Papa’nın istifası niçin mi önemli?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

Hristiyanlık dünyasının en büyük bölümünü oluşturan Katoliklerin ve Katolik Kiliseleri’nin Rûhânî Lideri olarak 8 yıla yakın zamandır ’XVI. Benedicktus’  adıyla Papalık -ve de Roma içinde, Vatikan diye anılan 45 dönümlük devletin başkanlığı- makamında bulunan 85 yaşındaki Kardinal Josepf Ratzinger 28 Şubat 2013 günü itibariyle vazifesinden ayrılacağını, istifa edeceğini açıklayınca, şahsı, sıfatı ve başında bulunduğu kurumuyla dünya kamuoyunda yeniden gündeme geldi.

Ratzinger, Almanya vatandaşı ve 14-15 yaşlarındayken Hitler döneminin Nazi Gençlik Kampları’nda yetiştirilen ve sonra teoloji/ ilâhiyat tahsili yapıp ruhbanlık mesleğine geçen birisi idi.

Kardinal Ratzinger’in‚ ’Papa 16. Benedicktus’ adıyla, bu makama seçilen ilk alman olması, alman katolikleri arasında başlangıçta bir heyecan uyandırmıştı, ama, alman toplumunun onu çok ciddiye aldığını söylenemez.

Papa, seçilişinin hemen arkasından, Almanya’nın Regensburg şehri üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, Hz. Peygamber (S)’e,  ’savaşçı olduğu’ gibi sözlerle saldırınca müslüman dünyada büyük infial uyandırmıştı.

Ancak, onun benzer bir saldırıyı daha sonraki yıllar boyunca tekrarlamamaya dikkat ettiği ve, laiklik, cinsî sapkınlıklar, uyuşturucu kullanımına karşı mücadele gibi temel insanî mes’eleler konusunda, genelde müslümanların da itiraz etmiyeceği görüşlere ağırlık verdiği gözlenmişti.

Şimdi, işbu Papa istifa etmiş bulunuyor. Böyle bir istifa,  600 yıla yakın zamandır, ilk kez gerçekleşmesi açısından ilginç.. Çünkü, Katolik Kilisesi ve Papa’lar, kendilerini ’Tanrı’nın -ve Tanrının Oğlu olarak niteledikleri Hz. İsâ’nın- Yeryüzündeki Vekili’  olarak görüyorlar ve o makamdan kendi iradeleriyle ayrılamayacaklarını bir genel kural haline getiriyorlardı.

Papa 16. Benedicktus’un istifasında gerekçe, yaşlılıktan kaynaklanan ileri derecede güçsüzlük olarak gösteriliyor. Esasen, Papa’nın kalbine takılan bir pille yaşadığı ve gözlerinden de birini kaybettiği gibi biliniyordu. Kendisi de, ’Yaşlandım, Tanrı’nın bana verdiği vazifeden feragat etmeye hür irademle karar verdim ve bunu, Kilise’nin iyiliği için yaptım.’ diyor..

Ama, bunun yanında, kiliselerde arka arkaya çıkan cinsî sapıklık ilişkilerinin ve ayrıca Papalığın gizli yazışmalarının bile dışarıya sızdırılması gibi sarsıcı haberlerin de bunda etkisinin olduğu ileri sürülüyor. Ayrıca, Vatikan’ın elindeki olan dünyanın en zengin bankaları ve diğer zenginliklerinin kontrolünde etkili olamadığı da ileri sürülen istifa gerekçeleri arasında..

Papa’nın istifasından sonra da, yeniden Kardinal Ratzinger olarak mı anılacağı tartışılırken, Vatikan’dan ’16. Benedicktus Hazretleri.. Roma Kilisesi’nin lideri) ’ (Seine Heiligkeit Benedicktus XVI., emeritierter römischer Pontifex) gibi sıfatlarla anılacağı açıklanmış bulunuyor.

(Makamlarından ayrılmış kimselerin eski sıfatlarıyla anılmasına bizim siyasî literatürümüzde de rastlanıyor. Nitekim, makamlarından yıllarca önce ayrılmış olan eski Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Bakanlar veya eski komutanlar için de, ’Sayın Cumhurbaşkanım, Sn. Başbakanım, Sn. Bakanım, Sn. Komutanım!’ gibi hitab tarzları, komik bir şekilde sürdürülüyor.)

*

İstifa etmek, zor bir şey olsa gerek.. Önceki Papa II. Jean Paul, ileri yaşında ve artık yürüyemez ve konuşamaz hâle geldiğinde bile istifa etmemeye direniyor ve, ’Bu gömleği bana Tanrı giydirmiştir, bu emaneti son nefesime kadar taşıyacağım..’ diyordu.

Bu anlayışın hemen bütün beşer toplumlarında da benzer şekilde inanç ve kanaatlere dayandırıldığı görülüyor. Bu, sırf bir iktidar meclûbiyeti, tutkunluğu değil, bir anlayış şekli olarak ele alınmayı gerektiriyor, herhalde..

*

İktidar ve istifa geleneği, müslüman toplumlarda nasıl?

Hatırlayalım ki, Hz. Osman’ın Hılafeti’nin 12. senesinde, yönetimde meydana gelen zaaflar ve çoğu makam ve imkanların Halife’nin aile çevresinde bulunanlara verilmesi, sonunda ortaya bir sosyal patlama durumu çıkarmış ve Medine-i Munevvere, adâletsiz olduğunu söyledikleri hükûmet uygulamalarına karşı itirazlarını yükselten isyancıların eline düşmüş, hükûmet otoritesi yok olup, Halife’nin ve eşinin katledilmesine kadar vardırılmıştı o ayaklanma..

O ayaklanmanın artık önlenemez noktalara geldiğinin anlaşılması üzerine, zamanın nice seçkin şahsiyetlerinin Hz. Osman’a, kenara çekilmesini hatırlattıkları ve amma, onun bu isteğe, ’Bana bu gömleği Allah giydirmiştir, onu son nefesime kadar çıkarmıyacağım..’ diyerek karşı çıktığı kaynaklarda zikredilmektedir.

*

Demek oluyor ki, istifa anlayış ve kurumuna ilgi duymayışın, sadece iktidar hırsı ile değerlendirilmesi, konuyu izah etmeye ve anlamaya yetmemektedir.

Nitekim, benzer durum bir çok sultanlar, devlet adamları ve siyasetçiler arasında da görülmektedir.

Bulunduğu makama, bir ideolojik teşkilat disiplini veya inanç gereği ve hele de Tanrı iradesiyle geldiğine inananların kanaatleri bilhassa müslüman toplumlarda da daha bir gözlenmektedir. 

Buna gerekçe olarak da, ’Peygamber 63 değil de, meselâ 80 küsur yaşına kadar yaşasaydı, artık yaşlandım, peygamberlikten istifa ediyorum diyebilir miydi? İlahî vazifelendirmeden istifa etmek mümkün olur muydu?’ gibi akıl yürütmelerde bulunanlar görülmekte ve muhatabların böylece susturulduğu görülmektedir. Bu gibi yaklaşımlar da, liderliğin, Allah tarafından özel bir vazifelendirme olduğu ve liderlerin ölünceye kadar o makamda kalması gerektiği gibi bir geleneği daha bir itiqadî dayanaklarla takviye etmektedir. Halbuki, kendileri için herhangi bir sınırlamaya kail olmayan bu gibi liderler, bazı makamlara yaptıkları tayinlerde, belirli bir süre ile vazifelendirmelerde bulunmaktadırlar.

Evet, hele de müslüman coğrafyalarında iktidara gelenlerin, bulundukları makamları bir türlü bırakmak istemeyişlerinin ilginç örnekleri devamlı yaşanmakta ve uzuuun iktidar dönemleri sırasında oluşan kültürle, kişilerin liderliği ilahî iradeye dayandırılmaktadır. Elbette ki, Allah dilemeden bir şey olmaz, ama, ’Bir halkın, kendi halini değiştirmedikçe, onların durumunun değiştirilmeyeceği’ de bildirilmektedir. (Ra’d Sûresi, 11. âyet meâli..)

*

Bu bakımdan, herhangi bir kanunî mecburiyet olmadığı halde, kendisinin başbakanlığını üç dönemle sınırlayan Tayyîb Erdoğan, bu sözünde durursa, müslüman coğrafyalarda yeni bir anlayış geliştirmiş olacaktır. Ki, bu konuda çok fazla bir örneğimiz yoktur, yazık ki..

Hatırlayalım, Malezya’da seçim kazanarak 21 yıl başbakanlık yapan Mehatir Muhammed, hiç bir kanunî mecburiyeti olmadığı halde, kendi iradesiyle istifa etmiş ve bununla, kendi şahsını yüceltmek ve hattâ kutsamak isteyenlerin yolunu tıkamıştı. İktidarın bu tehlikeli yönünün bertaraf edilmesi için, Erdoğan’ın da benzer bir tavır geliştirmek sözünün gerçekleşmesi umulur.

*

Maksad, Papa değil; alınması ve çıkarılması gerekli dersler..

Papa’nın istifasından alınması gereken dersler de olabilir diye, konuya bir de bu açıdan bakmak gerekti..

Şimdi, Papa’nın yerine yenisi seçilecek..

Seçilecek durumda olduğu söylenenlerden birisi de Gana’lı bir siyasî kardinal olan Turkson..  Ancak, onun, Vatikan'da Ekim-2012’de gerçekleştirilen bir "Sinod" (Ruhânî Meclis) toplantısında izlettiği yedi dakikalık video, onun İslamofobi (İslam korkusu) etkisinde olduğunu ortaya koyuyor. Kardinal Turkson seçilirse, ilk siyahî ve de Avrupa kıtası dışından bir  Papa’nın seçilmesi ile karşılaşılmış olunacak.. Bunun, Amerikan başkanlığına bir siyahînin, (Obama’nın) seçilmesinden daha uzak bir ihtimal olduğu da unutulmamalı.. 

Kardinal Turkson’un, Vatikan’daki en seçkin kardinallerin oluşturduğu Sinod Meclisi’nde izlettiği video kaydında, ’Bir zamanlar kiliseler diyarı olan Güney Frasna’da camilerin sayısının kiliselerin sayısını geçtiği, 20 yaşındaki çocukların üçte birinin müslüman olduğu; Nice, Marsilya ve Paris’deki 20 yaş civarı gençlerin müslümanların  yüzde 45’e ulaştığı; 2027’de her 5 fransızdan birinin müslüman olacağı, Fransa’nın 40 yıl sonra, bir İslam Cumhuriyeti’ne dönüşeceği  ve Avrupa'da hristiyanların 2026 yılında Müslümanlar karşısında azlığa düşeceği’  belirtiliyordu.

Ve Dostoyewsky’den ilginç bir tarihî qıssa..

Papa 16. Benedicktus’un istifası vesilesiyle, bir de Dostoyewsky’nin bir ilginç hikayesini aktaralım; yakıştırma olsa bile, alınacak dersler var.

Miladî- 19. Yüzyılın bu ünlü Rus yazarı şöyle diyor (özetle):

’Ortaçağ’da, İspanya’da bir kasabanın pazar yerine, gün ortasında, gökten İsâ Mesîh iniverdi!

Halk kitleleri, onun etrafında toplanıp ağlaştılar.

İsâ, onlara kim olduklarını sorunca, ’Biz, Senin ümmetiniziz, ey kutsal peder..’ dediler.

Îsâ o zaman, ’Eğer doğru söylüyorsanız, bu haliniz ne böyle?’ dedi.

Onlar da ağlaştılar, ’Bağışla bizi ey kutsal peder.. Biz câhiliz, zayıfız, fakiriz, gücümüz yok.’

O sırada, şehrin kardinali geldi, şöööyle bir baktı ve polise, ’Bu meczubu zencire vurup, atın zindana..’  dedi.

Attılar..

Halk, başını eğdi..

Akşam oldu, el-ayak ortalıktan çekildi, evlerde insanlar, yeminle söylüyorlar; ’Gökten indi, gördük, Îsâ Mesih idi..’  diye fısıldaşıyorlardı. Kardinal’le karşı karşıya gelmekten de korkarak..

Ve…

Gece yarısı, kardinal yanına güvenlik güçlerini de alarak zindana geldi.

Demir kapıları açtırdı, Îsa Mesih’in zencirlerini çözdürdü ve ona dedi ki:

-’Ey kutsal peder, inanıyorum ki, sen İsâ Mesîh’sin, ama niye geldin?

Biz senin adına burada bir düzen kurduk.. Şimdi sen gelip bunların herbirisini yıkacaksın..

Buna müsaade edemeyiz.. Ya, hangi yoldan geldiysen, o yoldan çek git..

Ya da, bir kez daha biz gereriz Seni çarmıha..’

*

İsâ Mesîh gördü ki, ümmeti bilgisiz, cahil, fakir, ezilmiş, güçsüz, örgütsüz, korkak, sinmiş..

Kendi adına hareket edenler ise, güçlü, örgütlü, her cinayeti işlemeye hazır..

Kararını verdi ve gecenin karanlığında, zindanın demir parmaklıkları arasından süzüldü gitti, göklere, geldiği yerlere doğru..’

Dostoyewsky daha sonra diyordu ki: ’Hâlâ, İsâ Mesih’in dönmesini bekliyoruz. Niye ve nasıl dönsün? Ümmeti, hâlâ câhil, fakir, sinmiş, sindirilmiş, örgütsüz.. Kendi adına hareket edenler ise, güçlü, örgütlü, entrikacı, her türlü cinayeti din adına işlemeye hazır..

Böyleyken, İsâ Mesîh niye dönsün?’

Bu Dostoyewsky hikayesi, gerçekte, sadece hristiyanlar için değil, bütün dinlerin bağlıları için de uyarıcı özellikler taşımakta değil midir?