‘Müslümanların, İnançlarınca Yönetilme İradeleri Kabul Edilemez!’

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

90 milyonluk Mısır’da, 1 yıl önce halkın yüzde 52’sinin reyini alarak Cumhurbaşkanlığına seçilen Muhammed Mursî ve yönetim kadrosu, ordu tarafından, iktidardan uzaklaştırıldı.

Eğer, Mursî, bir darbe yoluyla, diktatörlük veya saltanat yoluyla iktidara gelmiş ve kendisini Mısır halkına tahmil etmiş, zorla yüklemiş olsaydı, bu netice için, bildik bir ‘güç savaşı’ denilip kenarından geçmek olabilirdi. Ama, Mursî, hür bir seçim sonucunda, halkın seçme hakkına sahib kesiminin ekseriyetinin iradesiyle işbaşına gelmiş birisiydi ve yapılan bu askerî müdahalenin hiç bir hukukî, mantıkî ve ahlâkî gerekçesi yoktur.

Bu müdahale, hem Mısır’daki Mursî muhalifleri ve ordu tarafından; hem de Amerika ve AB çevrelerince darbe olarak nitelenmekten kaçınılsa da, adına her ne denilirse denilsin; tipik bir dev(i)rimdir, bir yeniçeri ayaklanmasıdır, bir askerî darbe, Kudeta (Coup d’Etat), müdahale, ihtilal, ayaklanma, güvenlik müdahalesi vs’dir ve temel mantığı itibariyle merduddur, reddedilmelidir.

Çünkü, Genelkurmay Başkanı General Abdulfettah el’Sisî, ‘anayasayı askıya aldığını, parlamentoyu dağıttığını, Devlet başkanlığına da Anayasa Mahkemesi Başkanı M. Adlî Mansur’u getirdiğini’ açıkladı; El’Ezher Şeyhi’ni ve Qıbtî Hristiyan Kilisesi liderini ve de  Mübarek devrildikten sonra Batı dünyasının o kadar cilâlamasına rağmen, halkın itibar etmediği (Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu’nun eski Başkanı) Muhammed el’Baradeîyi de arkasına alarak.. Ve, Mursî ile İkhwan-ul’Muslimiyn liderleri tarafdarı üç tv. kanalı ve gazeteleri kapattırıyor; İkhwan’ın önde gelen liderlerinden yüzlercesini de tutukluyordu.. 

Darbe başka nasıl olur ki..

(TRT Türk’ün Kahire muhabiri M. Âkif Ersoy, 4 Temmuz günü saat 15.00 civarında Kahire’den geçtiği haber-yorumda, Kahire’de her kimle konuşulsa darbe demekten dikkatle kaçındığını, darbe nitelemesi yapan bir kişinin ise, çevredekiler tarafından ağır şekilde dövülüp susturulduğunu bildiriyordu.. Bir çok kimse ise, İkhwan veya Mursî tarafdarı sayılmamak için sakalını kestiriyordu.. Ki, Sakarya Üni.’den araştırma görevlisi olarak Kahire’de bulunduğunu açıklayan Numan Telci de, 3-4 Temmuz gecesi, TRT’den yaptığı açıklamada, kendisinin de saldırılardan kurtulmak için, etrafındakilerin tavsiyesi üzerine, sakalını kestirdiğini açıklıyordu.

B. Amerika’nın bu müdahaleyi darbe olarak nitelemekten kaçınmasının sebebi, ‘darbe olarak nitelerse, o zaman, Amerika’nın Mısır’a her yıl vermekte olduğu 1 milyar 500 milyon dolarlık yardımın verilmesinin kanûnen imkansız hale geleceği’ şeklinde izah ediliyor. Bu yardım yapılamayınca da, Mısır Ordusu’nun kontrolünün daha bir zorlaşacağından ve İsrail için bir tehlike teşkil edeceğinden korkuluyor..)

*

Hatırlayalım ki, Mursî, ilk olarak yapılan bir serbest seçimle, halkın yüzde 52’sinin reyini alarak ve 4 yıllık bir süre için cumhurbaşkanı seçilmişti. Böyle bir cumhurbaşkanının, uhdesine verilen vazifede henüz 1’nci yılını doldurmaktayken, halkın bir kesiminin özellikle de başkent Kahire ile İskenderiye’de tezgahlanan sürekli gösterilere daha büyük kitleler halinde katılmalarıyla, yıpratılmaya çalışılıyordu.

Ama, bir o kadar yüzbinler-milyonlar da Mursî’ye destek veriyorlardı.. Kahire’nin ünlü Tahrir (Hurriyet) Meydanı’nda milyonlar toplanıyor idiyse; aynı şekilde, Rabia-t-ul’Adeviyye  ve diğer meydanlarda da Mursî tarafdarları destek gösterileri yapıyorlardı..

Bu arada, Mursî, günlerdir, durumu yatıştırmak için, muhalif unsurlara ‘Geliniz görüşelim..’ çağrısı yaptıysa bile, muhaliflerin, Mursî’ye cevabı, ‘Defol!(Erhel!) gibi ve dünyaya da yansıyan pankartlarla veriliyordu..

Mursî’nin C.Başkanlığı’nın tam da birinci yıldönümünde, 30 Haziran akşamında Tahrir’deki gösteriler daha bir büyümüştü.. Mısır’da etkisini sürdüren 8-10 kadar gazete ve tv. kanalları ve de ‘tweetter’  gibi iletişim imkanlarıyla Mursî’ye vargüçleriyle saldıran ve çoğu geçmiş rejim döneminde elde ettikleri kazanımları yitirmemek için direnen laik, liberal, nâsırist, pan-arabist muhalifler,  bir psikolojik savaşın bütün gereklerini yerine getiriyorlardı.. Tabiatiyle, bu çevreler, ekonomik sıkıntılar içinde olan ve Mursî’nin bu alanda hiç bir varlık gösteremediği gibi iddiaları, ellerindeki geniş medyatik imkanlarla bütün topluma da yansıtıyorlar ve dar gelirli halk kesimlerinin de kendilerine katılmasını sağlıyabiliyorlardı..

Mursî, müslümanların yüzünü kızartan büyük yanlışlar yapmadı..

Bütün bunlar olurken, Mursî’nin artık ordu üzerindeki kontrolü iyice kaybettiği de anlaşılıyordu.. Çünkü, Genelkurmay Başkanı’nın, Başkomutan da olan C. Başkanı’ndan bağımsız olarak kendi başına önemli toplantılar yaptığının haberleri dış dünyaya yansıyordu. Nitekim, 1 Temmuz akşamına doğru, Genelkurmay tarafından ‘bütün siyasî taraflar’a veriliyormuş gibi yayınlanan bir askerî muhtıra ile, 48 saat içinde, bir uzlaşma sağlanmazsa, ülkenin güvenliğinin sağlanması için, ordunun üzerine düşeni yerine getireceği bildiriliyordu.

Ve 1 Temmuz gecesi, Mursî tarafdarlarından yüzbinler, milyonlar bir karşı gövde gösterisi yaptıklarında, gecenin karanlığında, bu kitlelerin üzerine uzun menzilli silahlarla ateş açıldı. -Ki, bazı görgü şahidleri, bu ateşin polis veya asker gibi resmî güçler eliyle olduğunu söylemekteler..-  O karanlık saldırıda 22 müslüman  kişi öldü, yüzlercesi de yaralandı.. Ama, bu cinayetin haberi, laik güçlerin elindeki Mısır medyasında hiç yer almadı, 2 Temmuz günü.. Ama, kendi adamlarından bir kişi ölmüş olsaydı, o zaman görülürdü, nasıl feryadlar yükseltecekleri..

Mısır’daki anayasa düzenine göre, yarı başkanlık sistemi bulunuyordu. Bu geniş yetkileri dolayısiyle, Mursî, ordunun başkomutanı olarak, Genelkurmay Başkanı’nıda vazifeden azledebilirdi, kanûnen.. Nitekim, iktidara gelişinin ikinci ayında, (Husnî Mubarek’ten yönetimi devralan etkili isim) Mareşal Tantavî ve etrafındaki etkili generalleri vazifeden uzaklaştırabilmişti.. Buna yine yetkisi vardı... Ama, demek oluyor ki, Mursî şimdi artık, onu bile yapamıyacak hale gelmiş ve ordunun elindeki silahların namlularını üzerine çevrildiğini görmüştü.

Buna rağmen Mursî hiç geri adım atmadı ve son âna dek, vakûr şekilde hareket etti ve canını ortaya koyduğunu açıkladı ve o yönde de hareket etti. Ve nihayet, ordunun verdiği 48 saatlik mühlet tamam olur olmaz, bütün siyasî taraflara verilmiş gibi gösterilen muhtıra uygulamaya konuldu ve hedefin sadece Mursî ve İkhwan olduğu bir kez daha anlaşıldı.. Çünkü, ordu, bütün siyasî taraflara değil, sadece Mursî ve İkhwan’a karşı sert tavırlar  sergiliyordu.. Dahası, darbe’nin lideri General Sisî, daha ilk andan, Mursî’ye muhalefet eden çevrelerin liderlerini de yanı başına alarak, aslında, gösteri yap(tırıl)an kitlelerin emellerine hizmet etmeye hazır olduğunu sergilemeye başlamıştı.

‘Nâsır- Sedat ve Mubarek’ döneminin tek yönlü yönetim kademelerine 60 yıl boyunca tahammül eden Mısır halkının küçümsenemiyecek derecede etkili bir bölümünün, halkın yüzde 52’sinin reyini alarak Cumhurbaşkanlığı’na seçilen Muhammed Mursî’ye bir yıl bile tahammül edememesi; müslümanların iktidarı ele geçirmeye başlaması üzerine, laik-liberal, kavmiyetçi, emperyalist güçler beslemesi çevrelerin ne kadar şerûr, şirretli olduklarını göstermesi bakımından ibretliktir. Halbuki, başta İkhwan kadroları olmak üzere, Mısır halkının mazlum ve yoksul kesimleri bu askerî darbe davetçi ve şakşakçılarına onyıllar boyunca nasıl da tahammül etmişlerdi..

*

Doğrudur ki, geniş kitleler de, Mursî’den gözalıcı bir başarı görememişlerdi. Ama, o kadar derin sosyo-ekonomik problemleri olan bir ülkede, 4 yıllık bir süreyle seçilen bir Cumhurbaşkanı’na karşı, daha 6 aylıkken bile yaygın protesto gösterileri yapılması ve bu itirazların zirveye tırmandırıldıktan sonra bir askerî darbe ile devrilmesi, Mursî için bir noksan teşkil etmiyor. Mursî, yapması gerekeni yaptı, son âna kadar dik durdu..

Ama, asıl görülmesi gereken, büyük halk kitlelerine kendi hayat tarzlarını dayatan laik kadroların ne kadar hak-hukuk tanımaz olduğudur. Bu son darbe, bu acı gerçeği bir daha gözler önüne seriyor.

*

Ve, Mursî’nin gitmesine sevinenler..

Mursî’nin düşürülmesi karşısında ilk sevinç haberi, Şam Sarayı’ndaki zamâne Yezidi, Beşşar Esed’den yükseldi..

Beşşar Esed, ‘Mısır’da olan şey, siyasal İslam denen şeyin çöküşüdür. Dünyanın her yerinde dini, siyasal emellerine âlet eden herkesin akıbeti de bu olacaktır’ diye sevinç çığlığı attı..

Beşşar’ın bu sözüyle, -bu yönde önceki açıklamalarıyla birlikte ele alındığında- aynı zamanda Tayyîb Erdoğan’ı da kasdettiği tahmin edilebilir. Ama, unutulmasın ki, onun bu sözleri, bu gün kendisini canla-başla destekleyen İran yöneticilerine ve İran liderliğinin emrindeki Lübnan Hizbullahı’na ve onun lideri Hasan Nasrullah’a da söylenmiş sayılmalıdır.

Bugün ‘stretejik planlar gereği’ diyerek, Beşşar’ın yüzbinden fazla müslümanı katletmesine seyirci kalan ve hattâ yardımcı olanlar, yarınlarda, Baas ideolojisi ve partisinin bir kuklası olan ve İslam’a ve müslümanlara bakışını bir daha böylesine ortaya koyan bu kişinin kendilerine de nasıl tavır takınabileceğini düşünmeliler..

Keza, ‘dini siyasî emellerine âlet etmek’ten yakınıyor gözüken Beşşar’ın, iktidarını ve de  zulmünü, diktatörlüğünü, cinayetkârlığını sürdürmek için, bazı kandil gecelerinde, müslüman halkın arasında mescidlerde el bağlayıp namaz kıldığı da unutulmamalı ve dini, kimin siyasî emellerine âlet ettiği görülmeli ve müslümanların inançlarının gereğini samîmî olarak yerine getirmek istemelerinin, dinin siyasete âlet olarak nitelenmesindeki mantığın ne kadar çarpık olduğu bir daha düşünülmelidir.

Beşşar’ın, ‘İkhwan kafası..’ diye aklınca aşağılamaya çalıştığı düşünce yapısına bağlı bir Mursî’nin devrilmesi ile, ‘Türkiye, Mısır ve Tunus üzerinde bir İkhwan Hilâlî oluşuyor’ diye korkuya kapılan ve de 100 binden fazla insanın öldürten Beşşar’a destek vermelerini bir an unutup, Mısır’da geçen hafta öldürülen 4 şiî müslümanın kaatili sanki Mursî imiş gibi, hele de son günlerde ona en ağır şekilde saldıran dünün bazı inqılabçı müslümanları’nın da şimdi gelinen nokta karşısında biraz düşünecekleri umulur.

Mısır müslümanlarına ve bütün müslümanlara da, bu son askerî darbe ile sosyo-politik planda elbette bir darbe vurulmuştur, ama, kendisini ve Baas rejimini ‘bölgede sekülarizmin bekçisi’  olarak niteleyen Beşşar ile, onun dünya görüşünü paylaşanlar bilmeliler ki, öldürmeyen yaralar bünyeyi daha da güçlendirir ve  bu gibi darbeler değil, Moğol İstilâsı gibi ve de günümüzdeki yeni Moğol İstilâsı mahiyetinde olan komünist ve kapitalist emperyalizmlerinin tahribatına mâruz kalan müslüman toplumlar, bu darbelerin herbirisinden yine de ayağa kalkabilmiş ve şeytanî güçler için yeniden korku kaynağı oluşturmuşlardır. Bu bakımdan, Beşşar Esed de, ‘Siyasî İslam çöktü..’ diye nârâ atarken hatırlasın ki, Fransa’nın müslüman coğrafyalarındaki istihbarat uzmanı Oliver Roy ve benzerleri, ‘Siyasal İslam’ın çöktüğünü’  25 sene önce yazdıkları eserlerinde iddia ve ilan etmişlerdi. Ama, İslam, dünyayı şekillendirmek hedefini, hayatın her sahasında, müslümanların bir takım zaaf ve yanlışlarına rağmen hâlâ da sürdürüyor.

Mursî’nin ve ‘İkhwan’ kadrolarının Mısır ülkesinin yönetiminden ve siyaset sahnesinden uzaklaştırılmasına sevinenler, sadece Beşşar Esed ve onun gibi, müslüman toplumlara tahakküm eden laik zorbalar değil, dünya çapında hemen bütün emperyalist çevreler..

Nitekim, Amerika, Rusya, Avrupa Birliği, İsrail, vs. herbirisi sevindiler bu duruma.. Nitekim, bu durum, onların, bu darbeyi darbe olarak nitelememek için yeni kelimeler icad etme çabalarından da anlaşılıyor.

Nitekim, Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu'nda Mısır'daki gelişmelerle ilgili olarak yapılan oturumda, "Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî'nin halkının beklentilerine cevab veremediği, sadece Müslüman Kardeşler'in Cumhurbaşkanı gibi hareket ettiği ve AB desteğini hak etmediği" mesajı verildi.

Oturumda, Hristiyan Demokratlar adına konuşan Jose Ignacio Salafrancas daha da ileri gidiyor, ‘Mısır büyük bir ülke, Arap dünyasının sembolü. Ortadoğu Barış Süreci'nde kilit ortak. Suriye'de yaşananlarda kilit etkisi var. Mısır kaderine terk edemeyeceğimiz bir ülke" diyordu. Özellikle, ’Mısır’ı,  kendi kaderine terkedemeyiz..’ şeklindeki küstah ifadeye bilhassa dikkat etmek gerekir. Bu emperyalistlerin ve onların müslüman coğrafyalarındaki uzantısı olan laiklerin müslüman diyarlarına bakışının temelinde bu anlayış var..

Bu sevinenler arasında, başta Suûdî rejimi ve Birleşik Arab Emirliği olmak üzere, halkının iradesiyle işbaşına gelmemiş olan bütün arab ülkelerindeki rejimler de var.. Bu rejimler, tepelerine bindikleri halklarının rey ve iradesinin kendi ülkelerinde de gündeme gelmesi halinde, iktidarlarının, saltanatlarının havaya uçacağının korkusu içinde, Mursî’nin gitmesine tıpkı Beşşar Esed gibi sevindiler, kutlamalar yaptılar. Onlar sevinseler de, onların halklarının kalbleri mahzundur; bunu inanç hassasiyeti sahibi olanlar bilirler.

Mısır’da, selefî denilen kesimlerin, Mursî’yle işbirliği yaptıkları halde, askerî darbe karşısında hemen, fikren beslendikleri Suûd rejimi gibi sevinip, Mursî’yi yalnız bırakarak askerlerin yanında saf alması ise, bir diğer ilginç nokta..

Ki, biz bu sütunlarda, arab diyarlardaki müslüman halk kitlelerinin, Tayyîb Erdoğan’a sevgi besledikleri halde, bu gibi rejimlerin Tayyîb Erdoğan deyince, nasıl bir kuşku duyduklarını  defalarca belirtmişizdir. Bu bakımdan Mursî’nin devrilmesine onların sevinmesi şaşırtıcı değildir.. Çünkü, müslüman halklar arasında heyecan uyandıran halk iradesine dayalı İslamî uyanış hareketlerinin, saltanat ve sair zulüm düzenlerinin temellerini zayıflatacağını biliyorlar elbette ve bu gibi hareketlerin tökezletilmesi onların da hedeflerinden birisidir.

*

Bizdeki laik güçlerin sevinmelerine de şaşmamak gerek..

Mursî’nin devrilmesi üzerine, Mursî’nin iktidara gelişini bile ‘emperyalizmin oyunu’ diye niteleyip iki yıldan fazla zamandır, zihinleri idlal etmeye çalışan bazı müslüman tipler bir tarafa..

Temelde dünyaya bakışlarını T.C.’deki resmî ideolojiye göre ayarlamış çevrelerin konuya nasıl baktıklarını da, en azından 1992 başında, Cezayir’de Abbas Medenî liderliğindeki İslamî Selâmet Cebhesi’nin seçimi kazanması üzerine yapılan askerî darbeye kimlerin nasıl destek verdikleri hâfızâlardadır. O zaman, o askerî darbeye karşı çıkıyormuş gibi gözüken bazı laiklerin de, daha sonra, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinde nasıl, aynen Cezayir’deki darbeci generaller gibi birer zorba olarak ortaya çıktıkları görülmüştü..

Ama, daha ilginç olanı, Mursî’nin devrilmesinin hemen ardından, 3 Temmuz akşamı, TRT’de görüşüne başvurulan H. B. isimli bir uluslararası ilişkiler uzmanı prof.’un sadece Mursî’ye değil, müslümanlara karşı kin dolu konuşmasının TRT’den, 22.50 sularında, 15 dakikaya yakın bir süre kesintisiz aktarılmasına ne demeli?

Prof.’umuz, askerin hedefinin ‘demokrasiyi kaldırmak olmadığını’, tersine, ‘demokratik anlayışın yerleştirilmesi için bu darbenin yapıldığını ileri sürüyor ve ‘Mursî’yi gericilikle suçluyor;  ordunun laik, sekuler ve çoğulcu bir anayasa getireceğinden haber veriyordu.

Prof. Bağcı, öyle konuşuyordu ki, ‘makarna, yağ dağıtarak kitleleri oyalamanın mümkün olmadığından’ filan da dem vururken,  sanki, yarınlarda Tayyib Erdoğan için de aynı sözleri söylemek için önceden bir metin hazırlamış gibiydi.. ‘İslam devleti, şeriat devleti’ gibi sözleri bir umacı imiş gibi tekrarlayıp duran bu kişi ‘artık sosyal hayatı İslamî taleblerle tanzim etmeye kalkışmak, 21. yüzyılda düşünülemez.. Halkın kazanılmış değerleri var.. Halkın hayat tarzını değiştirmek isteyenlere işte böyle ‘dur’ denilir..’ diyordu, özetle..

Bu kişi, bununla da yetinmeyip, TRT. Kahire muhabiri olan M. Akif Ersoy’un bildirdiklerini de düzeltmeye kalkışıyordu, prof. olmanın gereğince..

TRT proğramcısının, bu darbe alkışçısının sözünü kesmeden, halka 15 dakika kadar dinletmesi de bir ayrı ilginç noktadır.

Prof.’umuz, ‘Müslümanların kendi toplumlarını kendi inançlarına göre yönetmek hakkının varlığının kabul edilemiyeceğini’ de söylüyordu..  

*

Bu gibi kafalar, anlamak istemeseler bile, müslümanlar, kendi hayatlarını, kendi dünyalarını,  kendi inançlarına, kendi doğrularına göre tanzim etmek hedefinden ve hakkından asla vazgeçmiyeceklerdir.

Bu yolda, iktidara geldiği günden beri Mısır’daki ‘Derin Devlet’ odaklarıyla boğuşa-boğuşa bugüne ulaşan Muhammed Mursî,  yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla, idealleriyle müslümanlardan  birisidir ve iktidara geldiğinden bugüne kadar, müslümanların yüzünü kızartan bir itiqadî temel yanlış yaptığına şahid olmayanlar, muhakkak ki, onun ve arkadaşları için hayır-dua edeceklerdir. Bugün İkhwan’ın sesini kesenler başarılı olduklarını zannetseler bile, müslümanlar arasındaki kalbden kalbe olan bağları kesemiyeceklerdir.