Otoriter laiklikten liberal laikliğe

Serdar Demirel

Ülkeden ülkeye laiklik uygulamaları değişebilmektedir. Buna Doğu’da da Batı’da da birçok örnekler verilebilir. Komünist, faşist veya liberal ülkelerdeki laiklik tecrübesi elbette farklılık arzetmiştir.
Genelde iki tür laiklik modelinden bahsedebiliriz. Bu iki model arasındaki farklılığı ve benzerliği ise, bu modellerin tarih sahnesine çıktıkları coğrafyaların dinî ve sosyo-kültürel yapıları belirlemiştir.
Avrupa’da ortaya çıkan laiklik özünde Kilise’nin mutlak otoritesine karşı bir ayaklanmayı ifade etmektedir. Bu ayaklanma önce dini zeminde yaşanmış ve ortaya “Protestanlık” çıkmıştır.
Sonrasında Katolik ve Protestan mezhepler arasında çıkan savaşlarda on milyonlarca insan hayatını yitirmiştir.
Katolik ve Protestanlığın hakim olduğu bölgelerde de zamanla iki farklı laiklik modeli zuhûr etmiştir. Katolik coğrafyada dini dışlayan, mümkünse yok etmek veya tamamen kontrol altına almak isteyen oldukça katı bir laiklik işbaşına gelmiştir. Bizim de Cumhuriyet sonrası tecrübe ettiğimiz ve son yıllara kadar bir baskı aracı olarak kullanılan jakoben laiklik yani.
Diğeri de Protestan coğrafyada neşet etmiş soft laiklik. Buna Anglo Sakson tecrübede ete kemiğe bürünmüş liberal model, bir diğer ifadeyle “sekülerizm” diyoruz. Bu model ise ilkinden farklı olarak dini mutlak anlamda yok edilmesi gereken çağ dışı bir kurum olarak görmemiştir. Aksine, dinin, toplumsal hayatta hatırı sayılır bir rol oynamasına müsaade etmiştir. Meselâ bu tecrübede siyasiler dinî kimliklerini saklamak zorunda kalmamışlardır.
Bu iki laiklik modelinin dine yaklaşımdaki farklılığının nedenini, ortaya çıktıkları tarihsel süreçte yaşanan olayların arkaplanında aramak gerekir.
Kilise’nin savunduğu Skolastik Ortaçağ dünya görüşü, inanç ve bilgiyi Kilise doktrini ve Aristo’nun görüşleriyle uyuşturma esasına dayalı bir felsefik öğretiydi. Kilise bunu dogmaya dönüştürmüş, muhalif yorum yapan veya aykırı bilimsel teoriler ortaya atan bilim adamlarına akla ziyan işkenceler etmişti. Tanrı adına bilime set çekmişti.
O dönem engizisyon mahkemelerinin nasıl işlediğini hatırlamak bile bir fikir vermeye yeter sanırım. Katolik Kilise’nin estirdiği teröre, Katolik Kilise’ye gâlip gelen laiklik misliyle cevap vermiş, dün, din adına yapılan akıl dışı uygulamalara laiklik sonrası bilimsellik adına devam edilmiştir. Sadece fâil ve mef’ul yer değiştirmiştir. Bir yerde etki tepki meselesi. Bu sefer bilim adına Tanrı hayattan uzaklaştırılmıştır.
Ancak protestan tecrübede din ve bilim arasında bu boyutta bir çatışma yaşanmadı. İlk tecrübede çatışmanın yaşanmasını zorunlu kılan dogmalar bu ekolde aynı kesafette mevcut değildi çünkü. Bu yüzden de Protestan kültürde laikliğe daha yumuşak bir geçiş yapıldı ve dinî kurumlar tamamen etkisiz kılınmadı. Bunu İngiltere ve ABD örneğinde görebilirsiniz.
Ancak iki laiklik modelinin arasındaki farklara rağmen ortak noktaları da çoktur. En önemli ortak noktaları da, kanun koymada dinî metinlerin mesnet teşkil etmeyeceği önkabûlüdür.
Rönesans ve aydınlanma hareketlerinin fitilini ateşlediği profan dünya görüşü moderniteye vücut vermişti. Modernitenin sert çekirdeği ise, kuşkusuz laikliktir.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Müslüman ülkelere tavsiye ettiği laiklik modeli de, Anglo Sakson tecrübede ortaya çıkmış liberal laikliktir denebilir.
Hâlbuki Batı’da laikliği ortaya çıkaran Kilise ve bilim çatışması bizim tarih tecrübemize aykırıdır. Bizde Allah’ın otoritesini yeryüzünde temsil eden bir kurum veya dinî kişilikler yoktur. Alanında otoriter alimlerin sözü bile mutlak bağlayıcı sayılmaz. İçtihatlar asla vahiyle aynı kategoride tutulmaz. Buna rağmen tarihte yeniden varolmak isteyen Müslümanlara kendilerine ait olmayan bir coğrafyada, farklı bir çatışma zemininde ortaya çıkmış siyaset modelini önermek yanlıştır.
Geçen yüzyıl bize şunu gösterdi; Müslümanlara ait olmayan siyaset modelleri onları model sahiplerine bağımlı kılmaktadır.

YENİ AKİT