Noel Baba enflasyonu

Önceki gün Sabah gazetesinde yayınlandı: Havaalanında çalışan kızlar, kendilerine cebren Noel Baba başlığı giydirilmek istendiği için isyan etmişler...

“İstemezük” diye tutturmuşlar...

“Maskaraya döndük” kabilinden sitem etmişler.

Devletlülerin umurunda mı? “Ya bu serpuşu başına koyarsın ya da çeker gidersin!”

Sultan II. Muhmud, sarık yerine fes giyme mecburiyeti getirdiğinde de böyle olmuştu: Özellikle ulema sınıfı, “Gâvur başlığı giymezük” diye olmazlanmıştı.

Devletin en kötü tarafı, işi teklifte bırakmayıp dayatmaya dökmesi... “Dediğim dedik” havasına girip tercihini dayatması...

Havaalanında çalışan kızlar, istemeye istemeye Noel Baba serpuşunu (başlık) takmışlar tabii.

Zaten bizim devletlüler, milletin kılık kıyafetini belirlemeye öteden beri çok meraklıdırlar...

Hatta bu uğurda nice insan bile asıldı (şapka inkılâbı sırasında)...

Bereket versin, havaalanlarını yönetenler, Noel Baba başlığına direnen kızları asmakla değil, sadece işten atmakla tehdit etmişler.

Başörtüsü yasağını da, çok şükür, adam asmaya kadar vardırmamışlardı ama ramak kalmıştı: Binlerce kadınımızı, “kamusal alan” dedikleri garabetin dışına fırlattılar.

Havaalanlarında çalışan kızlara Noel Baba başlığı giydirmek de ayrı bir garabet doğrusu. Batılı devletlüler, Noel Baba başlığıyla havaalanlarında koşuşturan kızları görüp, “A!.. Türkler de bizdenmiş, alalım gitsin Avrupa Birliği’ne” derler mi acaba?

Zaten alışveriş merkezlerini de Noel Baba götürüyor: Üzerlerinde kırmızı bir elbise, başlarında kırmızı başlık, suratlarında bir yastıklık pamuktan sakal, ayaklarında kırmızı pabuçlarla “Hoh hoh hooo” diye ünleyerek dolanıyorlar. Bir geyikleri eksik bir de hediyeleri.

Rahmetli Ahmet Kabaklı, yabanın içimize soktuğu Noel Baba figürünü yerlileştirmek için çok çabalardı...

“O aslında Nail Baba’dır, Anadolu’da yaşamıştır” türünden yazılar yazar, konuşmalar yapardı. Ama tutmadı...

Bir ara da Noel Baba’nın yerine Nasreddin Hoca figürü konmaya çalışıldı; kabul görmedi...

Çünkü biz bizden olanı kabullenmeye istekli bir millet değiliz. Daha ziyade Avrupalı olanı tercih ederiz. Yani bir anlamda emperyalizmin gönüllü tutkunlarıyız.

İnanmadığımız halde, çocuklarımıza yalan üstüne yalan söyleyerek inandırmaya çalışırız ki; Noel Baba geyiklerine binip bulutların üstüne çıkacak, binlerce kilometre yol alarak gelecek ve bacamızdan içeri girecek...

Bunun tek şartı var: Kirli çorapları yıkayıp salonun bir yerlerine, tercihen (eğer varsa) şöminenin önüne asmak...

Şömine yoksa dert değil, sobanın önü yahut radyatörün üstü de olabilir. Noel Baba onca çorabı ne yapar bilemem ama sanırım bu, Batı kültürünün bir yansımasıdır: Ne de olsa Batılı karakter, almadan vermeyi bilmez.

Bu oyuna bayılırız. Bizim bir oyuna bayılmamız için mutlaka “yaban” olması gerekir. Birbirimizin kültürüne dönüp bakmazken, Avrupa kültürüne kapılarımızı sonuna kadar açık tutarız.

Çürük çarık, abuk sabuk malları, Avrupa etiketi taşıması kaydıyla “kaliteli” sayarız. Bu yüzden açıkgöz üreticilerimiz, öz be öz “Türk Malı”na yabancı etiket yapıştırıp piyasaya sürer. O bile ilgi görür. Avrupa koksun da isterse leş gibi çorap koksun!

Yabancılaşma öylesine moda haline geldi ki, kırk yıl hatırı olan meşhur kahvemiz bile “cafe” oldu...

Aşhane yerine önce “lokanta” geldi, kesmedi, ardından “lokanta”larımız “Restaurant”laştı...

Hastane yerine “Hospital”, havaalanı yerine “Airport”, canım mektup yerine “mail”...

Bizden olana itibar yok...

Dolayısıyla “Nail Baba”ya da yok, Nasreddin Hoca’ya da!..

Aşağılık duygusu, hayata böyle komik unsurlarıyla birlikte yansıyor işte.

YENİ AKİT