Ne okuyacağımıza kim karar veriyor?

Gökhan Özcan, kitapların ticari mantıkla şekillendiği günümüzde okurun zihinsel ve duygusal gelişimini hedefleyen doğru kitaplara ulaşmanın zorlaştığını vurguluyor.

Gökhan Özcan/Fokusplus

Ne Okuyacağımıza Kim Karar Veriyor?

İnsanın zihinsel ve duygusal gelişiminde kitap okuma alışkanlığının ne kadar önemli etkisi olduğu malum… Okuduğumuz kitapların hayatımıza kattığı artı değerlerin de hepimiz farkındayız. Ancak kitap deyince tam olarak neyi kastediyoruz, bu da önemli bir konu… Çeşitli örneklerden biliyoruz, insanın okuduğu kitaplardan zarar görmesi de pekala mümkün! Ama bu gerçeği pek göz önünde tutmuyoruz. Kitaplar hakkında o kadar pozitif cümle kurulmuş ki bugüne kadar, dünyada ‘yanlış kitap’ diye bir şey de olduğunu rahatlıkla göz ardı edebiliyoruz. Oysa bu mesele sandığımızdan çok daha kritik!  

Şimdi meseleyi biraz açmaya gayret edelim… 

Yanlış kitapları okuyarak çok önemli meseleleri doğrularıyla öğrenme imkanımızı kaybedebiliriz. Çünkü yanlış kitaplar, önümüze koydukları yanlış fikirlerle bizi yanlış sonuç ve kanaatlere ikna edebilirler. Bunu söylerken; günümüzde insanların meselelere sathi bir ilgi ve merakla yaklaşma alışkanlığını özellikle hesaba katmalıyız.  

Bilgiye erişimi kolaylaştırdığı düşünülen teknolojik imkanların kısa bir zaman içinde o bilgiyi arayanları kolaycılığa, kestirmeciliğe ve sathiliğe alıştırdığı bir gerçek… Artık bilgi kaynakları dendiğinde anlaşılan şey, internet ortamında birçok çeşidi bulunan arama motorları ve hatta bugün onun da ötesinde yapay zeka araçları…  

Bu tekno imkanlardan ulaşılan bilgilerin sıhhati, güvenilirliği ve meselelere derinliğine hakimiyeti her zaman tartışmaya açık… İnternet üzerinden erişilen her bilgi aslında teyide muhtaç ama manzara ortada, buna pek aldıran yok! Eskiden bilgi kaynakları dendiğinde kastedilen kitaplardı daha çok; üniversitede bunun dersini almıştım, kütüphane tasnif sistemleri ve bu yazılı/basılı kaynaklardan pratik yararlanma yolları anlatılıyordu o derslerde daha çok.  

İnsanlar asırlar boyunca bilgiye, kültüre, sanata, estetiğe, değerlerle ilgili birikimlere ulaşmak için kitaplara yöneldiler. Kadim dinlerin vahyi insanlara kutsal kitaplar yoluyla ulaştırması da elbette tesadüf değil! Kitaplar, bilgiyi ve insana lüzumlu olan başka her şeyi sabitleme kabiliyeti olan, sıhhatini bu değişmezlikten alan güvenilir kaynaklar… Buna karşılık, önemli bir kısmı kullanıcıların kontrolsüz girdilerinin oluşturabileceği kasıtlı kasıtsız tahribat ve manipülasyonlara açık dijital datalardan alınan ‘bilgi’ler bu güvenlikten yoksun ve tabiri caizse son derece tekinsiz! 

Aklıselim sahibi herhangi bir insanın bütün bunlardan çıkarabileceği sonuç; bugün olduğu gibi bilgiyi dijital ortamlardan zahmetsizce ‘indirmek’ noktasında epeyce temkinli olmak gerektiği, buna karşılık bilgi (kültür, sanat görgü, ahlak, din, vs bilgi kavramının içinde olmak kaydıyla) erişiminde kitapları asla ve hiçbir şekilde ihmal etmemek gerektiğidir. Ve işte o noktada da ‘doğru kitap’ kavramının içini neyle doldurduğumuz meselesi hayati önemi haiz hale geliyor.  

Çünkü yanlış kitaplar bizi sadece yanlış yönlendirmekle kalmıyor, ömrümüzden de vakit çalıyorlar. 

Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Eğer okudukları gözden çıkarılan vakti hak etmeyen kitaplarsa, insanlar her dakikası çok kıymetli o vakitlerini yazık ki boşa harcamış sayılırlar.  

Doğru bilgi nerede? 

Bilgiye erişimde neyin sıhhatli olduğuna yazının ilk bölümünde değindik. Bu noktada yeni bir soru çıkıyor karşımıza: Hangi kitabın doğru kitap olduğu bilgisine erişmek için nereye bakacağız? Birçokları bu konuda bugün çok şanslı olduğumuzu düşünüyor. Öyle ya, her gün defalarca uğramayı alışkanlık edindiğimiz küçüklü büyüklü ekranlarda bize ‘doğru kitaplar’ öneren sayısız paylaşımla karşılaşıyoruz.  

Bunların bir kısmı amatör kullanıcılar, okudukları kitaplarla ilgili tavsiyelerini ya da eleştirilerini paylaşıyorlar. Sadece kitaplarla ilgili bu serbest vezin paylaşımları bir araya getirmek için kurulmuş internet siteleri de var. İlk başta çok demokratik bir şeymiş gibi görünüyor, kitaplar hakkında olumlu olumsuz kanaatlerle tıka basa dolu sanal adresler bunlar… Ancak bir yandan da ne okuyacağı hakkında belli bir kanaat zemini oluşturmamış insanlar için zararlı olabilecek aşırı serbest bir ortam bu.  

Her kitap okuyanlara bir şeyler katmak için yazılıp yayınlanıyor, bazıları bunu başaramıyor olsa bile böyle bu! Öte yandan, okurlardan bir okurun yayınlanmış herhangi bir eserle ilgili kanaatleri her zaman yetkin fikirler taşımayabiliyor. Nihayetinde herhangi bir şeyle ilgili bir kanaat edinirken kendi zihinsel ve duygusal birikim ve kabiliyetlerimizle sınırlıyız hepimiz. Kitaplarla ilgili fikirler oluştururken de böyle bu…  

Bir şiir kitabını ele alalım sözgelimi… Şair yılların birikimi içinden bulup çıkardığı imgelerle örer şiirini. Okursa kendi birikiminden ve duyarlılığından okur. Bu ikisinin ortak bir kanaatte tam olarak buluşması mümkün olmayabilir. Bunun gibi farklı okurlarda kitap doğal olarak farklı anlamlara gelecektir. Kitap hakkında yüzeysel ve şairin kastından, anlattığından çok farklı kanaatlere erişip bunu paylaşan bir okur, başka okur adayları için yanlış istikamet gösterebilir ve kitabın gerçek hüviyetinin nihai olarak önünü kesebilir.  

Bu basit örneği mesela tarih, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi fikri çeşitlilik içinde okunup tecrübe edilmesi gereken alanlar üzerinden düşündüğümüzde kitaplarla okurlar arasındaki bağı koparabilecek ya da en azından zorlaştırabilecek etkileşim alanları oluştuğunu ve yönlendirmeye açık genel okur kitlesi için bunun ciddi bir körleşme alanı oluşturduğunu kabul etmeliyiz.  

Yani kontrolsüz çok sesliliğin, liyakatin esas olduğu meselelerde her zaman iyi bir şey olmayabileceğini ve ihtisasın gerçekten önemli olduğunu aklımızda tutmak mecburiyetindeyiz. Aksi halde, azımsanmayacak sayıda kitap okuyup pek de bir şey kazanamayan bireyler ortaya çıkar ki; bunun ispatını görmek için biraz etrafa bakmak kafi gelecektir. Kitaplardan bir şeyler kazanabilen herkes bu ‘okuma performansları’ndaki vitesi boşa alma halini hiç zorlanmadan teşhis edebilirler. 

İşin bundan daha önemli bir veçhesi daha var: Bugün artık elimize aldığımız kitaplar sadece birer eser değil, ondan daha çok birer ürün!  

Bir yayın endüstrisinden ve piyasasından söz etmek durumundayız. Bu da kitapları, (hala amatörce yayıncılık yapmaya çalışan küçük yayınevlerinin faaliyetleri ve onların cengâver sahipleri artık ne yazık ki belirleyici değil bu alanda) kara, satışa, kazanca, dolayısıyla çokluğa odaklayan ticari mantıkla ilişkili hale getiriyor. Piyasayı önemli ölçüde elinde tutan büyük (kapital) yayınevleri, hedef kitlelerinin genel, ortalama beğeni ve yönelimlerini ‘iş’in merkezine alarak ‘müşteri’ profilleri belirliyor, hesabını onlar üzerinden yapıyor. Bu yayıncıların azımsanmayacak bir kısmı için yayın kriteri, doğru kitap-yanlış kitap muhakemesiyle değil; satılabilir kitap ile satılamaz kitap mantığı ile belirleniyor.  

Kitabın iyisinden anlayanlar şunu bilir ki, gerçekten iyi ve doğru olan kitaplar genellikle çok satan kitaplar arasından çıkmaz. Çünkü insanın gelişimi içinde fikirler ve duygular kişilerin birikimleri arttıkça, enginleştikçe ve olgunlaştıkça ortaya çıkar, ölçünün buradan alınması, çıtanın buraya konulması gerekir. Elbette genel okur diye de bir şey var ve onlara hitap eden eserler de yazılacak ve basılacak. Ancak bu kitapların hedefinin de okurunu zihinsel ve duygusal olarak yükseltmek olması gerekir. Oysa bir endüstri için en iyi pazar müşterinin en bol olduğu pazardır, tüccar malını alan her müşteriyi elinde tutmak, hep malını alacak durumda tutmak ister. Yeni arayışlar içinde olan, gelişen, tekâmül eden her müşteri, belki daha az satan ama daha derinliğine içerik sunan yayın portföylerine, yani ortalamadan daha farklı arayışlara ve daha ufuklu yeni adreslere yönelir çünkü.  

Bugün kapital, sermaye, karlılık, verimlilik ve sair kavramlar üzerinden stratejisini belirleyen büyük yayıncılar, kitabı bu akışın tabiatı gereği ‘marketing’ imkanları üzerinden düşünüyor, öyle anlıyor ve kitabın yolunu da böyle kurguluyor. Kitap fuarları gerek organizasyonu gerek işlerliği açısından bu mantığın bariz bir nişanesi… Bunun için devasa fuar alanları kullanılıyor ve kitap fuarının düzenlendiği dönemden bir önceki dönemde aynı fuar alanında mesela traktör ve tarım araçları fuarı, bir sonrasındaki dönemde de mesela izolasyon sistemleri sergilenebiliyor. 

Özetlersek; kitaplar bugün elimize büyük ölçüde bir ticari proje olarak kurgulanmış bir sürecin sonunda geliyor. Onları kitap fuarlarında, medyadaki kültür programlarındaki tanıtımlarında, sosyal medyadaki paylaşımlarda, büyük ölçekli resmi ya da örtülü kimi kampanyalarda görüyor ve satın alıyoruz. Bu arada satış rakamlarından bağımsız olarak (ki istisnalar haricinde kalitenin güncel alıcısı daha azdır, kalitenin tirajı uzun vadede artar) birçok iyi ve doğru kitap bu kanallarda kendilerini görünür kılma imkanından yoksun bırakılmış oluyor. Çeşitli yöntem ve araçlarıyla neredeyse her yeri kaplayan bu pazarlama faaliyetiyle bize mütemadiyen ne okumamız gerektiği söylenirken, gerçekten okumamızda büyük faydalar olan birçok kitap hiçbir yerde karşımıza çıkma imkânı bulamamış, bir anlamda üstü örtülmüş, perdelenmiş oluyor. 

İnsan kitap seçerken içsel işaretlerini okuyarak ilerlemeli, zihinsel ve duygusal arayışlarıyla (belki biraz el yordamıyla, sezgileriyle) yol almalı. Herkes kendisi için ‘doğru kitap’ları bizzat aramalı ve bulmalı, bunun için de manipülasyonlardan ârî bir zihinle hareket edebilmeli. Bugün olan bu mu peki? İnsanlar ne okuyacaklarına kendileri mi karar veriyor? Kitaplarını kendi mi seçiyor?  

Haklısınız, manzara hiç de öyle görünmüyor!  

Yorum Analiz Haberleri

Modernizmin esaretinden vahyin özgürlüğüne
"Ortadoğu’da suçlu yine Müslüman Kardeşler oldu!"
Aile, kadın ve cinsiyeti hedef alan tüm girişimler terördür!
ABD ve İsrail’in Suriye hesaplarında farklı görünen ortaklık
Papa ve zorunlu değerler ittifakı arayışı