Obama metaforu doğanın uyanışı

Yıldız Ramazanoğlu

Bu yıl barış ödülü Obama'nın. Kenyalı Müslüman bir baba ile Amerikalı Hıristiyan bir annenin çocuğu olarak Hawaii'de (Honolulu şehrinde) doğmuş, Asya'da çocuk olmuş, Los Angeles'ta okumuştu.

Endonezya'dayken ezan sesleriyle uyandığını, üç kıtada İslam'a tanık olduğunu söylemesi, Cumhuriyetçilerin onu Müslüman olmakla suçlaması! için yeterliydi. Demokratlara göre de John McCain'in seçilmesi, üçüncü G.W. Bush döneminin başlaması demek olurdu. Bu seçim ABD'nin değil de kan revan içindeki dünyanın genel seçimi olsaydı, Hüseyin Barack Obama çok daha ezici bir zafer kazanırdı kuşkusuz.

Dünya halkları üzerinde yaptığı etki, uzun ve çetin bir kıştan sonra doğanın uyanışına benziyordu. Umutsuzluk içinde kavrulan insanlar küresel depresyondan çıkmaya, adalet için kolları sıvamaya hazırdı sanki. Onu Mesih, Kunta Kinte ya da Malcolm X gibi görenler vardı.

Bir siyahın başkan seçilmesi her ne olursa olsun önemlidir. Obama da taç giyme töreninde, altmış yıl önce restoranlara bile alınmayan, alınsa da servis yapılmayan siyahlardan birinin başkan olmasına izin verilişini devrim olarak niteliyordu. Güzel kızları ve eşiyle halkı selamlarken hangimizin gözleri dolmamıştır. Siyah oldukları halde çok güçlü makamlara gelen Condoleezza Rice ve Colin Powell'ın yarattığı düş kırıklığını unutmuştu dünya. Noam Chomsky gibi öngörülü insanların "insanlığın bu heyecanına katılalım ama ihtiyatı elden bırakmayalım, bir mucize beklemeyelim" öğütlerine kulak verecek halde değildi birçok insan. Mucize beklemeye ihtiyacı vardı yorgun kalplerin.

HERKES BİR ŞEKİLDE BİR PARÇA BULUYORDU

Oysa düşünmemiz gerekirdi: Nasıl olacak da aynı anda hem küreselleşmenin çöküşüne derman olup, yoksulluğa ve adaletsizliğe çare bulacak, hem de dünya kapitalizmini krizin batağından çıkarıp sermayenin önünü açacak. Fransız sosyalistleri doğanın uyanışıyla birlikte adalet eşitlik kardeşlik çerçevesinde bir manifesto yayınladılar. Fransa'da siyahiler, azınlıklar, Araplar için eşitlik ideallerinin gerçeğe dönüşmesi yolunda harekete geçmişlerdi. İslam dünyasını da büyük bir heyecan sarmıştı doğrusu. Müslüman Alimler Birliği Başkanı Yusuf el Kardavi, Tunus Nahda Hareketi lideri Raşid el Gannuşi, Cemaat-i İslami lideri Kadı Hüseyin Ahmet'in de aralarında bulunduğu birçok İslami lider, Obama'nın gelişiyle ilgili dilek ve temennilerini bildiren dostça bir mektup yazdılar. Bu daha önce yapılmamış bir şeydi, bir güvenin nişanesiydi; çünkü zalimlere ne yazsan boşunaydı. Obama adalet ve eşitlikle ilgili duyarlı bir profil çizmişti seçim kampanyası boyunca. Change (değişim) demiş başka bir şey dememişti.

Aslında elit bir beyaz olarak yetişmiş biri. Yine de dünyanın bütün kültürlerinden ve insanlarından bir parça taşıması yüzünden herkes bir şekilde karşılığını buluyordu onda. İran on yıllardır ilk kez bir Amerikan başkanını kutladı. Kenya'da hatta ne alakaysa bizim Van'da kurbanlar kesildi. Türkiye bile sevince boğulmuştu. Şamanlar Obama'nın başarısı için ayinler yapıyor, Güney Amerika halkları seçim sonuçlarını öğrenmek için ekran başına kilitleniyor, Kızılderili reisleri onu bir evlat gibi kucaklıyordu. Aslında bir hiper gerçeklikle, Obama'nın taşıyamayacağı aşırı bir yorumla karşı karşıyaydık.

Başkan seçilir seçilmez Gazze saldırılarına başlayan İsrail, "o kadar umutlanmayın" mesajını vermişti bile. 'Daha devir teslim töreni olmadı, sorumluluk hâlâ Bush'ta!' diyen Obama uzun bir tatile çıktı. Bu konuda bir tek cümle bile sarf etmemeye özen gösterdi. Katliamı seyretti. Bu belirsizlikte dünyanın en yoğun nüfusunun olduğu Gazze yerle bir ediliyordu çoluk çocuk. Başkan seçildiği 4 Kasım'da ise ABD askerleri Kandahar'da bir düğüne bomba yağdırmış ve yirmi üç çocuk, on kadın olmak üzere kırk sivili öldürmüşlerdi. Bu da ordunun mesajıydı herhalde. Sonra Kudüs'ün İsrail'in birleşik başkenti olması gerektiğini söylediğinde Araplar ve tabii bütün Müslümanlar şoka girdi. Ceyda Karan'ın bildirdiğine göre mayıs ayında Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede İsrail'in nükleer silah hakkını destekleyen ilk yazılı belgeye imza atan, açıktan onay veren tek başkan olmuş. Hem de insanlığa bütün seçim kampanyaları boyunca ve sonrasında nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya vaat ederken (Radikal, 5/10/2009).

Guantanamo hâlâ kapatılmadı. Washington, İstanbul ve Kahire'de yaptığı parlak konuşmalarda, Irak'ta hiç yoktan zorlamayla yaratılan Şii-Sünni çatışmaları, akıl almaz boyutlardaki kıyımlar ve sürgünler için bir özür bile dilemedi. Irak'tan çıkmak için bir takvim de anılmaz oldu. Obama işgalleri durdurmak şöyle dursun, bir de Pakistan cephesi açtı. Çeşitli bahanelerle gerçekleşen saldırılar yüzünden, bir milyondan fazla kardeşimiz evlerini terk etti ve perişan haldeler. Aslında Obama, George W. Bush'u bile İsrail'e yeterince destek vermemekle eleştiren şahin mi şahin Rahm Emanuel'i bir numaralı yardımcısı yaparak fazla bir şey değişmeyeceğine dair gezegen halkına en büyük işareti vermişti.

ŞİMDİ ÜTOPYALARIN YEŞERME ZAMANI

"İran'ın barışçıl nükleer enerji hakkı olmalı, uygarlığın İslam'a borcu var, fırsatları herkese götürelim, piyasanın gerektirdiklerini boş verin, sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma, kalıplaşmış bakış açılarını aşalım, ABD'yi çıkarları için savaşan bir ülke olarak görmeyin artık, öyle olmayacak, İsrail'in vatan hakkı var ama bu yerleşimler kabul edilemez, Müslüman kadınlara ne giyeceğini kimse söyleyemez, onlar daha az eşit değil". Bunların hepsi 4 Haziran'daki Kahire konuşmasından. Konuşmalarını 27 yaşındaki Harvard'lı bir gencin yazdığı, kendisinin kontrol ettiği söyleniyor. Genç bir aktivist konuşuyor sanki.

Fakat en can alıcı cümle şuydu: "Kolay değil doğru yolu seçmeliyiz, sözcükler insanların ihtiyacını karşılayamaz". Karşılamadı da zaten. Şimdi Hüseyin Barack Obama'ya bütün bu söylemleri için Nobel Barış Ödülü verildi. Dokuz aydır bir mesafe kat etmek şöyle dursun, dünyada yeni yaralar açıldığı halde.

Bütün beklentilerin tek bir adama yüklenmesi saçma ve adaletsizdi. Sonuçta bu kötülük ve adaletsizlik zincirinin bir yerinden kırılması lazım. Bunu bireyler yapamaz. Obama'nın hali ortada, yaptığı iyilik şu ki bütün iyi dilekleri, talepleri, mücadele isteğini, adalet ihtiyacını, arkasında duramadığı kelimelerle de olsa açığa çıkardı. Örgütsüz dağınık ve bu yüzden etkisiz olan fakat biraz çabayla büyük bir insani ortaklaşma potansiyeli taşıyan insani zemin gözlerimizin önüne serildi. Şimdi toprağa gömülen ütopyaların çıkarılması, içinin doldurulması, emekle dayanışmayla çalışmanın zamanı. Fani insanlardan değil, adaletle yaşamanın ilkelerini bize öğreten Yaratıcı'mızdan gelecek enerjiyle. Doğanın ve insanlığın uyanışına katılarak.

ZAMAN