‘Müstemleke Valisi’ Tavırlı Bu Elçiye Haddi Bildirilmeli!

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerini hatırlayalım..

Hani, şimdi, başta İ. H. Karadayı, Ç. Bir gibi orgeneraller olmak üzere, emsali, diğer kocaman rütbeli generallerin, tehdid dolu nutuklarını arka arkaya patlattığı günleri..

Ankara-Sincan’da tertiblenen bir Kudüs Gecesi proğramına katılan İİC Büyükelçisi M. Rıza Bagherî etrafında ne fırtınalar koparılmıştı.

Hemen herkes, ‘Aman efendim, bir büyükelçinin işi ne, öyle bir gecede? Nasıl olur da bir büyükelçi, kendi vazife ve meşguliyet alanı dışında, misafir olduğu ülkenin iç ve dış siyasetine karışır?’ diyordu ve kimse konuyu mantıkî bir muhakeme ve mukayese süzgecinden geçirerek değerlendirme imkanı bulamadığından, sanki haklı gibi bir görüntü de ortaya çıkıyordu. Ve, çoğu kimse, ‘Yahu, bu kişi, İran değil de Amerikan elçisi olsaydı, yine  böyle söyler miydiniz?’ diye sormuyor veya soramıyordu.

Üstelik de, o zamanlar, Amerikan  ve diğer emperyalist devletlerin elçileri, diledikleri gibi nutuklar atıyorlardı. Ama, onlara karşı, ‘Bunlar sizin yetki ve iştigal alanı içinde olmayan konular..’ diyemiyordu..

Bu vesileyle bilgilerimizi zihnimizde canlandıralım ki, devletler arasındaki konsoloslukların yetki ve vazife alanları, taraf olan devletler arasındaki anlaşmalara göre belirlenir. Buna göre, çeşitli ülkelerin konsolosluklarının yetki ve vazife alanları diğerlerinden farklı olabilir..

Elçilikler ise, tarafların anlaşmasına göre değil, uluslararası hukukun temel kurallarına göre belirlenir. Yani, bütün ülkelerin elçileri aynı uluslararası kurallara tâbidirler. Farklı yetkilere sahib bir büyükelçilikler sözkonusu değildir. Bu bakımdan da, bir büyükelçinin uluslararası hukuk-diplomasi kuralları içinde yaptıklarını bütün elçiler de yapabilir.

Elçiler,  geldikleri ülkenin Devlet Başkanı’na bir itimadname /güven mektubu sunarlar. Bu, ‘Ülkenizde, uluslararası hukuk kurallarına göre ifâ edeceğim vazifelerim sırasında, benim ve emrimdeki diplomatların can güvenliği sizin elinizdedir, size güveniyorum..’ mânasındadır.

Ve bu diplomatlar, misafir oldukları ülkede, uluslararası hukuk kuralları dışında faaliyet gösterirlerse, evsahibi ülke, onları ‘Persona non grata! / İstenmeyen adam!’ ilan edebilir ve ülkeyi terketmeleri için, -genelde olduğu üzere- 24 veya 48 saatlik bir mühlet tanınır ve bu süre içinde ülkeyi terketmedikleri takdirde, can güvenliklerinin artık garanti edilemiyeceği bildirilmiş olunur.  

Bu arada, bütün ülkelerin diplomatlarının, vazifeli oldukları ülkelerde, anlaşma veya uluslararası hukuk çerçevesi içinde faaliyet gösteren, resmî casuslar durumunda oldukları da unutulmamalıdır.

*

Bu hatırlayışlardan sonra, B. Amerika’nın Türkiye’deki b.elçisi Francis Ricciardone’nin 5 Şubat günü yaptığı ve Türkiye’nin içsiyasetine açıkça müdahale teşkil eden sözlerine bakalım.

*

Amerikan Büyükelçisi, bir grup medya mensubuyla sohbetinde, milletvekillerinin, profesör ve komutanların "neyle suçlandıklarını bilmeden" hapis yattıklarını, haklarındaki suçlamaların "tam anlaşılamadığını" söylemiş.. (Halbuki, önceden yapılan askerî darbelerin herbirisinde, darbecilerin/ darbe hazırlığı içinde olan ‘asker’lerin, Amerikan servisleriyle gizli veya açık kanallar aracılığıyla işbirliği halinde oldukları, NATO dolayısiyle, zâten başka türlü olamıyacağı hatırlandığında, şimdi bu irtibat zincirinin zayıflatıldığı, bunun için tam anlaşılamadığı düşünülebilir.)

Birleşik Amerika’nın Ankara Büyükelçiliği’nin resmî internet sayfasında da yayınlanan bu uzun sohbetinde Mr. Ricciardone, ülkesinin, Türkiye ile ’yargı alanında ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi için işbirliği yapmak istediğini’  ifade edip, isim vermeden  Ergenekon ve Balyoz gibi dâvâlardaki uygulamaları eleştirmiş..

Amerikan elçisi sözlerini şöyle sürdürmüş: ‘Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler. Profesörler var. Eski YÖK Başkanı, hakkındaki 16 yıl önce görevdeyken yaptığı çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla demir parmaklıklar ardında tutuluyor. (…)’

Bu iddia veya tesbitler doğru da olabilir, yanlış da; ama, bundan Amerikan elçisine ne? Amerikan elçisinin vazife alanı içinde midir, bu konular?

Eğer onun ilgi alanı içindeyse, diğer bütün ülkelerin elçileri de aynı şekilde davranabilirler. Ve, B. Amerika’daki Türkiye B.elçisi de Amerikan içsiyasetiyle ilgili konularda benzer bir açıklama yapsa, o zaman, tepki ne ve nasıl olur?  

Bu açıklamalarıyla, Mr. Ricciardone, kendisini 19. Yüzyıl’ın emperyalist ülkelerinin başka ülkelere gönderdiği ‘Müstemleke Valisi’  edâsıyla, hareket etmek istediğini ortaya bir kez daha ortaya koymuşu bulunuyor. Ancak, bu Müstemleke Valisi’  tavırlı kişi, kendi ülkesinde; Amerika’nın kendi içinden ve içgüvenlik zaafları yüzünden uğradığı 11 Eylûl 2001 Saldırıları’ndan bu yana, -hangi fikir ve ideoloji adına olursa olsun- vatanlarını savunurken, işgalci Amerikan güçlerince esir alınan yüzlerce insanın, ülkelerinden onbinlerce km. uzaktaki Kuba adasının bir köşesinde bulunan Guantanamo Üssü’nde, 10 yıldan fazla zamandır yargılamaksızın tutulduğunu bilmiyor mu?

*

Amerikan Büyükelçisi, vazifeye ilk başladığı aylarda da böyle, kendisini ilgilendirmeyen, üzerine vazife olmayan konularda da  münasebetsiz laflar ettiği için, Başbakan Erdoğan’dan, ’acemi büyükelçi’ zılgıtını yemişti.

Bu, ‘Müstemleke Valisi’  tavırlı elçi, sözlerini mâzur göstermek için, bahanelerini de hazırlamış; diyor ki: ’Bunları ben söylemiyorum. Muhalefetiniz söylemiyor, yabancı liderler de söylemiyor. Bunu bizzat hükümet yetkilileriniz, bakanlarınız söylüyor. Başarılı olmak zorundasınız. Biz de size elimizden geleni yapacağız.

Evet, bizzat Erdoğan da söylüyor, ama, bu iç siyaset konusudur, sana ne?

*

Neyse ki, AK Parti Genel Başk. Yard. Hüseyin Çelik, Amerikan elçisi’nin bu had bilmez, küstahca açıklamalarına bir tv. proğmanında karşılık vermiş ve, “Anlaşılan o ki, Sayın Büyükelçi, hâlâ acemi elçi durumundan kurtulamamış. Umarız ki bu devirdiği son çam olur. Ricciardone Türkiye’ye gelir gelmez, buna benzer bizim iç meselelerimizle ilgili laflar etmişti. O zaman Başbakan kendisine ‘acemi büyükelçi’ demişti.

Bu hakkı size kim veriyor? Netice itibariyle bu, Türkiye’nin iç meselesidir.

Sizin mahkemeleriniz bizim mahkemelerin temyiz mahkemesi, bir üst mahkemesi değil..

Ricciardone’ye önce şunu hatırlatırım; siz önce Guantanamo’yu izah edin dünyaya. (…) Biz Sayın Ricciardone’yi kendi sınırları ve hududları içinde kalmaya davet ediyoruz. Bunu hoş karşılamadığımızı, kınadığımızı, ayıpladığımızı ifade ediyorum. Bir kez daha söylüyorum sayın büyükelçi haddini bilmelidir.’  demiş..

Yetmese de, yine de idare eder. Ama,  daha ilerisi, bu elçinin Dışişleri Bakanlığı’na ihzar olunarak /çağrılarak, kendisine bu hususta gerekli hatırlatmanın yapılması ve ’Persona non grata’ kartının gösterilmesidir.

*

Havuçu gören, sopa gösterildiğini de unutmamalıdır..

Haa, bu arada, Amerikan elçisinin kendi iştigal alanı içinde olan konularda söyledikleri de var ki, asıl bunlar üzerinde dikkatle durulmalıdır..

Çünkü, Amerikan elçisi, Amerikan Başkanı’nın da temsilcisidir ve bu kişi, sözkonusu konuşmasında özellikle Irak’la ve hele de Irak Kürdistanı  bölgesindeki petrol ve diğer tabiî  kaynaklarla ilgili olarak, Türkiye’ye havuç gösteriyor.. Ama, göstermediği, arkasında tuttuğu öteki elinde de, bir sopanın olduğu unutulmamalıdır.. Çünkü, havuç ve sopa denklemi, diplomasinin en eski metodlarından birisidir.

Amerikan elçisi, sözkonusu konuşmasında, Irak'ın ’hem büyük bir fırsat, hem de büyük bir risk’  olduğunu vurgulayarak, ’Türkiye, Birleşik Amerika, Irak hükümeti ve Irak içindeki Kürd Bölgesel hükümeti, tümü aynı stratejik çıkarı paylaşıyor: Bu da, Irak'ın bir bütün olarak, petrol ve gazını, gelecek nesiller için dünya marketlerine sunma yeteneğini azamî ölçüye çıkarmasıdır. Bunun mânâsı, Irak'ın bütün petrol ve gaz sektörünün stratejik olduğudur.. (…) Biz Türkiye'nin Irak'ta mevcut petrol ve gazın sadece yüzde 20'sine değil, tamamına, yüzde 100'üne erişiminin olmasını istiyoruz. (…) Eğer Türkiye Irak'taki mevcud petrol ve gazın sadece yüzde 20'sine erişilebilir olursa, bu bizi gerçekten üzer. Biz ayrıca, Türkiye'nin, Irak petrol ve gazının, dünya pazarlarına ulaştırılması için Hürmüz Boğazı’na stratejik alternatif olmasını istiyoruz.’

*

Bu gelişmelerin yanında, Başbakan Erdoğan’ın bazı tavır ve açıklamalarından sadece AB ülkelerinin değil, Amerikan çevrelerinin de rahatsız olduğu anlaşılıyor..

Çünkü, USA Dışbakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, 6 Şubat günü yaptığı açıklamada, Tayyib Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'nun, İsrail'in Suriye'ye geçen hafta yaptığı hava saldırısıyla ilgili açıklamalarını eleştiriyor ve ’Türk liderlerin sözleri tahrik edici.. Bizi açıkçası çok rahatsız ediyor. Bu konudaki kaygılarımızı son 24 saat içerisinde Ankara Büyükelçiliğimiz kanalıyla Türkiye yetkililerine aktardık..’ diyordu..  

Hatırlanacağı üzere, Davudoğlu, İsrail rejiminin 30 Ocak'ta Suriye’ye düzenlediği hava saldırısının ardından Esed rejimini, "Niye İsrail uçakları Esed’in sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl taşı bile atmıyor? Suriye, saldırıya uğrayan ülke ne tepki verirse, o tepkiyi vermeli, onu yapmalı.." diye eleştirmişti.

Başbakan Erdoğan ise, ’İsrail'i bir şımarık oğlan şeklinde besleyenler, yetiştirenler, İsrail'den her zaman her şeyi bekleyebilirler.. İsrail, tarihinin de affetmeyeceği bir devlet yapısına sahib.. Zaman zaman da söylüyorum, İsrail devlet terörü estiren bir anlayışın sahibidir.  ifadesini kullanmıştı.

Bu gibi ifadelere bile tahammül edemiyen Amerikan yönetimi, bir kez daha göstermiştir ki,  İsrail diye bir rejim yoktur; Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki uzantısı vardır ve bu rejim adına her ne yapılırsa yapılsın, Amerikan emperyalizmi, onu himaye edecektir. Bu güven yüzündendir ki, BM.’de bir devlet olarak gözüken bu siyonist haydutlar düzeni, ’Bizi, BM’nin aldığı hiç bir karar bağlamaz..’ diye dünyaya meydan okurken; gerçekte, arkasında, Atlantik’in öte yakasındaki İsrail demek olan USA emperyalizminin bulunduğunu biliyor.

Bütün bunlar gözönüne alındığında..

Türkiye, NATO’yla olan üyeliğinin kendisine nelere mal olduğunu artık düşünmeli ve Batı dünyasının menfaatleri gerektirmediği takdirde, NATO’nun Türkiye’yi fedâ edebileceği kavranılmalıdır.

Sadece, Suriye’den gelecek muhtemel bir saldırıya karşı, ’hava savunma sistemi’ olarak Patriot füzeleri yerleştirilmesini isteyen Türkiye’ye, NATO’nun, yani Amerikan emperyalizminin ancak aylarca sonra olumlu karşılık vermesi ve de, düşünülen Patriot’ların yerleştirilmesinin de aylarca sürmesi de düşündürmelidir. Çünkü, bugünkü teknolojinin hızı  karşısında, böylesine kaplumbağa hızıyla cevab verilmesi, gerektiğinde Türkiye’nin de fedâ edilebileceğini bir daha ve çok net olarak göstermektedir..

*

Bir taraftan‚ ’müslümanların vahdeti’nden sözedip, diğer taraftan..

Bu vesileyle, şu hususu da hatırlatalım ki, İsrail rejiminin, Şam yakınlarındaki önemli bir askerî merkeze yaptığı hava saldırısına  Esed rejiminin sessiz kalmasını bir türlü izah edemiyen Esed’ci çevreler, ’Suriye savaş uçaklarının İsrail semalarını titrettiklerini’  iddia ediyorlardı; başka hiç bir kaynaktan doğrulanmayan bir şekilde..

Sahiden de, böyle bir uçuş yapılmış mıdır? Yapıldıysa, o saldırıya mukabil, nasıl bir karşılık verilmiştir? Ya da, gerçek ise, İsrail rejimi, öyle bir saldırıya niçin seyirci kalmıştır? Yoksa, böyle bir uçuş  hiç gerçekleşmemişken, bazı heyecanlı çevrelerin gazının alınması için uydurulmuş bir iddia mıdır? Ki, başta, devlete aid yayın organları olmak üzere bazı İran gazeteleri de,  7 Şubat tarihli nüshalarında, bu gibi iddiaları kocaman manşetlerle, ve havada uçuş halinde olan bir kaç savaş uçağının fotoğraflarıyla, birinci sahifelerinden duyuruyorlardı, İran kamuoyuna.. Bazı önemli makamlarda bulunan yetkililer ise, Suriye’nin vereceği karşılıkla İsrail’in şoke olacağını, komaya gireceğini söylüyorlar ve Suriye’nin elindeki Rus füzelerinin, ateşlenmek üzere İsrail’e doğru çevrildiğinin fotoğraflı haberlerini yayınlıyorlardı..

Tabiatıyla, bu yayınlara paralel olarak yapılan yorumlarda, Erdoğan da, ’İsrail’e düşman gibi gözüken, gerçekte ise hiç de öyle olmayan birisi’  olarak nasibini alıyordu.. Ama, bu gibi iddialar bir kez gelişigüzel dile getirilmeye başlandığında, devamlı olarak İsrail’i yok edeceklerini tekrarlayıp, amma, fazla bir şey yapamayan ve sadece sionist düşmanı olabildiğince büyütenler de aynı suçlamanın dışında ne kadar kalabilir?