NATO’nun füze kalkanı semeri

KENAN ALPAY

Hükümet kamuoyunda oluşan tüm kaygı ve itirazlara rağmen füze kalkanı projesine onay verdi.

Henüz yeri net belirlenmemiş olmakla beraber, Dışişleri Bakanlığı NATO’nun füze kalkanı radarlarının Türkiye’de konuşlandırılacağını resmen açıkladı. Doğu Avrupa ülkelerine yerleştirilmek istenen fakat Rusya’nın güçlü itirazları sonucunda akamete uğrayan proje AK Parti Hükümeti’nin gönülsüz, ayak sürüyen, şartlar öne süren siyasetine rağmen şimdi NATO’nun tayin ettiği çerçevede hayata geçiriliyor.

Türkiye, NATO üyesi bir devlet olarak füze kalkanı projesine ev sahipliği yapmasını “NATO’nun savunma kapasitesini ve ulusal savunma sistemimizi güçlendirecektir” şeklinde izah etmeye çalışıyor. NATO’nun yeni stratejik konsepti çerçevesinde geliştirilen söz konusu savunma sistemi kime karşı, hangi öncelikli düşmana karşı kuruluyor? ABD tarafından NATO’ya tahsis edilen erken uyarı radarları neden Türkiye’ye konuşlandırılacak? Tartışmanın sınırlarını çizerken menfaatler mi, insani-ahlaki değerler mi belirleyici olacak?

Öncelikle Türkiye’nin emperyalizmin küresel savaş mekanizması olarak örgütlediği NATO’da bulunmasını makul ve zaruri görenlere söyleyecek fazla bir sözümüz yok. ABD ve AB’nin emperyal çıkarlarının devamı adına savunma veya saldırı misyonuyla cephede olmayı Türkiye’nin çıkarı olarak gören, gösteren perspektifin gelişmelerden memnun olması gayet tabiidir. NATO denildiğinde bizim zihnimizde kaçınılmaz olarak işgal, sömürü, saldırı siyasetinin vurucu gücü beliriyor. Tam 10 yıldır Afganistan’da yaşananlar NATO’nun İslam coğrafyasındaki varlığının somut bir göstergesidir.

Füze kalkanı konusunu etraflıca tartışan isimlerden Fikret Ertan’ın Zaman Gazetesi’ndeki yazısı “ulusal çıkarlar adı altında NATO’ya bağımlılık” tezlerinin ayrıntılı bir özeti gibi. Askeri konulardaki ileri derecedeki donanımı ve tecrübesiyle elbette Fikret Ertan’ın verdiği teknik bilgileri dikkate almak gerek. Fakat teknik-askeri meseleler hiçbir zaman siyasi-stratejik bağlamdan koparılarak anlamlandırılamaz. F. Ertan’ın füze kalkanı projesine karşı Türkiye’de seslendirilen bütün itirazları “suni bir gürültü, anlamsız tartışma” kategorisine sokup hükümete karşı haksız bir baskı şeklinde nitelemesi ciddi yanlışlar içeriyor.

Bazı kesimlerce dillendirilen İsrail’in zaten çok güçlü bir hava radar sistemine sahip olduğu bilgisinden kalkarak, “Türkiye’de kurulacak radarın İsrail’in işine yarayacağını söylemek anlamsız ve yanıltıcı” tespiti doğru olabilir. Fakat bu durum, söz konusu projenin arkasında İsrail, ABD ve AB’nin Ortadoğu’daki güvenlik konseptinin belirleyici olduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı? Sanırız şu sorunun cevabı herkes için nettir: Füze kalkanı ile kimin güvenliği, kime karşı sağlanıyor?

Verilen bilgiler doğruysa füze kalkanı radarı, Almanya’daki bir merkezden komuta ve kontrol edilecek. Bu merkezde Türkiye, general seviyesinde bir temsilci bulunduracak, kontrolde söz sahibi olacak. Sistemin her aşamasında tüm üyelerin onayı gerekecek. Füze kalkanının karar verme sürecinde yer almak AK Parti hükümeti için temel şarttı. Resmi beyanlar ve kulis bilgileri bu taleplerin “büyük ölçüde karşılandığı” yönünde. Bu ülkede yaşayan herkes şunu çok iyi biliyor: İncirlik’ten içeriye, Türkiye ordusunun generalleri dahi Amerikalıların izni olmaksızın adım atamıyor! Bu açık gerçek karşısında komutada söz sahipliği ve benzeri tartışmaların ne derece inandırıcılığı olabilir ki!

Konuyu daha iyi anlamak için 1 Mart Tezkeresi sırasında Türkiye’de hükümetin ve kamuoyunun ne kadar ağır tacizlere maruz kaldığını hatırlamak yerinde olur. Tezkere’nin reddiyle ahlaken ve siyaseten kim kazandı, kim kaybetti acaba? Dün Irak’a karşı atlama taşı, cephe olmayı kabul etmemek neyse bugün İran’a veya başka bir ülkeye karşı siper, kalkan veya önleyici vuruş merkezi olmayı kabul etmemek de odur.

Füze kalkanı sisteminin İsrail veya ABD tarafından İran’a yapılacak bir hava saldırısına karşı İran’ın misllemede bulunmasını engellemeye yönelik bir önlem olduğu çok açık. Bu durumda sistemin kimi neden koruduğu açıklığa kavuşmuyor mu? Acaba korunmaya ve savunulmaya muhtaç olan emperyalist ABD ve AB mi, Siyonist İsrail mi? Yoksa işgal ve cinayetlerle inletilen Müslüman halklar mı?

Afganistan’daki NATO güçlerinin komutasını uzun dönem üstlenen TSK hangi katliamların önüne geçebildi? Hükümet, İncirlik üssüne inen-kalkan uçaklardan kaçını denetleyebildi? Hükümetin aldığı bu karar yanlıştır, ciddi sıkıntılar doğurmaya adaydır.

Hiçbir emperyal gücün silahını taşımakla, kalkanına ev sahipliği yapmakla mükellef değiliz ve olamayız. İşgalcilerin güvenliğinden değil topraklarımızdan def edilmesinden sorumluyuz.