Musafaha ve Kucaklaşma mı, Yumrukla(t)ma Dönemi mi?

KENAN ALPAY

Siyasetiyle, toplumuyla, bürokrasisiyle, medyasıyla Türkiye seçim sonuçlarına da bakarak nasıl bir rota izleyeceğine ve nasıl bir üslup takınacağına karar vermek durumunda. Değişmeyecekler listesinden daha uzun bir değişecekler listesi duruyor karşımızda. Duygular, alışkanlıklar ve beklentiler değişimi işaretleyen gerçeklerle inatlaşmaya kalkıştıkça yaşayacağımız sıkıntılar daha girift bir hale dönüşecektir.

Sadece Türkiye’de değil dünyanın hemen her ülkesinde seçim süreçleri gerilimli hatta kavgalı bir biçimde yaşanıyor. Seçim sonrasına sarkan tartışmalar, itirazlar haftalar bazen aylar boyunca sürebiliyor. 31 Mart seçimleri de böyle oldu. Özellikle İstanbul üzerinde yaşanan tartışma ve itirazların dökümünü yapacak olursak siyasi literatüre epeyce bir katkı vermiş oluruz. Ancak CHP adayı Ekrem İmamoğlu’na mazbatasının verilmesiyle birlikte geriye sadece olağanüstü itiraz sürecine ilişkin YSK’nın vereceği nihai karar kalmıştır. Bu durumu görmezden gelerek veya inkâr ederek yürütülecek tartışmalar artık Türkiye’deki seçim sisteminin güvenilir ve muteber olmaktan çıkarıldığı, tepeden tırnağa aşındırıldığı bir zemine dönüşecektir.

Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, Memur-Sen’de yaptığı bir konuşmada seçim sonuçlarına ilişkin yasal itirazların hepsini sonuna kadar takip edeceklerini vurguladıktan sonra iki konunun altını özellikle çizdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk vurgusu şuydu: “Sonuna kadar mücadelemizi vereceğiz. YSK noktayı koyduğu zaman bizim için de mesele bitmiştir. Ondan sonra yola devam.” İkinci vurgusunu ise şu cümlelerden okuyabiliriz: “Dönem kızgın demiri soğutma, musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliğimizi yeniden perçinleme dönemidir.” Bu önemli cümleler toplumsal refahın arttırılması, güvenlik ve özgürlük dengesinin korunmasına dair yapılan etraflı izahların içerisinde geçiyordu.

Hangi Durumu Perçinleyeceğiz?

Üstünkörü bir bakışla bile fark edileceği üzere bu konuşmada ne sandık darbesi ve kumpası ne de seçimleri hile ve şaibe söylentileriyle birlikte zikretme vardı. Dikkat çekici diğer önemli bir husus ise Erdoğan konuşmasında nefret ve düşmanlığı körükleyecek, bitimsiz bir polemik ve gerilime zemin hazırlayacak bir çağrı veya temenni imasında bile bulunmadı. Aksine Cumhurbaşkanı Erdoğan gayet açık ve anlaşılır bir biçimde tane tane musafahalaşma, kucaklaşma, birlik ve beraberliği yeniden perçinleme vurgusunu kızgın demiri soğutma metaforu üzerinden yaparak izlenmesi gereken makul ve yapıcı yol haritasını işaret etti.

Erdoğan’ın çağrısı AK Parti’yi ve Cumhur İttifakı’nı aşan bir mahiyetteydi ve mesajı bütün toplumaydı: “Ülkemizin bekasını ilgilendiren meselelerde, siyasi görüş ayrılıklarımızı bir tarafa koyarak, 82 milyon hep birlikte Türkiye İttifakı olarak hareket etmeliyiz.” Bu vurgular olan biteni unutma, muhalefetin üstlendiği olumsuz hatta yer yer yıkıcı siyasal pozisyonu görmezden gelen safça bir tutumdan kaynaklanmıyordu elbette. Ancak sürecin daha fazla gerilerek sürdürülmesine imkân olmadığını hatta mevcut haliyle bile yürütülmesinin fayda yerine zarar getireceğini tespit ve teyid ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın YSK’nın kararına saygı belirten ve kucaklaşmak için kızgın demirin soğutulması yönünde çağrı yapan konuşmasına ertesi gün MHP Genel Başkanı Bahçeli cevap ve tekzip mahiyeti taşıyan bir açıklamayla karşılık verdi. MHP lideri Bahçeli bir taraftan “milletimizin verdiği karara saygı duyarız, gerekli neticeleri çıkardık” diyordu ama diğer taraftan “İstanbul’daki seçimlerin tekrarı beka meselesidir. Türkiye düşmanlarına çalınmış oylarla hiçbir vatan köşesini veremeyiz” diyordu.

Sandıktan Savaş ve İşgal Çıkarmak

Asıl sıkıntılı, hukuki ve ahlaki zemini tartışmalı olan husus ise Bahçeli’nin YSK’ya tarihi sorumluluğunu hatırlatırken zuhur ediyordu. Bahçeli’ye göre YSK seçimi isabetli bir biçimde sonuçlandırabilmek üzere İçişleri ve Adalet Bakanlığı’yla, MİT ve Emniyet’le işbirliği yapmalıydı. MİT ve Emniyet’in vazife ve salahiyetleri arasında seçim sonuçlarını belirlemek gibi bir alan var mıydı acaba? Eğer varsa MİT ve Emniyet şimdiye dek hangi seçimlerde Bahçeli’nin bahsettiği bu vazife ve salahiyete göre hareket ettiler acaba?

Bahçeli’nin seçimleri FETÖ, PKK, Soros ve Geziciler tarafından organize edilen “işgal amaçlı bir saldırı” olarak nitelemesi normal midir? “Biz bu vatanı sandıkta değil, savaş meydanında kurtardık” gibi kıyaslar esasen Türkiye’deki çok partili hayatı, Hükümeti ve yerel yönetimleri seçimle belirleme kanun ve geleneklerini inkârdan başka bir anlama gelmiyor. “Türkiye seçimler yoluyla işgal edilebilir ve sömürge durumuna sokulabilir” manasındaki her cümle hiç tevil götürmeyecek bir biçimde “seçimler emperyalizmin tuzağıdır” mesajını içermektedir. Bundan sonrasında “zillet ittifakı” tanımı kolayca “melanet cephesi” yaftasına dönüştürülebilir. Siyasi rekabeti cephe mantığına, muhalif kesimleri 5. Kol faaliyetlerine dönüştüren iklimi inşa ettikten sonra linç kültürünü sokaklara, meydanlara, cenaze törenlerine yaymak için daha fazla çabaya hacet de kalmaz zaten.

Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim tartışmalarıyla birlikte yükselen gerilim düşürmek isterken Cumhur İttifakı’nın diğer temsilcisi Bahçeli hiç de oralı olmuyordu mesela. Bahçeli’nin şu cümlelerine dikkatle bir bakalım: “Kızgın demiri soğutalım ama ısınan tehditleri ağırdan almayalım. Aklı kiralık, vicdanı karanlık, değerli bulanık olanlarla sırf arıza çıkarmasınlar diye Türkiye ortak paydasında nasıl buluşacağız?” Dahası tereddüt belirtir gibi hafif yollu sorgulamaya girerek “Türkiye ittifakından bahsetmek kafamızdaki soru işaretlerini çoğaltmıştır” diyor Bahçeli. Neden acaba? MHP dışında başka bir parti veya toplumun geniş kesimleri ittifaka dâhil olursa töre mi bozulur, ülke bozguna mı uğrar yoksa?

Konuşmasının ilerleyen cümlelerine baktığımızda kendisini “dik başlı, bozkurt duruşlu” olarak tanımlayan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıkça Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Ak Parti hükümetine sınır çizmekte ve istikamet belirlemekte olduğunu rahatlıkla görmekteyiz: “Ülke bazlı siyasi bir ittifak olamaz. Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye ittifakıyla neyi kast ettiğini bilemeyiz. Bizim bildiğimiz Cumhur İttifakı'dır. Öncelikle gündemimiz Cumhur İttifakı'na sabotajlara fırsat vermemektir.” Peki, bu ne demek şimdi? Toplumu en az iki cephe olarak tahayyül edip konumlandırmadan siyaset yapılamıyor mu?

Bütün bu tartışmaların ortasında PKK’yla girilen bir çatışma sırasında dört asker hayatını kaybetti maalesef. Allah-u Teâla’dan rahmet ve mağfiret diliyoruz kendileri için. Bu kayıpların acıları yaşanırken Ankara’da düzenlenen cenaze merasiminde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun uğradığı saldırı son derece tehlikeli gelişmelere işaret etmektedir. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun PKK-PYD ve HDP’yle ilişkilerinin son derece ilkesizce ve sorunlu olduğu muhakkak. Tıpkı Esed rejimiyle kurduğu kirli ilişki gibi. Ancak eleştiri ve muhalefeti hedef göstermeye dönüştürmek ve bizzat terörün, yıkımın ve ölümlerin müsebbibi ilan etmeye kadar vardırmak yanlıştır.

Mazeretimiz Var; Yumruklarız Biz!

Şu siyasi partiler şehidlerin cenaze namazlarına katılamazlar, az oy aldıkları ilçelere gidemezler, yok eğer giderlerse sopayı yiyip otururlar aşağı” söylemi Türkiye’yi korkunç bir bataklığa doğru sürükler. Yine “şehidin yakınları acıdan öfkelerini kontrol edemeyip toplaşıp biraz dayak atmışlar” tarzı yaklaşımlar meseleyi hafife alıp teşvik etmekten çok öteye geçer ve linç kültürünü makbul bir davranış modeli olarak topluma takdim eder. Güya Hükümet’i destekleyen medya ve trollerin Kılıçdaroğlu’nun yumruklanması karşısında sergilediği kışkırtıcı yayınlarıyla AK Parti sözcüleri, Meclis Başkanı Mustafa Şentop ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanlarını arasında dağlar kadar fark vardır. Siyasetin sükûnet ve hukuka riayet telkin eden çağrılarıyla medya ve trollerin protestoyu saldırıya hatta linçe dönüştürmeyi teşvik eden kışkırtıcı yayınlarını yan yana getirebilmek mümkün değildir.

Karanlık geçmişin “durumdan vazife çıkarma mantığı” maalesef yine devreye girmiştir. Yakın bir zamanda dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Kayseri’de, kapatılan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk’ün Samsun’da benzer saldırılara maruz kaldığını, burunlarının kırıldığını unutmuş olamayız herhalde. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın da burnunun kırıldığını, benzer bir saldırıya Hacı Bektaş törenleri sırasında dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın da uğradığını biliyoruz. Siyasetçilere yapılan bu çirkin saldırıların gerekçesi hep vatan sevgisi, hep şehitlere saygı olarak kayıtlara geçti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan musafahalaşma, kucaklaşma ve kızgın demiri soğutacak girişimlerin önünü açmaya çalışırken medya ve troller Devlet Bahçeli ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya sahip çıkma adına sergiledikleri ucuz çığırtkanlıklarla hangi akla hizmet ediyorlar acaba? Evet, Bahçeli’nin dediği gibi ortada bir sabotaj var belki de. Lakin bu sabotajın hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’yi İttihat ve Tearakki’den kalan Kemalist Ergenekon ruhuyla kuşatarak Türkiye’yi yeni bir alaca kuşak karanlığına sürüklemek olmasın sakın. Güvenlik ve özgürlük dengesini koruyarak hukuk devleti etrafında bütünleşmiş bir ülke hedefimiz varsa eğer musafaha ve kucaklaşmayı engelleyen yumrukla(t)ma siyasetine hiçbir düzeyde ve menzilde müsaade etmemek lazım.

Yeni Akit Gazetesi (Yazar tarafından sitemiz için makaleye  ilaveler yapılmıştır.)