“Pembe gözlükler kırıldı:  ‘Toksik iyimserlik’ artık kimseyi kurtarmayacak!”

Yunus Emre Erdölen’in Serbestiyet’te yayımlanan "İflah Olmaz Bir İyimserin 2026 Paniği: Karamsarlıkta İhtiyat, Tedbirde Israr" başlıklı yazısı, küresel sistemin gidişatına dair ilgi çekici tespitler ve değerlendirmeler içeriyor.

Bildiğimiz dünya başımıza yıkılırken, "her şey güzel olacak" tesellisi yerini sert bir gerçekçiliğe bırakıyor. Yunus Emre Erdölen, Trump’ın öngörülemezliği ve küresel düzenin sarsılışı karşısında, 2026’nın getireceği olası kaosa karşı herkesi "ihtiyatlı bir karamsarlığa" ve sıkı tedbir almaya davet ediyor.

Yazının temel savı; dünyanın artık eski bildiğimiz, öngörülebilir düzeninden tamamen çıktığı ve bu yeni kaos çağında "saf iyimserliğin" (toksik iyimserlik) bir koruma sağlamayacağıdır. Yazar, 2025'in zorluklarından sonra 2026'nın çok daha sert geçeceğini öngörerek, hayatta kalabilmek için karamsarlığı bir "ihtiyat mekanizması" olarak kullanmak gerektiğini savunuyor.

Yer yer karamsarlık içermekle birlikte, yazı, aslında bir "umutsuzluk" çağrısı değil; tam tersine, yaklaşan fırtınayı görüp ona göre yelkenleri indirme ve tedbir alma çağrısıdır. Erdölen; “Bildiğimiz dünya düzeni yıkılıyor; ABD hegemonyası Trump ile birlikte derin bir belirsizliğe sürükleniyor. Direksiyonda ne yapacağı belli olmayan, ekran bağımlısı ve öngörülemez bir liderin (Trump) olması, küresel güvenliği tehdit ediyor. Giorgia Meloni gibi Avrupalı liderlerin değişen dengeler karşısında yaşadığı sıkışmışlık, eski dünyanın çaresizliğini temsil ediyor.” diyor.

İflah Olmaz Bir İyimserin 2026 Paniği: Karamsarlıkta İhtiyat, Tedbirde Israr

Yunus Emre Erdölen / Serbestiyet


Saklayamadığı mimikleri ve açık sözlülüğüyle meşhur Giorgia Meloni, geçtiğimiz Salı günü her İtalyan liderin Noel zamanı yaptığı gibi Roma’daki başbakanlık konutu Palazzo Chigi’de kabinesini ve kamu görevlilerini topladı. Yakın çalışma arkadaşlarının hem dini bayramlarını hem de yeni yıllarını tebrik etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sık sık sigarayı bıraktırmaya çalıştığı Meloni, bu sefer melankoliye ve realizme fazla kapılmış, belki de gündeme baktıkça biraz da dertlenmiş olsa gerek ki önceki senelerdeki gibi iyimser bir konuşma yapmadı, dürüst sözleriyle herkesin tadını kaçırdı:

“2025’in sonları hepimiz için zordu. Endişelenmeyin, önümüzdeki sene çok daha kötü olacak. Bu nedenle bu tatili iyi değerlendirin, çünkü mükemmel ulusumuz için çalışmaya devam edeceğiz.”

2025’in değerlendirmesini ve 2026’nın beklentisini en gerçekçi şekilde dile getiren liderin aslında 48 yaşındaki Giorgia Meloni olması pek de tesadüf değil. Meloni şu anda belki de dünya sahnesindeki en realist ve pragmatist siyasetçilerden biri. 19 yaşındayken Mussolini hayranı bir faşist aktivist olan Meloni, zamanla sağ siyaset içerisinde yükselmiş, önüne çıkan fırsatları değerlendirip İtalyan sağını ele geçirmiş ve dünyada yükselen sağ rüzgarı çok iyi bir şekilde arkasına almış bir lider.

Her ne kadar kazandığı seçimlerin ardından Batı ittifakında tehlike çanları çalsa da Meloni seçilir seçilmez Ukrayna konusundaki net tutumu, Rusya ve Çin’e karşı tepkisi, Trump ile dostluğu sayesinde kendisini Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık’ın aksine kenara itilmiş değil, tam aksine Trump’ın yeni dünyasının en önemli figürlerinden biri olarak buldu. Trump ve Trump’ın dünyası nezdindeki saygınlığının ve popülerliğinin büyüsüne kapılıp performatif bir noktaya savrulmadı; yeri geldiğinde Trump ile ayrı düşmeyi de göze aldı. Politikaları konusunda net oldu.

Sanırım tam da bu yüzden, Trump’ın dünya barışı getirmeyi, her şeyi birden “mükemmel” yapmayı vaadettiği tuhaf bir öngörü yerine çok daha ayakları yere basan bir 2026 vizyonu çizdi.

Haksız da sayılmaz.

İsrail’den Ukrayna’ya, Suriye’den Çin’e mevcut cepheler her şeye rağmen tam olarak kapanmazken; Venezuela gibi yeni çatışma alanlarının çıktığı ve çok tuhaf bir şekilde dünyada önü açılırken ülke içinde eli kolu bağlanan bir ABD başkanının başrol olduğu bir seneye giriyoruz.

Umutlanacak, masa altında üzüm yiyecek kadar hayata toksik iyimserlikle yaklaşacak bir hava yok gibi.

Trump sitcomunda yeni Trumplar

Bir zamanlar Mussolini hayranı olan Giorgia Meloni’nin muhasebesini yaptığı 2025 senesinin en çok konuşulan içeriği trajik bir şekilde Mubi’deki Mussolini dizisiydi. Mussolini’nin doğrudan seyirciyle konuşarak, göz teması kurarak dördüncü duvarı yıktığı dizi faşist liderinin toplumdaki mevcut sorunları çözemeyen merkez siyaset karşısında nasıl adım adım faşizmi örgütleyip denge ve denetleme kurumlarını ele geçirdiğini ve totaliter bir yönetim kurduğunu anlatıyor; bir nevi faşizmin röntgenini çekiyor.

Bu diziyi 2025 yılında izlemek belki Meloni’ye gençlik yıllarını hatırlatıp bir keyif sigarası yaktırmış olabilir; ama birçok kişi için endişe vericiydi. Yasama organlarının güç kaybettiği, yargı kararlarına uyulmadığı, otoriter eğilimli liderlerinin arkasına öfkeli geniş kitleleri alarak hukuku büyük ve ulvi amaçlar uğruna askıya aldığı bir düzen, sadece eski kötü günlerin değil, günümüzün de özeti.

Hiç şüphesiz birçok kişi diziyi izlerken, bir sene gibi kısa bir sürede Amerikan’ın mevcut düzenini ters yüz ederek yepyeni bir rejim kuran Trump’ı düşündü. Fakat maalesef Trump’ı akla getirmek için 2025’in bize sunduğu tek fırsat bu mini dizi değildi.

İrlanda, Hollanda veya New York belediye başkanlığı gibi bu yazıyı kaleme alan bir toksik iyimserin (bendeniz) haftasonu yazılarını okuyanların aşina olduğu birkaç iyimser seçim dışında dünya her sandığa gittiği akşamın sabahına yeni bir Trump ile uyandı.

Japonya sandığa gitti ve geçmişte bırakmaya çalıştığı agresif günlerini öven, Trump’a öykünen, turist ve göçmenlere yönelik tepki üzerinde sörf yapan heavy metalci, motorsiklet düşkünü Demir Leydi ve Taliban lakaplı Sanae Takaichi’yi başbakan seçti. Takaichi ise ilk sınavı Trump ile Amerikan askerleriyle bir miting düzenleyerek ve ABD başkanını dünya başkanı gibi ağırlayarak yıldızlı pekiyi ile geçti.

Arjantin’in testereli liberteyen başkanı Javier Milei, sadece Trump dünyası ile içli dış olmakla yetinmedi, ekonomiyi toparlamak için Trump yönetiminden yardım istedi ve aldığı 20 milyar dolarlık yardım ile iflastan kurtuldu. Trump Milei’ye destek vererek yasama seçimlerine müdahale etti, seçmenleri sola oy vermemeleri için tehdit etti.

Her ne kadar seçimleri henüz kazanamasalar da hem Trump hem de Elon Musk Birleşik Kralllık, Fransa ve Almanya’daki sistem karşıtı aşırı sağcı partileri açıkça destekledi, 2025 boyunca bu partiler hem söylem hem de platform açısından çok avantajlı bir konum elde ettiler. Avrupalı seçmene “bakın ABD’de de bu oluyor, demek ki biz normaliz” mesajı vererek kendilerini hem meşrulaştırdılar hem de “aşırı sağ ülkeyi yönetemez” algısını Trump ve şükelası vesilesiyle yumuşattılar.

Ne ilginç ki dünya 2025’e veda seçimini ise Şili’de kaçak bir Nazi subayının İsrail destekçisi oğlu Kast’ın zaferiyle kapadı.

Kast da diğer isimler gibi pek özgün bir slogan veya söylem eklemeden Trump’ın 2024 zaferine giden taktikleri tekrarlayarak seçimleri kazandı.

Göçmenler, suçla mücadele, elitlere karşı öfke.

Merkez siyaset kendisini toparlamadıkça, bu sorunları görmezden gelmeye ve akılcı, kapsayıcı çözümler ve yeni bir büyük hikaye sunmadıkça bu basit formül Trump gibilerle kazanmaya devam edecek gibi duruyor.

Trump’ın bu tek kişilik dev gösterisi dünyanın bütün kentlerinde büyük bir ilgiyle izlenirken ilginç bir şekilde Trump kendi ülkesindeki otoritesini zamanla kaybetti, ipleri elinde tutmakta zorlanacağı bir seneye girmek zorunda kaldı.

Dünyada yelkenler fora, evde temkinli bekleyiş

Trump büyük bir seçim zaferiyle oturduğu ABD başkanlığı koltuğunun dış politikaya dair tüm yetkilerini büyük bir şevkle kullandı. İsrail’in Katar’ı büyük bir öngörüsüzlük ile vurmasının ardından barış planını İsrail ve Hamas’a dayatmayı başardı, Suriye’de Şara hükümetini destekleyerek temkinli bir istikrarın kapısını araladı, İran’ı hem Lübnan hem bölgede zayıflatıp vurarak İran’ın gücünü kırdı, uzun vadede ABD’nin çekilebileceği ve Çin’e odaklanabileceği bir Ortadoğu düzeninin prototipini kurmaya başladı.

Her ne kadar görüşmeler ilerlemese de Ukrayna ve Rusya konusunda kendisinden beklenenin aksine Ukrayna’yı tamamen terk etmeyerek dengeli bir yol izlemeye başladı; barış görüşmelerine dair umutları şimdilik arttırdı.

Venezuela’ya uyuşturucu çetelerini bahane ederek müdahale etmek istemesi ise hem Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığını azaltacak hem de Trump’ın dünyaya “demokrasi” getirme projesi olarak sunabileceği uzun vadeli bir plan. Trump, böylece kendisini destekleyen lobileri zengin edebilir, ABD için yeni bir etki alanı yaratabilir. Nobel Barış Komitesi de ülkesinin petrollerini göstererek ABD’yi işgale çağıran muhalif lider Machado’ya ödül vererek aslında Batı müesses nizamı ile Trump arasında bir “barış” valsi başlatmış, bu rejim değişikliği projesine ortak olmuş oldu. Maduro’nun cevabı ise şimdilik sadece şarkı söyleyip dans etmek.

Fakat Venezuela’ya askeri müdahale sadece dış etkenlerle okunmayacak kadar grift bir plan. Zira bu savaş Trump’ın iç siyasette tıkanan elini de açması bir fırsat. Trump dünya sahnesinde tek başına planlar sunan, insanları sahneye dalga geçirerek çağıran, liderlere lakap takan, adını bilmediği ülkeleri nobranca barıştırmaya çalışan bir figürken; ülke içinde hiç olmadığı kadar tıkanmış durumda.

Trump, ilk darbeyi kendisine seçim döneminde milyonlarca dolar bağışlamış Elon Musk’tan yedi. Musk Trump ile kavga edip hükümetten istifa eder etmez ilk iş olarak Trump’ın Epstein belgelerinde olduğu ve azledilmesi gerektiğini yerine başkan yardımcısı JD Vance’nin geçmesini istediğini söyledi. Epstein belgelerini açıklamakta direnmesi üzerine kendi partisinde çıkan isyana boyun eğen Trump belgelerin açıklamasını zorunlu kılan yasayı onayladı ve belgeler düzenli olarak açıklanmaya başladı. Henüz Trump’ı zora sokan bir belge çıkmadı, fakat Trump’ı acil durum odasında toplantılar yapacak, kendisini eleştiren Cumhuriyetçi vekilleri hedef gösterecek kadar paniğe sevk eden şeyin ne olduğunu herkes merak ediyor.

Bu nedenle de Demokratlar özellikle 2026 ara seçimlerine giderken bu mesele, ekonomi dışında pek bir şey konuşmamayı Kasım ayındaki seçimlerde de Cumhuriyetçilerin şu anda kıl payı ile çoğunluk oldukları Senato ve Temsilciler Meclisi’ni ele geçirip Trump’ın azil sürecini başlatmayı planlıyor.

Bu nedenle açıklanan her belge, küstürdüğü her seçmen, seçimleri kazanmasına vesile olan enflasyonu düşüremediği her ay; Trump’ın elini kolunu içeride daha da bağlıyor. Tam da bu nedenle Trump yeni cepheler açarak veya mevcut cepheleri büyük törenlerle kapayarak, büyük ticari anlaşmalarla ülkeye sıcak paraya çekerek iç siyasette tıkanan yolları açmaya çalışıyor. Venezuela müdahalesi de kendisine 2024’te sürpriz bir şekilde yoğun destek veren muhafazakar Katolik Hispanik göçmenleri tatmin edebilecek bir jest olabilir.

Trump’in iç cepheyi rahatlatmak için yapması gereken bir diğer şey de sırtına yapışan bir yükü yolda bırakmak olacak.

İsrail yüküne veda vakti mi?

Trump her ne kadar İsrail lobisinin yoğun desteğiyle seçimleri kazanmış olsa da İsrail Batı kamuoyunda, özellikle ABD’deki en kötü senesini yaşadı. Suikasta uğrayan muhafazakar kanaat önderi Charlie Kirk faciası bunun en iyi örneğiydi. Somut bir delil olmamasına rağmen Netanyahu işi gücü bırakıp televizyon televizyon gezerek Kirk’i öldürmediğini söyledi, İsrail 7/24 kendini iyi göstermek adına anma törenleri düzenledi.

Demokratlardaki İsrail karşıtlığının özellikle Zohran Mamdani gibi Filistin aktivisti Müslüman bir sosyalistin İsrail lobisinin göbeği New York’un belediye başkanı seçilmesiyle zirveye çıktığı bariz olsa da en büyük değişim anketlere göre Cumhuriyetçi gençlerde yaşanıyor. Bu nedenle 2028’de başkan adaylığını düşünen JD Vance şimdiden “İsrail’i eleştirmek antisemitizm değildir” gibi çıkışlar yapıyor, özellikle Tucker Carlson gibi isimler muhafazakarlardaki İsrail karşıtlığını arttırma konusunda ciddi mesafe kaydediyor.

Barış anlaşması şimdilik imzalansa ve uygulansa da İsrail’e karşı dünyadaki tepkiler devam ediyor; Greta Thunberg ve Sumud filosunun eylemi 2025’in en epik anlarından biriyken 2026 Eurovision yarışmasının tarihindeki en büyük krizi yaşadığı sene olmaya hazırlanıyor. İsrail’in büyük lobi çabaları sonucunda diskalifiye olmamasına karşı İspanya, Hollanda, İrlanda, İzlanda ve Slovenya’nın yarıştan çekilmesi, kalan ülkelerin de büyük ihtimalle İsrail’i protesto eden sol eğilimli sanatçılarla yarışmaya katılacak olması İsrail’in en ufak, en apolitik ortamda bile artık zorlanacağını gösteriyor.

Trump’ın özellikle Katar saldırısının ardından Katar’a İsrail’in bile sahip olmadığı butik bir NATO vermesi, Suriye’deki istikrarsızlaştırma çabalarına rağmen Şara’nın merkezi hükümetini ve Kürtlerle entegrasyonu desteklemesi de bunun kanıtı. İsrail’in işine gelen Suriye’de yeni bir iç savaşın başlaması, Türkiye’nin etkisinin kırılması, İran’da rejim değişikliği ve Lübnan’da etkin bir hükümetin kurulamaması.

Trump yönetimi ise artık Ortadoğu’da kalmak istemiyor. Bu nedenle geride mevcut aktörlerle makul bir istikrar ve barış bırakmak istiyor. İran’da rejim değişikliği savaşının istikrarsızlığını değil, güçsüz bir İran istiyor. İsrail’in güçlü ve egemen olmasını ama bir yandan da Suriye, Lübnan gibi ülkelerde o kadar da başat bir güç olmamasını, dengelenmesini, ABD’nin izninden çıkmamasını talep ediyor.

Bu vizyonu anlamak içinse Tom Barrack’ın açıklamalarına bakmak yeterli.

Bu vizyonun hayata ne kadar geçeceğine ise elbette ABD içinde güç kaybeden Trump’ın siyasi serüveni belirleyecek.

Trump’ın bu serüveninin önündeki tek engel ise geçmişteki olası skandalları değil.

Panzehir solda mı?

İsrail’e yönelik kamuoyu tepkisi Batı’da Müslümanlarla solcular arasında hem büyük bir insanlık ittifakı ördü hem de siyasetin kalıplarını yıktı. İrlanda sosyalist bir Filistin destekçisi kadını, Hollanda ise Filistin konusunda net tavrı olan eşcinsel bir sosyal liberali sandıktan birinci çıkardı. Almanya ve Fransa’da Filistin’i destekleyen solcular Müslümanlarla işbirliği yaparak oylarını arttırdı, İngiltere’de İşçi Partisi İsrail nedeniyle sınıfta kalırken sol ve Yeşiller yeni mecralarla sokaktaki bu ittifakı meclise taşıma hazırlıklarına başladı.

Fakat hiç şüphesiz en büyük dönüşüm ABD’de. Özellikle sadece Amerika’ya değil, dine, siyasete ve hayata bakışıyla tüm dünyaya heyecan veren Zohran Mamdani, Filistin aktivisti Müslüman bir sosyalist olarak cami cami gezerek, Yahudisinden eşcinseline her kesimle ilkelerinden vazgeçmeyerek bir araya geldi, özgün bir sosyal medya kampanyasıyla, gece kulüplerinden sinagoglara her yere gidip herkesle konuşarak büyük bir seçim kazandı. Zohran’ın Trump ile buluşup övgülerini alması da aslında siyasette başarılı iki sahici ve öyle yada böyle bir kavgası, hikayesi olan iki müesses nizam karşıtının bir araya gelmesi, birbirlerine karşı olmalarına rağmen güçlerini ve etkilerini takdir etmesiydi.

Zohran’ın kanalizasyon veya yol sorunlarını ne kadar çözebileceği pek mühim değil, fakat daha önce sandığa gitmeyen çok farklı kesimleri ortak bir amaç uğruna birleştirmesiyle müesses nizam Demokratları sarstı bile. Şimdiden birçok solcu genç İsrail destekçisi ve orta yolcu renksiz Demokrat vekilin önseçimlerde rakibi oldu. Demokrat Parti içinde sosyalist kanat gündelik hayat pahalılığı, gelir eşitsizliği ve İsrail konularını gündeme getirerek uzun vadeli bir bayrak yarışı başlattı.

2028’de başkan aday adaylığını açıklaması muhtemel Alexandria Ocasio Cortez de bu bayrak yarışının en önünde hırsla koşacak, renksiz siyasete Trump karşıtlığından ibaret olmayan yeni bir hikaye katacak gibi.

Bütün bunlar olurken Airpods yerine kablolu kulaklık kullanılması gerektiği ve flört taktikleri üzerine tavsiyeleriyle gündeme gelen Kamala Harris ise aynı renksiz ve sıkıcı siyaseti tekrarlayarak 2028’de tekrar şansını denemek için kollarını sıvadı. En hızlı laf sokan Demokrat Partili yarışına isim tanınırlığına güvenerek girmek isteyen Harris’in ABD solu gibi bir hikayesi yok, ama çok zengin tanıdıkları ve şöhreti var.

Trump’ın ve Trumpizmin hikayesinin sonunu da bu mücadele belirleyecek. Renksiz siyaset ile bir derdi olan siyasetin Demokrat Parti içindeki önseçim mücadelesi 2028’in seçim sonucunu tayin edecek.

Ve sanırım maalesef 2026’nın da hikayesini yine 2025 gibi Amerika tayin edecek. Papa’nın da hayatımızda artık her yeri kaplayan yapay zeka uygulamalarının da Amerika menşeili olduğunu düşününce bu durum pek de şaşırtıcı değil sanki.

Amerika’dan ötesi var mı?

Tuhaf bir durum olsa da Amerika dünya sahnesinde geriye çekilirken, hegemonyasına yeni ortaklar ve rakipler eklenirken bile dünyanın gidişatında en çok etkiye sahip ülke. Şimdi de bu ülkenin başında tek başına sahneyi dolduran, her kelimesiyle, her tweetiyle spot ışıklarını üzerine çeken bir “star” var. Bu sahne yıldızı gözleri kamaştırmasa da her seferinde insanları şaşırtmayı, ağlatmayı bazen de çaresizce alışıp güldürtmeyi başarıyor.

Yine de her türlü rezalete rağmen askeri, ekonomik ve siyasi gücüyle ve bunu arttırmaya yönelik planlarıyla ABD ve Trump 2026’nın kaderini çizecek, kaosumuzdaki ateşi daha da harmanlayacak. Kendi ülkesindeki skandalları unutturmak, ertelemek, azledilmemek adına bizim ateşimizle oynamaya hunharca devam edecek.

Buna karşılık Çin’in olası bir Tayvan hamlesi, Rusya’nın Ukrayna’daki masaları devirip ilerlemesi söz konusu olur mu ? Meçhul.

ABD’nin hegemonyası Trump ile birlikte çöker mi, yoksa Avrupa ABD’nin tamamen yörüngesine girmeyi mi tercih eder? Belirsiz.

Fakat Giorgia Meloni’nin daha çok efkâr sigarası yakacağı kesin.

Zira direksiyonun başında Trump var ve nereye gittiğimiz konusunda onun bile bir fikri yok.

Noel gecesini uzun ve tuhaf bir “Epstein dosyası” tweetiyle kutlayacak kadar ekran bağımlısı olduğunu hatırlarsak önündeki yola bile bakarak sürdüğü meçhul.

Hakkımızda hayırlısı olsun.

2026, 2025’ten beter de en azından biraz insaflı olsun.

İyi seneler.

Yorum Analiz Haberleri

Ateşkes ihlalleri ve cezasızlık düzeni
Sapanca Gölü neden kuruyor?
Futbolun/sporun içindeki ‘bahis’, ‘uyuşturucu’ ve ‘teşhircilik’ tuzağı
Beyaz Saray’da "Önce Amerika" diyenler ile "Tanrı için İsrail" diyenlerin çekişmesi
Cezayir’de sömürgeci mirasla büyük hesaplaşma