O görkemli ‘İnqılab’dan böyle bir hayıflanma kalmalı mıydı?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

Ve, İran-Suriye Hattı..

33 yıl öncesinin bugünlerini heyecan ve teferruatıyla hatırlayanlar, bugün yaşları artık  45-50’e dayanan nesiller durumunda..

Gerçi, 40 yaşında olanlar bile bir şeyleri hatırlayabilirler..

Çünkü, hemen bütün dünya, İran’dan yükselen ‘Allah’u Ekber!’ feryadlarıyla, yüzbinlerin mazlûmiyet feryadlarıyla sarsılıyordu.. Ve televizyon ekranlarından yansıyan görüntüler ve yükselen sesler ‘Allah’u Ekber, Khomeynî rehber..’ sözünü hemen bütün dünya insanlığına ezberletmişti.. Ve bu çetin mücadele, bir seneyi aşkın bir süredir devam ediyordu..

O günlerde İstanbul’da, ilkokula yeni başlayan kızım ve arkadaşları bile kendi aralarında, okul koridorlarında veya evlerin balkonlarından diğer balkonlara birbirlerine, mânâsını bile tam bilmedikleri, ‘Allah’u Ekber, Khomeynî rehber!’  şeklindeki bir cümleye bir de, ‘N’aaaber?’ kelimesini ekleyerek sesleniyorlar ve âdeta birbirlerine nanik yapıyorlardı.. Ve, Şah’ın İran’dan kaçtığı günün akşamı, kızım okuldan geldiğinde, hanım öğretmeniyle ilgili olarak, ‘Babaa, bizim öğretmen galiba Şah’çı.. Bugün herhalde Şah kaçtı diye gizli gizli ağlıyordu..’  demişti..

(Kimbilir hangi yüzden ağladı idiyse..) Bu anekdotu, o büyük inqılabın, ilkokula yeni başlayan çocukları bile nasıl kendi ilgi alanına cezbettiğini, nasıl derinden etkilediğini göstermesi bakımından aktarıyorum..

*

Ve dünyanın herbir yanındaki insanlar da, taraflarını ortaya koymak mecburiyetini ister istemez hissediyorlardı..

Bir tarafta, kendi iktidarını, saltanatını, rejimini korumak için, onbinleri, yüzbinleri öldürmekten geri durmayacağının işaretini veren bir Şah vardı; karşı tarafta ise, ellerinde pankartlar ve resimler dışında başka bir şey bulunmayan ve hele silahı hiç olmayan ve de kurşunları yediklerinde toprağa, ‘Allah’u Ekber!’ diyerek düşen yüzlerce- binlerce insanın cesedleri...

Hele de, (İran’da çaadur olarak isimlendirildiğini o günlerde yeni öğrendiğimiz) ‘çarşaf’lar içindeki anaların, bacıların, hanımların yükselttiği feryadlar tahammül edilmez boyutlardaydı..

Ve dönemin T.C. de iç siyasî buhran ve anarşi sarmalı içindeydi.. Hergün, ‘sağ-sol’ veya ‘ülkücü-komünist’  kutublaşması olarak ortaya çıkan bir düşmanlık çizgisiyle, sokaklarda genç insanlardan ortalama 20-25’i birbirlerini öldürüyorlardı.. Maraş Katliâmı gibi büyük facialar ise, yüzlerce insanın birbirini gerçek veya farazî düşmanlıklarla boğazlıyordu.. Ülkenin birçok büyük şehirlerinde ve hassas denilen bölgelerde Sıkıyönetim uygulaması vardı..

*

İşte o günlerde Genelkurmay Başkanlığı’nın, TRT Genel Müdürlüğü’ne bir yazı yazarak, ‘İran’daki durumla ilgili haberler verilirken, dinî içerikli sloganların ve çarşaflı kadın görüntülerinin verilmemesi’ için direktif verdiğini (ve de özel radyo ve televizyon kanallarının olmadığını, sadece devlet radyo- televizyonu olan TRT’nin var olduğunu) hatırlayalım..

14 yıldır Necef’de sürgün hayatı yaşayan ve oradan verdiği mesajlarla İran’daki milyonları harekete geçiren ‘İmam Rûhullah Khomeynî’, Şah’ın Saddam’a baskısıyla Irak’tan çıkarılıp, Kuveyt Havaalanı’na bırakılıyor ve müslüman coğrafyalarındaki hiçbir ülke onu kabul edeceğini açıklayamadığından; o da, Fransa’ya gitmekte olan bir uçağa biniyor ve inqılab öncesindeki son 4 ay kadarlık bir  süreyi geçireceği Paris’e gidiyordu.. İmam Khomeynî, Paris banliyösündeki Neuphle le Chatoux’da ikamet ederken, İran’daki milyonlar onun desturlarıyla hareket ediyor; Şah M. Rızâ Pehlevî ve babası Rızâ Khan’ın bütün ülke çapındaki heykelleri bile yıkılıyor ve Pehlevî Khanedânı’nın 57 yıllık sultasını, zorba yönetimini yansıtan hemen her şeye ediliyor ve hattâ, kağıt paralardaki Şah resimlerinin gözleri bile sigara ile yakılıyor ve o paralar tedavülde öyle geçerli olabiliyordu..

Olup bitenleri kavramakta niceleri zorlanıyordu, Anadolu’da.. Müslüman halklar ve coğrafyalarının -bilgisizlik ve ilgisizlik ve tarihî taassub yüzünden- en zayıf halkası olarak görülen İran’dan güçlü bir İslamî hareket neşv’u nemâ buluyor, yeşeriyordu..

Ama, bu durumu anlamakta zorlananlardan birisi de, dönemin T.C. Başbakanı olan Süleyman Demirel idi ve ‘Bir yaşlı adam oturmuş Paris’te.. Oradan bir işaret veriyor, milyonlar ayağa kalkıyor; bir işaret veriyor, milyonlar oturuyor.. Bunun arkasında mutlaka bir super-güç vardır, bunun böyle olmadığına beni kimse inandıramaz..’ diyordu..

Bunun üzerine, o zamanlar, haftalık olarak yayımladığımız Tevhîd dergisinde, ‘Evet, Süleyman Bey, bu işin arkasında bir super güç  vardır, ama, bu sizin bildiğinizi super güçlerden değil..’ başlığıyla bir makale yazmış ve bir müslüman nazarında super-gücün, en büyük gücün, Allah olduğuna olan inancımızı dile getirmiştim.. 

*

Ve sonra.. Milyonların hançerelerinden bir gulgûle halinde yükselen ‘Allah’u Ekber..’ sadâları arasında İmam Khomeynî’nin 1 Şubat 1979 günü, İran’a dönüşü..

İmam’ın 10 günlük bir bekleyişi ve sonra.. ‘Şah’ın kalıntısı olan rejimin bütün devlet ve kamu karum / kuruluşlarının halka teslim edilmemesi halinde, cihad ederim..’ tehdidiyle gelinen yeni süreçte, 11 Şubat günü, eski sistemin bütünüyle çöküşü ve İran radyosundan dünyaya yükselen ‘Bismillahirrahmanirrahîym.. İncaaaa.. Sadâ’y-ı Cumhûri-i İslamî İran...’ cümlesinin ilk kez işitildiği anlar..

Ve daha sonra, toplumda ‘müslüman’  kimlikleriyle bilinen kimselerin, bu büyük İslamî halk hareketine, ‘Bunlar, göreceksiniz komünistlerin oyuncağı olacaklar..’ diyerek karşı çıkan ve her şeyin şeytanî güçlerin isteğine göre şekilleneceğine dair kanaatlerini bir türlü terkedemiyenlerin ‘ikaz’ları..

Bu, etkili olamayınca, İran halkının şiî olduğunun hatırlanışı ve bunun üzerine bir kuşku ve düşmanlık oluşturma gayretleri..

Bizim dergimizin günlerin havasında müslüman gençlik üzerindeki etkisini kıramıyan bazı çevreleri, ‘Yahu, bu kardeşler tecrübesiz, heyecanlı kimseler.. Şiîlere âlet olacaklar..’  şeklinde zehirli bir propagandadan meded ummaları giderek artınca, bir yazının sonuna, ‘İran’da bugün olan durum bir şiî-sunnî çatışması değil ki, şiî tarafında yer almış olalım. Biz Şah gibi bir zâlime karşı qıyâm eden müslümanların, mazlumların yanında yer alıyoruz.. Eğer, gelecekte, iddia edildiği gibi, bir şiî-sünnî gibi mezhebî bir boğuşmaya girilirse, nasıl bir tavır takınacağımız ancak o zaman sorgulanabilir.. Yoksa, bugünden geleceğe dair kehanetlerle suçlanmanın mantığı yoktur..’  kabilinden bir nok yazmıştım da, İstanbul ve Anadolu’nun müslüman mahfillerinde etkili olan o zehirli propaganda kırılabilmişti.. 

*

‘Stratejik gerekçe’ler adına, cinayetlere kol-kanat germek mi?

O zamanlar, ‘dünyadan habersiz, tecrübesiz, gençlik heyecanıyla hareket ederek’ çıkardıkları dergiyle İranlı müslümanların yanında yer alan bir avuç insana karşı, nicelerinin ileri sürdükleri görüşler tamamen yersiz değildi..

Üstelik de kapitalizm/ komünizm dünyaları arasındaki Soğuk Savaş’ın bütün entrikaları, hamleleri karşılıklı olarak  en en ince yöntemlerle tezgahlanırken ve de bizim ülkemiz de kapitalist kutubdaki yerini muhkem şekilde ve NATO’nun jandarması olarak almışken..

Dünya sahnesine İslam’ın bir güç odağı olarak yeniden  çıkmakta olduğunu çoğu kimse göremiyordu..

Ve kapitalist/ komünist emperyalizm sistemleri, bu yeni gücü yok etmek için, tabiatiyle  ortaklaşa her türlü entrikayı sergileyeceklerdi..

İran içinden ve dışından..

İçerde, Mojahedeen-e Khalq (Halkın Mucahidleri) isimli ve Amerikan destekli, yarı marksist ve de İslamî terimleri kullanmakta da becerikli bir grubun körpe İslam İnqılabı nizamına karşı içerde başlattığı silahlı mücadeleler, sonu gelmez bombalamalar, suikasdler ortalığı kana bularken.. Saddam da 1980 yılının 22 Eylûlü’nde, gün ortasında, başkent Tahran’ın uluslararası havaalanı Mehrâbâd ile Abadan’daki dünyaca ünlü petrol rafinerileri başta olmak üzere, pek çok askerî ve sınaî merkezlere ve yerleşim birimlerine yaptığı saldırıyla başlayan ve 8 yıl sürecek olan savaş..

O günlerde, İslam İnqılabı Hareketi’nin başlangıç noktası olarak, hangi tarih esas alınacağı konuusu tartışılıyordu..

En güçlü akım, Muhammed Musaddıq’ın 1953 yılında İran petrollerini millileştirmesi ve ingilizlerin kovmasının İslam İnqılabı’nın kalkış noktası olarak teklif edilmesiydi.. Ve bu tarih, İran’ın müslüman kitleleri açısından da kabul edilemiyecek bir tarih değildi.. Çünkü, petrol, İran’ın en büyük, en önemli stratejik zenginliğiydi..

İmam Khomeynî, bu konuya kesinlikle karşı çıkıyor ve İslam İnqılabının temel stratejisinin, Hz. Huseyn’in hareketinden, Kerbelâ Qıyâmı’ndan başladığını bildiriyor ve o gibi maddî zengilnliklerin stratejik bir kalkış noktası olarak kabul edilemiyeceğini, zulme karşı mücadelenin esas alınması gerektiğini belirtiyordu..

*

Ve bugün, gelinen nokta..

Saddam’la savaş yıllarında kâfir bir rejim ve ideoloji olarak nitelenen Baas ideolojisinin Şam versiyonu altında 50 yıldır inleyen Suriye halkının çektiklerini görmezlikten gelip, Suriye’de hele de son bir yıla zamandır işlenen onca cinayetlere rağmen, stratejik müttefiklik adına, Esed rejiminin korkunç katliâm ve cinayetlerine seyirci kalınmasını hangi inqılabçı mantıkla, kim nasıl izah edecektir? Şu acı duruma bakınız ki, hemen heryerdeki müslüman halkların verdiği mücadeleler, inqılabçı halkların mücadelesi olarak selâmlanırken ve onlara psikolojik destek verirken; Suriye halkının mücadelesini ise, sadece Amerikan emperyalizmi ve siyonist odaklarca kandırılan kitlelerin hareketi olarak nitelenip geçilmesi..

Bu kanlı tablo karşısında, doğrudur ki, bir kısım devletler Amerikan emperyalizmiyle birlikte hareket ediyor duruma düşmüş olabilir.. Ama, onunla birlikte olmak tek başına suçlama vesilesi olacaksa, başkaları da Rusya emperyalizmiyle birlikte hareket ediyor duruma düşmüş olmayacak mıdır?

Dahası, son olarak, 3 Şubat Cuma günü, sadece Humus’da yüzlerce insan daha, -tıpkı Şah’ın 33 sene öncelerde yaptığı gibi-,  Allah’u Ekber  feryadlarıyla tankların, top ateşleri altında can verirken, 4 Şubat tarihli İran medyasında ve internet sitelerinde Suriye’de işlenen bu korkunç cinayetler hakkında yazık ki, genelde, tek bir kelimeye bile yer verilmediği görülüyordu, stratejik müttefikliğin zayıflatılmaması adına.. Ve, bunları izah etmekte zorlanmayanlar hâlâ var ise, İslam İnqılabı’nın temel stratejisi olarak Hz. Huseyn’in zulme karşı qıyâmını gösteren anlayışı nereye koyacaklardır?

*

Ve, İmam Khomeynî’nin İran’a geliş yıldönümünde, uçaktan kocaman bir İmam Khomeynî karton resminin indirilip ona selam durulması ise, bütün bunların üzerine tüy dikti.. (Ki, İmam Khomeynî, kendi resminin paralara konulduğunu görünce, derhal buruşturup atmış ve onların tedavülee çıkarılmasını bile yasaklamışken..)

Geçmişte, Şah’ların veya başka yerlerdeki siyasî kişilerin resimlerine, heykellerine bu şekilde bir rağbeti putperestlik olarak niteleyenlerimizden nicelerinin, şimdi bu durumu anlayışla karşılayıp sessizlikle geçiştirmeleri veya bazı askerî birliklerin resimler önünde selâm durarak geçmeleri karşısındaki izahları ne ve nasıl olacaktır?

Gelinen noktalardan hayıflanmaksızın, izah yapabilecek ve hakaret ifadelerine yer vermeden, İslamî akıl ve ahlâk ölçüleri içinde bu durumlara izah getirebilecek olanlar varsa, buyursunlar..