Oruç Tutmak Kendimizi Tutmaktır

MUSTAFA SİEL

Genelde Türkçedeki İslami ibadetlerle ilgili terimler farsçadır. Arapça salat farsça namaz olarak, Arapça vudu farsça abdest olarak, Arapça savm –sıyamda farsça oruç olarak geçmiş Türkçeye. Tabi geçerkende, ikame edilmesi gereken salat namaz kılma, vudu abdest alma, savm-sıyamda oruç tutma olarak, Türkçe fiillerle birleştirilerek kullanılmış. Bu birleşik ifadelerin Kur’an’da bu ibadetlerle ilgili meramı anlatmaya yetmemesi nedeniyle, ciddi bir anlam kayması yaşanıyor. Nitekim, namaz kılmak terimi, salatı ikamenin geniş anlamını ifade edemiyor.

Oruç terimi, farsça ruze (günlük) kelimesinden türetilip oruze olarak kullanılmaya başlanmış ve zamanla oruç şeklinde telafuz edilmiştir. Kur’an’da kullanılan Arapça aslı savm kökünden gelen sıyam olup, bu kelimeyi bir takım meşru manevi beklentilere istinaden kendisini aslen meşru ve helal şeylerden alıkoymak olarak tanımlamak mümkündür. Kur’an’da, risaletin 15. yılı civarında, hicretten 2 sene sonra Medine’de inen 2.Bakara Suresi 183’den 187’ye kadar olan ayetlerde ayrıntılı olarak açıklanarak farz kılınmıştır (ketebe).

Kur’anda bildiğimiz manada orucun dışında, 19.Meryem Suresi 26. ayette, Meryem (ra)’nın susma orucu adadığından bahsedilmektedir. Aynı surenin 10 ve 11. ayetlerden, Zekeriyya (as)’ında üç gün insanlarla konuşmamak suretiyle susma orucu tuttuğu şeklinde yorumlanabilir. Bu ayetlere göre, o günkü Yahudiler arasında normal orucun yanında, insanlarla konuşmamak şeklinde, tefekkür amaçlı kişisel bir oruç şeklinin olduğunu söylemek mümkündür sanıyorum.

Gerek bildiğimiz manada oruç, gerekse susma orucunda temel ilkeler, kişinin manevi beklentilerle, aslen meşru olan şeylerden kendisini belirli bir zaman mahrum etmesidir. Kanaatimde orucun anlaşılmasında bu temel ilkeler önemlidir.

Bu ilkeleri dikkate alarak orucun, manevi beklentileri olan ve meşru olmayan şeylerden kendini uzak tutan mü’minlerin ibadetidir dersek hata etmeyiz diye düşünüyorum. Yani oruç tutabilmek için, öncelikle oruç tutacak bir seviyeye gelmek gerekir aslında. Yüce Allah’tan manevi beklentileri olmayan birisi oruç tutmanın hikmetini ıskaladığı gibi, kendisini meşru olmayan şeylerden uzak tutmayan birisinin de, aslen meşru olan şeylerden uzak durmak suretiyle oruç tutması da,  kendi kendisiyle çelişmek olacaktır.

Mesela, kadın yada erkeğin, normalde helal olan eşinden cinsel yönden faydalanması, oruç esnasında haramdır. Bu durumda, oruç tutan kişinin, öncelikle sadece eşinden cinsel yönden faydalanan; değil fiili zina, bakmak yada düşünmek şeklinde de olsa eşinden başkasından faydalanmayan birisi olması beklenir. Her hangi bir seviyede eşinden başkasından cinsel yönden faydalanan bir kişinin, oruç esnasında eşinden cinsel yönden faydalanmaması ne kadar ciddi bir kulluk ifadesi olabilir ki?

Yine, oruç esnasında aslen meşru olan helal şeyleri yemek ve içmekten kesilmek esastır. Lakin, içki gibi haram olan şeyleri kullanan yada insanların mallarını haram yollarla yiyen bir kişinin, oruç esnasında helal olan şeylerden uzak durması ne kadar ciddiye alınabilir?

Daha önce söylediğimiz gibi, oruç tutmaktaki temel esaslardan biriside, manevi beklentiler içinde olmaktır. 5.Maide Suresi 35. ayette ifade edilen, manevi anlamda Yüce Allah’a daha çok yakınlaşma arayışının (ebteğu ileyhi) vesilelerinden (araçlarından) biridir oruç. Elbette, 6.Enam Suresi 79, 162 ve 163. ayetlerde ifade edilen iman ve İslam bilinç ve duyarlılığına sahip olan, bütün benliğiyle Allah’a yönelip hayatını ve ölümünü Allah’a adayan kişiler, oruç tutmakla bu duyarlılık ve bilinçlerini parlatır, keskinleştirebilirler.

Lakin 22.Hac Suresi 11’den 15’e kadar olan ayetlerde açıklanan,  Allah’a uhrevi olmaktan ziyade dünyevi beklentilerle kıyılarda, kaçak – göçek kulluk etmeye çalışan, Allah’a yakınlaşmaktan ziyade dünyevi imkan ve makamlara yakınlaşmayı arzulayan kimseler, oruç tutmakla hangi manevi beklentilere girmiş olabilirler ki?

Oruç tutmanın aslen meşru olan şeylerden belli süre uzak durmak olduğunu söylemiştik. Bu durumda, kişinin meşru olmayan şeylerden (içki, zina, haram yiyecekler vs) daimi uzak durabilmesi için, zaman zaman meşru olan şeylerden de kendisini –haram kılmamak kaydıyla- mahrum kılmasının tavsiye edilen bir uygulama olduğunu söyleyebiliriz diye düşünüyorum. Mesela Meryem ve Zekeriyya’nın susma orucu gibi.

Nitekim, ramazan ayındaki oruçla bu uygulama toplumsal bir farz kılınmış, Müslümanların Allah’ın sınırlarına yanaşmamak hususundaki bilinç ve duyarlılıklarının toplumsal bazda yenilenmesi pekiştirilmesi temin edilmek istenmiştir.

Bu durumu bir misalle daha iyi açıklayabiliriz. Köylü olanlar iyi bilir, tarlalarda mahsül için yetiştirilen ekin ve benzeri ürünler olduğu gibi, tarlaların sınırlarında otlar bulunur. Hayvan otlatan bir kişi, tarladaki mahsüle zarar vermemek istiyorsa, bu sınırlara yanaşmamalı, yanaşırsa her an teyakkuzda durarak hayvanların tarladaki ürüne zarar vermesini önlemeye çalışmalıdır.

Lakin, sınırda otlayan hayvanların tarladaki ürüne zarar vermemesi neredeyse imkansız gibidir. Çoban bir an başını çevirdiği yada daldığı anda hayvanlar başlarını uzatıp mahsüle zarar verebilirler ve genelde verirler.

Bu nedenle, meşru olmayan şeylerden uzak durmak isteyenler, zaruri olmadıkça meşruiyet sınırının son sınırına varmamaya, meşruiyet ile meşru olmayan alanlar arasında bir emniyet mesafesi – alanı – sınırı bulundurmaya dikkat etmek durumundadırlar. İşte oruç, bizleri bu emniyet mesafesi – alanı - sınırı için bir alıştırma ve hatırlatma işlevi de görüyor.

Bu pratikte nasıl düşünülmeli. Mesela, 24.Nur Suresi 31. ayette, mü’min erkek ve kadınların evlenmeleri helal olan karşı cinse olan bakışlarını zaruret sınırına indirmeleri istenmiştir. Çünkü, her bakış harama bulaşmasa da, bulaşma riski her daim mevcuttur. Bu nedenle, zaruri bakışlarla yetinilerek, gereksiz yere harama bulaşmaktan korunulmuş olunur.

Yine 33.Ahzab Suresi 32. ayette, peygamber hanımlarının evlenmeleri helal olan karşı cinsle olan konuşmalarında dikkatli olmaları, gereğinden fazla ve laubali konuşmamaları istenmiştir. Çünkü her konuşma muhatapta yanlış beklentiler oluşturmasa da, bu risk her daim mevcuttur. Zaruri ve her an teyakkuz halinde olan konuşmalarla yetinilmesi ile, gereksiz risklere düşülmemiş olur.

Hülasa, oruç tutmaktan alacağımız bir hisse de, kendimizi her daim helal sınırında tutmak teyakkuzu olmalıdır. Bu kriterlere göre gündelik hayatımızı gözden geçirelim. Mesela cinsellik yönünden. Sokaklar, televizyon, gazeteler, internet vs. tam bir cinsel bataklıkta yaşıyorken, meşru olmayandan uzak durabilmek adına, meşru olanlardan ne kadar uzak durabiliyoruz?

Mesela, eğer sokağa çıkmak meşru olmayan bakışlarımıza sebep olacaksa, iş yada tebliğ gibi meşru zaruretler olmadıkça, sokaklardan, özellikle bataklığın en cıvık olduğu alanlardan uzak durmamız gerekmez mi? Çirkefe bulaşmamak adına, aslen meşru olan alanlardan gerekmedikçe faydalanmamak, orucun günlük hayatımızla alakalı olarak bize öğreteceği bir hikmet olamaz mı?  

Yine medyayı ele alalım. Bizi haram cinsel görüntülere bulaştıracak yazılı ve görsel medya araçlarına, meşru bir zaruret olmadıkça uzak durmamız gerekmez mi? Yememiz, içmemiz, konuşmamız, tatillerimiz vs. bir de bu açıdan değerlendirilmeli değil miyiz?

Yüce Allah 23.Mü’minun Suresi 3 ayette, kurtuluşa erişen mü’minlerin değil yalan ve haram sözler ve işler, haram olmamakla beraber boş ve faydasız olan sözlerden ve işlerden bile uzak durduklarını söylüyor. Peki bizler ne durumdayız günlük konuşmalarımız da ve işlerimiz de?

Orucun hikmetleri elbette buraya yazdıklarımızdan ibaret değil. Lakin kişinin acziyetini, fakir ve muhtaçları hatırlatması, toplumsal dayanışma ve kaynaşmaya vesile olması gibi diğer hikmetleriyle ilgili olarak her zaman bilgiler veriliyor ve gündemler oluşuyor zaten. Ben genelde orucun pek gündeme gelmeyen hikmetlerine değinmeye çalıştım bu yazıda. Yazdıklarım elbette kesin hükümler değil, tartışmaya açık önermelerdir. Ama tartışılmasında fayda olduğunu düşünüyorum.