Öncü Bir Gençlik İçin…

ZEHRA TÜRKMEN

Milli Eğitim Bakanlığı’nın tanımına göre gençlik, buluğa erme neticesinde biyolojik ve psikolojik bakımdan çocukluğun sonu ile, toplum hayatında sorumluluk alma dönemi olan 12-24 yaş arasında kalan grubuna denmektedir.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tarifine göre ise genç, 15-25 yaşları arasında öğrenim gören, hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı bir konutu bulunmayan kişidir.

En genel ifadeyle gençlik, psiko-sosyal açıdan,  buluğla başlayan ve 25 yaşlarına kadar devam eden bir süreç olarak tanımlanmaktadır.  Ayrıca bu dönem  fiziksel, sosyal ve gerek psikolojik olgunluğa erişmenin tamamlanması olarak da ele alınmaktadır.   

 Peki, birçok tanımı içinde barındıran gençlik biz Müslümanlar için neyi ifade etmektedir?

Her şeyden önce, bizi de çocuklarımızı da kuşatan cahili bir sistemde yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız düzende gençlerin doğal/fıtri eğilimlerini gözeten ve doğalarıyla barışık bir eğitim ve öğrenim süreci yaşadıkları söylenemez. Verilen eğitim tamamen Batı dünya görüşünün parametrelerine dayanan, Allah’ın ölçülerini sınıf dışında bırakan zorunlu, ulusçu ve laik bir eğitimdir. Zorunlu eğitim ve resmi ideolojinin örgün ve yaygın eğitimle dayattığı kültür, gençleri kapitalist yaşam tarzı ile, muharref gelenek arasında tercih yapmaya zorlamaktadır. Mevcut eğitim sistemi gençlerin temel konularda bilgi ve becerisini artırmak, fıtri özelliklerini tanıtmak ve adalet ilkeleri çerçevesinde özgür düşünce yöntemini göstermekten çok, bir vasi gibi anne baba gibi gençlerimizin kimliğini biçimlendirmeye çalışıyor. Gençlerimizin kimliğini özgürce araştırma ve oluşturma yolunun önüne barikatlar çıkartıyor.

Güzel bir söz vardır. Bir toplumun gününü ve bilhassa geleceğini yok etmenin en kestirme yolu, gençliği dejenere etmektir. Bu nedenle sahih temeller üzerine inşa edilmiş bir gelecek için, gençlerimizin eğitimi büyük önem taşımaktadır. Ancak bu eğitim sanıldığı kadar basit, kolay, kestirme ve hazır reçetesi olan bir iş değildir. Eğitim emek ve sabır istemektedir. Bu nedenle de İbn Sina eğitimi taş üzerine nakışlar yapmaya benzetir. Gazeli ise,  yabani ısırgan otlarını ayıklayan bir bahçıvanın faaliyetine benzetir.

Hz Ali’nin de “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin.” şeklinde önemli bir tespiti vardır. Bu nedenle de gençlerin doğru eğitilmesi onların doğasını anlama ve onların doğasına göre çözümler üretmekle başladığını unutmamak gerekmektedir. İmam Ebu Hanife’ye göre bunun yolu olgunluğun/mükellefiyet bilincinin tamamlandığı 25 yaşına kadar devam edebilir.

Peki, gençliğin doğası nedir ve bu doğaya uygun olan ölçüleri kim belirleyebilir?

 Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de İnsanı en güzel şekilde yarattığını vurgulamaktadır. “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (95/4) Dolayısıyla da fıtratı temiz yaratılan insanın doğasını da yine biz insanlar kirletmekteyiz. Doğası kirlenen, tahrip edilen gençlik vahiyden de koparak kendine yabancılaşarak bunalıma ve çıkmaz yola girmektedir. Bu yüzden en güzel şekilde yaratılan insanın doğasını kavramak önemlidir. Ama en az bu doğayı kimin yarattığını ve yarattıktan sonra başıboş bırakıp bırakmadığını bilmek de önemlidir.

Bu nedenle biz kuşatıldığımız cahili sistemde kimliksel özgürlüğümüze kavuşuncaya kadar ve tüm barikatlara rağmen hem vahyi ilkelere göre gençlerin doğal gelişimlerini gözeten ve çağın şartlarını dikkate alan çözümler üretmeliyiz. Hem de egemen sistemleri vahiy dışı ideolojilerini dayatmadan, sadece gençlerin doğal yeteneklerini geliştirici katkılar sağlamaları konusunda zorlamalıyız.

Bizlerin diğer temel problemlerinden biri de gençleri kuşak farklılığı adı altında kendi yaşantımızın dışına itiyor olmamızdır. Oysa İslam tarihine baktığımız zaman görüyoruz ki Resulullah (s) gençleri önemsemiş,  gerek askeri, gerek sosyal ve gerekse ilmi konularda gençlere önemli görevler vermiştir. Erkam’ın evinde İslam filizlenmiş, Musab B. Umeyr’i genç öğretmen olarak görevlendirmiş, Hz. Ali’ye önemli misyon yüklemiş ve Enes B. Malik’i yanından ayırmamıştır. Ve böylece Resul öncü bir kuşak oluşturma çabası içerisine girmiştir. 

Bu açıdan bizler de öncelikle Hz. Muhammed ile birlikte gecenin azında, çoğunda ya da yarısında tertil üzere Kur’an okuyan, ayakta duran ve eğitimini de tebliğ mücadelesi içinde yerine getiren ilk öncülerimiz gibi bir öncü öğretmen nesli yetiştirebilmeliyiz. Çünkü İslami kimlikli alternatif bir eğitimden geçmiş bir kadro varsa, hayatın diğer alanlarına daha ümitle bakabiliriz. Çocuklarımız, ergenlik çağına gelen gençlerimiz, ailelerimiz,  işçi veya işveren tüm çalışanlarımız için de İslami kimliği esas alan alternatif eğitimler geliştirebilmeliyiz.  Yani cahiliyeye, zulme ve şirk kültürüne karşı çıkan peygamberlerin tutsak oldukları çevre şartları içinde nasıl bir tutum sergilediklerini etüd etmemiz gerekmektedir.

Muhammed Hamidullah’ın belirttiğine göre ilk vahiy inzal olduğu yıllarda Mekke’de Müslümanların yaş ortalaması oldukça gençti. Bu gençler ne yapıyordu? Resul ve Resulle beraber olanlar Müzemmil Süresi’nde belirtildiği gibi gecenin belirli vakitlerinde bir araya geliyor hem akaitlerini öğreniyor hem de yaşadıkları sorunları tahlil ediyorlardı. Yanlış ilah ve şefaat anlayışını, öksüzün-yetimin halini, teraziyi doğru tartmayan ve hakları gasp edenleri, haksız ölçü koyanları ve diri diri kız çocuklarını gömenleri, zalimlerin serveti kendi aralarında bölüşmesinin zulmünü ve Meclislerini/Nadiyelerini vahyin işaretleri doğrultusunda değerlendiriyorlardı.

Bizler de tıpkı Resul’ün Mekke cahiliyesine rağmen oluşturmaya çalıştığı öncü gençlik gibi geleceğe vahyin aydınlığını taşıyan, yürüyen genç Kur’an talebeleri oluşturabilmenin çabasını zorunlu ibadi görevlerimiz arasında görmeliyiz.