımız var.Yağacak yağmur sanki sadece duaya çıkanların bahçesiyle sınırlı kalacakmış gibi.
Ramazan-ı şerifinizi tebrik ediyor, ülkemizdeki ve dünyadaki bütün yoksulları unutamayacağınızı, her daim hatırlayacağınızı umut ediyorum. Bereketli, muhabbetli bir ramazan ikliminde yaşayabilmemiz için avuçlarımız karıncalanıncaya kadar açık durur inşallah. Şair diyor ya hani “Dua dua eller hep karıncalanmış”.
İşte öyle.
Yeni Şafak gazetesi