Patlamaya Hazır Bir “Balon”: Lone Survivor

ERKAM KUŞÇU

Askerlerin eğitim kamplarının zorlu şartlarındaki, içerisinde hayati tehlikelerin de bulunduğu koşullarda yaptıkları talim görüntüleri, dostluklarını belirten; takım arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğrafları, kişisel eşyaları… Bu detaylar bir filmin açılış sekansı açısından normal gibi gözükebilir. Ardından “gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır” yazısı ve bizim Afganistan’ımızın sonsuz stepleri...

Lone Survivor filmi 2013 yılına ait vasat bir yönetmen olan Peter Berg’in son filmi. Daha önce yaptığı yüksek maliyetli gişe filmleriyle tanınan Berg bu son filminde “biraz da Hollywood gazlayalım” demiş olacak ki, son derece bayağı bir filme imza atmış. Ancak hakkını da vermek gerekirse sinematografi açısından bu sefer fena bir iş çıkartılmamış fakat bizleri daha ziyade işlenen konunun içeriği ve anlatım tarzı ilgilendiriyor.

“Bu Film Kırmızı Kanatlar Operasyonu’nda Hayatını Kaybedenlere Adanmıştır”

Başarısız bir operasyon girişiminin anlatıldığı filmde, Amerikan askerleri “Kırmızı Kanatlar” adını verdikleri ve 20 tane Amerikan askerini öldürmekle suçladıkları Taliban’ın üst düzey komutanlarından birisini öldürmek için görevlendirilirler. Belirttiğimiz gibi operasyon başarısızlıkla sonuçlanır ve geriye yalnızca tek bir asker hayatta kalmıştır. Film, bu askerin yazdığı otobiyografik kitaptan sinemaya uyarlanmıştır.

Filmin ilgimizi celbeden bazı sahnelerini incelersek… Operasyonun başlangıcında bir aksilik yaşanır ve askerlerin pusuya yattıkları yerin yakınına Afgan bir çoban ve oğulları gelir. Bunları tutuklayan Amerikalı askerler uzunca bir süre bu sivilleri öldürüp öldürmemeyi tartışırlar ve CNN’nin akşam haberlerine çıkma korkusu ağır bastığı için “öldürmemeye” karar verip tutsakları salarlar. Bundan sonra her şey tersine işlemeye başlar. Yani bir sivilin öldürülmemesi ve Taliban mensubu direnişçileri bu durumdan haberdar etmesi sonucu beş Amerikan askerinden dördü öldürülür yalnızca birisi hayatta kalır. Öncelikle bu sefil başlangıç noktası filmin nasıl bir bedbahtlık içerisinde olay örgüsünü tamamladığını anlamak için yeterlidir. Öldürmezsen o çocuğu başına gelecek olanlar bellidir işte! Sivillerin öldürülmemesi yönünde görüş belirten başkahraman derin derin bunları düşünürken serbest bırakılan Afgan gencinin Taliban’a haber vermek üzere yaptığı uzun koşu ve korkunç yüzü uzun uzun gösterilir izleyiciye. Bu nasıl bir yaklaşımdır ki olaylarla alakası olmayan sivillerin öldürülmesini askerlere tartıştırıp ardından ahlaki değil son derece ilkesiz bir tutum sonucunda aldıkları kararları dahi bizlere sorgulattırmaktadır? Şurası açıktır ki eğer o sivilleri katletselerdi, operasyonu da gerçekleştirip bölgeden sorunsuzca çekilmek gibi bir ihtimalleri daha vardı. Yani şimdi bu askerler insaf sahibi mi oldular? Bu kadarla da kalmayarak filmin sonu “ Bu film ‘Kırmızı Kanatlar’ operasyonunda hayatını kaybeden askerlere adanmıştır” yazısı ile bitiyor ve katilini aklamaya çalışan Hollywood’un bu iğrenç çabasını gözler önüne seriyor.

Bir diğer mesele Amerikan askerlerinin öldürülme sahneleridir. Filmin başında bu askerlerin aileleri ve “takım arkadaşlarıyla” (askerler birbirleri için böyle tanımlamalar söylemektedir) çekildikleri fotoğraflar, kişisel eşyaları ve aileleriyle yaptıkları telefon görüşmeleri, internet yazışmaları bizlere uzun uzun seyrettirilmektedir. Yani bu karakterlerin bizler için bir nesne değil “bağlantılar” kurabileceğimiz özneler olması sağlanmaktadır. Bir askerin ölüm anında, karısı ile telefon görüşmesi esnasında tartıştıkları mutfak duvarının boyasıyla ilgili broşür cebinden düşer ve tam ona ulaşmaya çalışırken, gözlerini yumar. Ne acıklı! Peki, insan değil de sanki hayvanlarmış gibi gösterilen Taliban savaşçılarının ölümleri niye son derece normaldir? Sanki Amerikalılar bir insana değil atış poligonuna ateş ediyormuşçasına onların etlerini parçalamakta, vücutlarını paramparça etmektedir. Bu insanların aileleri, anneleri yok mudur? Bunlar birer nesne midir? Bu iğrenç sektör için; aşağılık birer propaganda malzemesine çevirdikleri şeyler aslında Afgan halkının Amerikan mezalimine, emperyalizmine karşı gösterdikleri direniştir. Kimse şu basit soruyu sormamaktadır: Bu Amerikalı katillerin Afganistan’da işi nedir? Eğer ki bu katiller sürüsü Afganistan’da değil Amerika’da olsa idi karılarıyla istedikleri mutfak boyası zırvalığını seçebilirlerdi. Ne yani, işgalci olarak geldikleri topraklarda nasıl karşılanmayı bekliyorlardı?

“Gerekli Uygun Güç”

Film bu bedbahtsızlık içerisinde ilerlerken propagandist tutumun zirve yaptığı bazı sahneleri atlamamak gerek. Örneğin bir sahnede operasyon öncesi toplanan askerlere “Amerikan savaş hukuku” (inanılması güç ama böyle bir şey varmış)  ile ilgili bir tebliğ okunmaktadır. Sivillere zarar verilmemesi ve şartlar zorunda bıraktığında “gereken uygun gücün” kullanılması gerektiği söylenmektedir. Şimdi, resmi rakamlara göre 2001’den bu yana 60 bin sivil ölümün yaşandığı yani Amerika’nın 60 bin sivili katlettiği gerçeğini bilmeyen bir izleyici bu sahneyi nasıl yorumlayacaktır? 60 bin insan gibi bir gerçeği göz önüne aldığımızda Amerikan’ın gereken uygun gücünün pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek.

Hulasası Amerikan emperyalizminin en önemli propaganda araçlarından olan Hollywood sineması olması gerektiği şekilde katliamların, mezalimlerin üstünü örtmekte bununla da kalmayıp bu katliamların gerekliliği üzerine bayağı, ağlak üslubunu sürdürmektedir. Gerçeklerden esinlenerek oluşturulmuş hikâyelerin ne kadar gerçekleri yansıttığını anlamak için İslam coğrafyasında batılı işgal güçlerinin fiilen bulunduğu bölgelerin haline bakmak yeterli olacaktır. Lone Survivor filmi sadece Afganistan üzerine kurgulanmış bir safsatayı aktarırken aslında bunun için oluşturulmuş bir külliyat mevcuttur. Filmin bizlere sunduğu “yağlı bayağılık” bununla da sınırlı değildir; filmde Taliban’a küfreden bir Afgan mevcuttur. Daha da fazlasını istiyorsanız filmin sonunda Afgan bir çocukla Amerikan askeri birbirlerine sarılıp ağlıyorlar, bizden bu kadar!