Özgürlük Mücadelesinden İktidar Paydaşlığına Basın

SİNAN ÖN

İnsanın insana karşı özgürlük arayışında kendini ifade etme, haberdar olma özgürlüğü önemli bir yer tutar. Bir dönem üretim araçlarının sahipliği üzerinden kurulan tahakkümde, bugün iletişim araçlarının sahipliği veya kontrolü önemli oranda belirleyici!

Oysa hareket noktasını ve meşruiyetini, özgürlük mücadelesi olmasından alan yayıncılık; din, inanç ve vicdan özgürlüğü yanında, düşünce özgürlüğünü de içeren bir olgu.

Örn; ilk olarak, dinsel özgürlük  adına dini kitap ve risalelerin yayını talep edilmiş; Tanrı’nın insana bahşettiği aklın dini kurumlar ve devlet tarafından sınırlandırılması ve engellenmesinin dini duyguları zedeleyeceği gerekçesiyle her türlü ‘sansüre karşı’ çıkılmıştır.

Süreçte sömürgeci tüccarların  nerede, nasıl pazar bulabileceklerini anlatan mektuplarından türetilmiş gazeteler yayın alanına girer. Böylelikle gazete sahipleri, muhabirler ve imalatçılar gibi yeni iş imkânları doğar. Artık tüccarlar ve imalatçılar yayın özgürlüğü mücadelesinin bir diğer tarafıdır. Dönemin mutlak monarşileri ise, tebaalarını çıkardıkları kanunlardan ve uluslar arası antlaşmalardan haberdar etmek için, ileride resmi gazete niteliğini kazanacak yayınlar yaparak tarafını belirler.

Sürekli ivme kazanan bu mücadelede bir tarafta özgürlük diğer tarafta kısıtlama ve denetim arzusu ağır basar. İktidarlarını kaybetmek istemeyenler bunu sansür ile sağlamaya çalışırken, buna karşı mücadele edenlerin  yeni iktidarlar  oluşturduğuna şahit olunur!

17. yy’da Basın özgürlüğünün toplum açısından yararlarını  ön plana çakartarak konuyu gündeme getirenler için basın özgürlüğü; kötü ve yanlış fikirleri yok etmenin en güvenceli yoludur. Gerçeği serbestçe yayar. Yeni ve garip gelen faydalı fikirleri, kötü olarak mahkûm etmemizin önüne geçer. İyi ve kötü kısımları bizzat ayırt eden okuyucuya, hayat tecrübesi kazandırır. Ayrıca sansürcülük, ekonomisi yeni oluşan  yayıncılık sektörüne  zarar verecektir.

Bununla birlikte; kötülüğün önüne sansür yoluyla geçilemez. Zaten insanların çoğu sansür görevini yapamaz, bu yetenekte olan insanlar da böyle bir görevi kabul etmez. Yayınların az olan sakıncalı kısımları için; bütün iyi kısımlarını mahkûm etmek olmaz, söylemleri gelişir.

18.yüzyıl basın tarihi açısından önemli yeniliklere tanıklık eder. Günlük gazeteler bu yüzyılda yayınlanmaya başlamış, muhalif gazetecilik anlayışı ortaya çıkmış, gazetelere reklam ve ilan verilmeye başlanmıştır.

Bu noktada, parlamento tartışmalarının gazetelerde yayınlanmasına yönelik mücadeleden de söz etmek gerek. Basın özgürlüğünü savunanlar, hükümetin politikalarının yalnızca sınırlı sayıda insanca tartışılmasına yol açan mutlakiyetçi devletin tutumunu, despotizm olarak niteler. Gizliliğin bir yönetim özelliği olarak kabul edilmesine karşı çıkılır.

1720’de parlamentodaki tartışmaları gazetesinde yazan bir gazetecinin ağır hapis ve para cezasına çarptırılmasıyla başlayan mücadele, 1771’de kazanılır. Tartışmalarla ilgili yazı yazdıktan sonra hapsedilen gazetecilerin serbest bırakılması, onları destekleyen protesto gösterileriyle birleşince gizliliği  savunmak artık mümkün olmamış, parlamentodaki tartışmaların yayınlanmasına başlanmıştır. Böylece karar alma süreçleri  görece de olsa tabana yayılır. Ancak salt haber aktarma  göreviyle yetinmeyen basın, etkin bir siyasal güç olarak iktidarın paydaşlarından biri olma sürecine girer!

Basın; 18.yy’ın sonundan itibaren kendini meşrulaştırma düzeneklerini, özgür bilgi akışının tesisi, kamu yararının sağlanması ya da kamu yararının bekçisi  olmak üzerine kurmuştur. Basının yeni misyonu çıkarılan gazetelerin adlarına yansımış, Göz, Gözcü, Nöbetçi, Şahit  gibi gazeteler yayın hayatında yerlerini almıştır.

19.yy başında siyasal gazeteciliğin ve  taraflı yayıncılığın ilk örnekleri oluşur. Gazetelerin ilk sayfaları ulusal politik gündeme ayrılmaya başlandığı gibi, üst başlıklar da metinlerden ayrılır. Yargı ve eleştiri geleneği; kamu çıkarı, kamusal fayda, kamuoyu gibi kavramlar ile yerleşiklik kazanmaya başlar. Halkın çıkarını gözetme işlevi aracılığıyla kendine meşruluk zemini bulan basın, temsili kurumlar arasında yerini alarak  dördüncü güç  olduğunu ilan eder.  Mücadele artık bu durumu yasal teminat altına almak içindir. 

John Stuart Mill 1859’da yazdığı Özgürlük Üzerine adlı kitabında; düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü haklı ve zorunlu gören nedenleri şöyle sıralar; Hükümet ya da sivil toplum tarafından yanlış olduğu iddiasıyla susturulan bir düşünce aslında doğru olabilir. Yanlış bile olsa, içinde birkaç dirhem hakikat bulunabilir. Egemen görüş hiçbir zaman hakikatin tamamı değildir. Hakikate ancak bütün görüşler karşılaştırılarak ulaşılabilir..

19.yy sonlarına doğru özgür basın ütopyası; yönetici sınıfların zaaflarıyla, devletin ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlamalarla, siyahlar ve göçmenler gibi alt sınıfların sorunlarıyla mücadele eden, bir ideolojiyle karşımıza çıkar!

Oysa, daha fazla sermaye gerektiren bir etkinlik alanıdır artık basın! Okuyucu niceliği adına haber verme işlevleri göz ardı edilir! Haber ajansları tekelleşir! Gelirleri arttırmak için gazete sayfalarını reklam ve ilanlar doldurur. Özel çıkarların basında temsil edilişi, basının en büyük handikapı olur! Rekabet etme, pastadan daha fazla pay alma yarışı, toplumsal sorunları dahi çıkar malzemesi olarak görme erdemsizliğini doğurur! 

Bu eleştirilerde vurgu, basının özel çıkarların güdümüne girdiği ve politik kültürel işlevlerini yerine getirmekten çok, halkı eğlendirmeye yöneldiği şeklindedir. Bu durumu örtmek adına soyut bir ulusal çıkar ve güvenlik anlayışı yaratılır. Bu anlayışın yaygınlaşmasında pay sahibi olan yayıncılık sektörü  iktidar bloğunun paydaşlarından biridir artık!

İktidar bloğundan payını alan basına yönelik eleştiriler de şiddetlenir. Çünkü, iktidarını kendi amaçları için kullanarak, medya patronlarının özellikle politik ve ekonomik konularda kendi görüşleri yayılır. Büyük şirketlerin hizmetine girilir ve reklam sektörü editöryel bağımsızlığa yer vermeyecek şekilde denetimi eline alır. Sosyal değişime direnir. Sansasyonel haberler ve eğlence yayın içeriklerinde belirleyicidir. Kamu ahlakı gözetilmez, özel hayatlara saldırılır. Belirli bir sosyoekonomik sınıfın kontrolündedir!

Bir çok devlet tarafından I.Dünya Savaşı sırasında basına uygulanan sansür, savaş sonrası kaldırılır. Bu duruma; öğretmen dernekleri, kilise kuruluşları, iyi ahlak amaçlayan kurumlar tarafından karşı çıkılır. Çoğulcu toplum anlayışını zedelemeyecek şekilde devletin, basını kanun dâhilinde sınırlaması talep edilir!

Bu talepler karşılıksız kalmaz ve basını devlet müdahalesinden koruyan ilk yasa olan  ABD Anayasası’nın; ‘Kongre basın ve konuşma özgürlüğünü sınırlayıcı yasa yapamaz’ ilkesine  rağmen; 1918’de ‘muzır/kışkırtıcı’ yayınlara karşı kısıtlayıcı bir yasa onaylanır. İlerleyen süreçte, bir çok ‘Batılı demokratik’  ülkede, kötüye kullanımı ve sektördeki tekelleşmeyi önlemeye yönelik yasal düzenlemeler yapılır.

10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi; ‘Herkesin, hiçbir sınır tanımadan kendi istediği şekilde enformasyondan yararlanma; düşünce edinme ve yazma bakımından fikir ve ifade özgürlüğü vardır’ der. Batı dünyası, hiçbir sınır tanımadan gerçekleşmesini arzu ettiği ve iletişim özgürlüğü olarak kavramsallaştırdığı olguyu, iktidarına tehlike arz ettiği zaman kontrol altına alır.

Anlaşılan o ki; iletişim araçlarının sahipliği üzerinden iktidar devşirenler, tahakküm edici anlayışlarını insanlara dikte etmeye devam edecekler! İletişim özgürlüğünü ya da iletişim sınırlayıcılığını insanlara lütuf gibi sunanlar, ‘iktidar benim, güç bende’ mesajı ile aynı şeyi yapıyorlar oysa!..