Mülteci Krizi: Türkiye Değil AB Tökezliyor!

KENAN ALPAY

Türkiye’nin uzun zamandır gerilimli olan ve bir çok alanda donma noktasına seyreden Avrupa Birliği’yle ilişkileri beklenmedik bir sebeple tekrar canlanmaya başlıyor. Hatta öyle ki Türkiye ve AB arasında güç dengelerini dahi değiştirecek yeni pozisyonlar çıkıyor karşımıza. 7-8 Mart tarihlerinde Brüksel’de toplanan Türkiye-AB liderleri Mülteci Zirvesi’nde uzun müzakereler sonucu bir takım ön kararlar aldılar. İlaveten 18 Mart’ta toplanacak ve nihai kararlara varmak üzere yeni bir zirvenin toplanacağını da ilan ettiler kamuoyuna.

Bu zirvenin en kestirmeden anlamı şu: AB ülkelerinin Suriye’deki katliam ve yıkımları konforlu dünyalarında seyrederek üstelik ortaya çıkan krizlerle Türkiye’yi ezip terbiye ederek yönlendirebilme hesapları boşa çıktı. Zaten Esed rejimine zaman kazandırmanın faturası nasıl olur da sadece Türkiye’ye çıkarılabilir? PKK-PYD üzerinden güneyden kuşatmaya dönük diplomatik tuzaklara Türkiye’nin kuzu kuzu razı olmasını bekleyenlerin yanılması mukadderdi.

Seyretmek Güzel, Ağırlamak Ölüm!

Normal şartlarda Türkiye’nin her geçen gün artan mülteci krizinin büyüyen yükünü AB’ye hiç yansıtmamak gibi bir tercihi olamazdı. Yeni yeni baş gösteren, küçük gruplar halinde Avrupa yollarına dökülen mülteciler panik ve korkuyu besledi. Daha doğrusu bu süreç AB’nin dengesini bozup içeride ayrışma ve çatışmalara dönüştü. Kendilerini her zaman denetleme ve not verme makamında gören Almanya, Fransa, İngiltere gibi AB’nin lokomotif ülkeleri bu kez hem denetleniyor hem de notlandırılıyorlar. İşin belki de onlara en ilginç hatta ağır gelen yönü bu sürecin kaderini Türkiye’nin tayin etmeye başlıyor olmasıdır hiç şüphesiz.

Çoktan iflasını ilan etmiş Yunanistan’ın Türkiye üzerinden mülteci akınına maruz kalmasıyla birlikte krizin işaret fişeği ateşlenmiş oldu. Yunanistan’ın mültecileri kuzeye doğru, Avrupa’nın merkezine doğru yönlendirmekten başka hiçbir seçeneği yoktu. Sahil güvenlik birimleri mültecilere ait ne kadar çok bot-tekne engelleseler ve batırsalar da önü alınamaz bir yığılmayla karşı karşıya kaldılar. Bu süreçte Makedonya, Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler sınırları kapattılar, serbest dolaşım yasasını fiilen askıya aldılar zaten.

Avrupa’nın kendisine biçmek istediği ‘sınır bekçisi’ rolünü reddeden Türkiye, mülteci krizini Suriye meselesinin kısmen de olsa çözümüne yönelik bir avantaja dönüştürdü. Ne savaşı bitirmeye, ne muhalifleri silahlandırmaya, ne uçuşa yasak bölgeye ne de güvenli bölge oluşturulmasına razı olan AB bu süreçte kendi kurduğu tuzağa düşmüş oldu. Öteden beri Türkiye’ye karşı kullandıkları baskı mekanizmaları böylece ellerinden çıkmış oldu. Mültecilere yönelik takındıkları ırkçı-ayrımcı ve düşmanca muamele nihayetinde AB’ni Türkiye karşısında aciz, edilgen ve muhtaç bir siyasal pozisyona mahkum etti.

Başbakan Davutoğlu’nun yanına Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve AB’den sorumlu Bakan Bozkır’ı da alarak gerçekleştirdiği Brüksel zirvesi propaganda edilenlerin tersini gösterdi. Mülteci krizi artık Türkiye’nin değil AB’nin aleyhine işleyen bir duruma dönüşmüştü. Türkiye-AB ilişkilerinde denge mülteciler meselesi üzerinden AB’yi zayıflatmış hatta kendi içinde sendeler bir pozisyona sürüklerken Türkiye ise süreci yöneten-yönlendiren merkez haline geldi.

İmkana Dönüştürülen Kriz

Serbest dolaşım hakkından uzun yıllar boyunca mahrum edilen, bir şantaj olarak devreye sokulan AB raporlarıyla açılması gereken fasılları erteledikçe erteleyen Avrupa için artık bambaşka bir ruh hali ve siyasal tercih söz konusuydu. Varil bombalarıyla parçalanan bedenleri, yıkılan şehirleri, kıyıya vuran cesetleri, kamplarda tepeden tırnağa sefaleti yaşayan kitleleri ekranlarda soğukkanlılıkla seyreden Avrupa toplumu için şimdi panik ve korku vaktiydi. Avrupa ülkeleri için mültecilere kapılarını açmak ölümlerden ölüm beğenmek gibi bir ruhsal çöküntüydü. İşte Türkiye bu zirvede Avrupalılara yaşadıkları ruhsal çöküntünün derinleştirilmesi veya hafifletilmesine ilişkin kimi yol haritaları çıkardı.

Avrupa Birliği, Türkiye’den beklemediği bir diplomatik hamleyle karşı karşıya kaldı. Bu hamleyi Yunanistan Başbakanı Aleksis ÇiprasGerçek şu ki Türkiye zirveye çekici tekliflerle geldi ve bu birçokları için sürpriz oldu” cümlesiyle özetliyor esasen. Her ne kadar İngiltere basınında Almanya’nın tutumunu suçlayan yayınlar yapılıyorsa da durum en çok iç çelişkiye dikkat çekiyor Türkiye’nin zaaflarına değil. İngiltere ve Fransa’nın inisiyatif almaktan imtina ettiği bu kriz sürecinde Angela Merkel’in liderliğindeki Almanya’nın öne çıkıyor oluşu yapılan anlaşmaların AB’yi bağlamayacağı anlamına gelmez.

Mültecilerin geri gönderilmesi, AB’ye göçün belli bir istikrara kavuşturulması yolunda varılan mutabakat 18 Mart’taki zirvede nihai karara bağlanacak. Ancak hem yeni fasıllar açılacak hem de vize serbestisi temin edilecek. AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker basın özgürlüğünü kast ederek “Bizler şu an Türkiye’de olanlara sessiz kalamayız” vurgusu yaptı. Benzer bir biçimde Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk da “Basın ve ifade özgürlüğü AB’ye katılım sürecinde kilit konumdaki bir koşuldur ve bunda bir değişiklik olmamıştır” vurgusu öne çıkardı. Lakin bu vurgular AB kriterlerinin vazgeçilmezliğini değil olsa olsa tuzağa düşürmek istedikleri ancak tökezletemedikleri Türkiye karşısında düştükleri komik durumu örtme çabası olarak anlaşılabilir.

Son olarak krize dönüştürülmek istenen mülteciler meselesi AB’ye karşı güçlü bir imkana dönüşmüştür. Diğer taraftan Türkiye’ye yöneltilen mülteci silahı şimdi AB’nin elinde patlamıştır.

Yeni Akit