Ne ekersen onu biçersin -1

Ali Bulaç

Hükümetin 12 yıllık zorunlu eğitimle ilgili gündeme getirdiği kanun teklifi bir reform mu?

Kestirmeden cevap vereyim: Hayır! Esasında "yeni ve sivil bir anayasa"nın gündemde olduğu bir dönemde, eğitimle ilgili yasal düzenlemenin kendisi garip. Önce anayasa, sonra yasa değişikliği olmalıydı.

Muhalefet partileri ve düzenlemeyi hedef tahtasına koyanlar konunun özüyle ilgili dikkate değer bir şey söylemediler. Herkes geleneksel pozisyonunu korudu. İki argüman öne çıktı: Biri "AK Parti hükümeti 28 Şubat'ın rövanşını almak istiyor, bu amaçla imam hatiplerin önünü açıyor"; diğeri "kız çocuklarını eve hapsetmek istiyor." Meslek seçimiyle ilgili konular gündeme geldi, ama yeterince tartışılmadı.

Sorun, polemiklerin ötesinde; eğitimin kendisinde, felsefesi, işlemden geçirdiği insan modeli, topluma maliyeti ve giderek bize nasıl bir dünya sunduğu konusunda düğümleniyor. Bu konuları sırayla ele almaya çalışacağız.

Bir durum tespiti yapalım: Bugün her aile çocuğunu mümkün oranda daha yüksek kademelerde okutmaya çalışıyorsa da, bu çabaya paralel bilinçli aileler, "eğitim, okul ve üniversite" yoluyla elde etmeyi umduğu "fayda"dan önce "zarar"dan da korumanın çarelerini arıyor.

Birçok aile için okul, araba hükmündedir. Kimsenin trafik kurallarına uymadığı bir şehirde arabada aranan ilk özellik -güvenlik kaygısıyla- dayanıklı kasadır. Arabanın kasası dayanıklı, teknik donanımı iyi ise, hiç değilse orta şiddette bir kaza olsa hasar ölümcül olmaz. Bugün çocuklarımızı okul sürecinde maruz kaldıkları zarara karşı azami seviyede koruma dürtüsüyle hareket ediyoruz.

Bu durum sadece Türkiye'ye özgü de değildir; Amerika'dan Almanya'ya kadar dünyanın neredeyse her yerinde ortaöğrenim ve liselerde "şiddet, cinsel sapkınlıklar, kötü alışkanlıklar ve genelde ahlaki yozlaşma" süreçleri eğitimi domine etmektedir.

Büyük resme şöyle bir göz atıp basit gözlemlerimizi aktaralım:

Sigara alışkanlığı sıradanlaşmış bulunuyor. İçki ve uyuşturucu giderek yaygınlaşıyor. Belli semtlerde ortaokullarda bally, liselerde eroin kullanımı söz konusu. Koridorlarda sigara içen, okul dışında bara giden öğretmene rastlamak mümkün. Kafeler, internet mekanları öğrencilerin tuzağı. Okullara ve dershanelere yakın sokak başlarında sözde kağıt mendil veya sigara satıcısı görünümündeki küçük işportacılar gerçekte uyuşturucu, şurup, hap vs. şeyler satıyorlar. Bir şekilde uyuşturucuya alıştırılan öğrenciler para bulamayınca ölüm komasına giriyor. Okullarda hırsızlık vakalarında önemli bir artış var.

Zaman zaman medyaya yansıdığı üzere liseye giden 16-17 yaşındaki kızlar okul çıkışında kıyafet değiştirip 'işe çıkıyor'lar, bunları yönlendiren ve istismar eden şebekeler okul çevresinde cirit atıyor. Kürtaj olaylarında artış gözleniyor, bu hafta Isparta'da bir okulda müdürü tarafından hamile bırakılan 16 yaşındaki öğrencinin kürtaj yaptırdığı haberi medyada yer aldı. Öğrenciler kendi aralarında seks ve uyuşturucu partileri düzenliyor, denetleyen yok. Satanizm ve başka sapkın akımlar en çok gençler arasında revaç bulabiliyor, bazı müzik grupları onları bu sektlere yönlendiriyor.

Genellikle kötü yola düşenler yoksul aile çocukları, zengin aile çocukları seks, uyuşturucu ve içki partilerine rağbet ediyor. Cinsel ilişkiye girerken okulda yakalanan çocuklar var, bir dönem "serbest cinsel ilişkiyi" destekleyen seminerler veriliyordu. "Cinsel eğitim seminerleri" adı altında seminer veren MEB'in bazı uzmanları, erginlik çağından itibaren gençlerin cinsel ilişkiye girmelerinin olağan olduğunu anlatırken, "ilişkiye girerken prezervatif kullanmayı ihmal etmeyin" tavsiyesinde bulunuyorlardı." Mesela 21 Nisan 2000'de Beşiktaş Atatürk Lisesi'nde düzenlenen bir seminerde Alman Hastanesi'nde görevli ÇYD üyesi J.K. gençlere şöyle diyordu: "Genç olduğunuz için ilişkiye girmek isteyeceksiniz. Bu sizin hakkınız. Ama arkadaşınızı iyi tanıyın, sonra ilişkiye girin. Tanımıyorsanız prezervatif kullanın." (Bkz. Hazim Söylemez-Rahime Sezgin, Liseler Sos Veriyor, Aksiyon, 6 Ocak 2001.)

ZAMAN