Muhammed Ali İstanbul’dan Geçerken...

Yıldıray Oğur

 

“Sabaha karşı yapılan maçta Muhammed Ali...” diye başlayan haberlerin manşetlerden verildiği yıllardı. Türkiye’nin Muhammed Ali’nin zaferleri için yerel saatle sabaha karşı radyoların, TV’lerin başına geçtiği yıllar...

İşte o yıllarda 1975’te Süleyman Demirel’in Adalet Partisi öncülüğünde kurulan Erbakanlı MSP, Türkeşli MHP ve Turhan Feyizoğlu’nun CGP’sinin içinde yer aldığı Milliyetçi Cephe hükümeti içinde Muhammed Ali’yi Türkiye’ye kimin önce getireceği üzerinden küçük bir çaplı bir rekabet yaşandı.

Önce Adalet Partili Turizm ve Tanıtma Bakanı Lütfi Tokoğlu harekete geçti. Bakanlık müsteşarı Kemal Baytaş’ı Muhammed Ali’yi Türkiye’ye gelmeye ikna etmesi için Los Angeles’a gönderdi. Becerikli müsteşar, Adnan Kaşıkçı’nın yakın arkadaşı Çağrı filminin yapımcılarından Adil Özkaptan vasıtasıyla Muhammed Ali’yle tanıştı. Ali onu ertesi günkü basın toplantısına çağırdı. Kalabalık bir gazeteci grubunun izlediği toplantıda elini müsteşarın omuzuna atıp Türkiye’ye geleceğini açıkladı. Muhammed Ali toplantıdan sonra müsteşara espri yaptı: Gelince beni güzel Türk kızlarıyla tanıştırırsınız değil mi?

Ocak 1977’de 10 günlüğüne Muhammed Ali’nin Türkiye’ye gelmesi bekleniyordu ki o devletin resmî davetine değil başka bir davete icabet etmeye karar verdi.

Adalet Partili bakanının davetinden sonra harekete geçen Başbakan Yardımcısı ve Milli Selamet Partisi’nin lideri Necmettin Erbakan’ın ve Devlet Bakanı Hasan Aksay’ın davetine...

Davetin aracısı Muhammed Ali’nin reddedemeyeceği biriydi. Mürşidi Malcolm X’in de bir zamanlar üyesi olduğu ABD’nin en büyük İslami hareketi İslam Milleti’nin lideri Wallace Muhammed. (Hareketin eski lideri Eljah Muhammed’in oğlu olan Wallace, İslam Milleti’ni babasının heretik mirasından klasik Sünni İslam’a doğru değiştirmişti. Muhammed Ali de onu takip etti. 2005’ten sonra Muhammed Ali’nin Hintli İnayet Khan’ın sufi tarikatına yakınlaştığı ve selefi radikal akımlarla mücadele ettiği biliniyor.).

Muhammed Ali, daveti 28 Eylül’de Ken Norton’la unvan maçından sonra “Zaferimi Türkiye’deki Müslümanlarla kutlayacağım.” diyerek kabul etti. Erbakan, ABD’ye uçak bileti dahi gönderdi.

Aslında zafer kesin değildi. Norton, Muhammed Ali’nin en dişli rakibiydi. İlk maçlarında sadece yenilmekle kalmamış bir de Norton çenesini kırmıştı. İkinci maçı Ali almıştı. Bu en kritik maçtı. Çok çekişmeli geçen maçı Muhammed Ali biraz da tartışmalı bir şekilde kazandı:

https://www.youtube.com/watch?v=vd2_BjP-lXI

Zafer için tebrik telgrafı gönderenlerden biri Necmettin Erbakan’dı. Ziyaret için kesin tarih beklediklerini ekleyerek... Muhammed Ali birkaç gün dinlendi.

31 Eylül günü önce BM Türkiye Daimi Temsilcisi İlter Türkmen’in BM yıllık zirvesi onuruna New York’ta evinde verdiği resepsiyona katıldı. Resepsiyonda Muhammed Ali, Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’le sohbet etti.

Muhammed Ali, Londra aktarmalı olarak 1 Ekim 1976 Cuma günü sabaha karşı İstanbul’a indi. Üzerinde spor kıyafetleri vardı, çok yorgun gözüküyordu. Havaalanında onu büyük bir kalabalık karşılamıştı. Güç bela Şeref Salonu’na geçti. Kaldığı otele vardığında iki saat dinlendi. Uyanıp resepsiyona indiğinde otelde onun için bestelenmiş şarkı çalıyordu:

https://www.youtube.com/watch?v=KW5qF9fheXw

“Bu hikâye Cassius Clay’indir. O adını Muhammed Ali olarak değiştirdi. O siyah süpermandır...”.

Muhammed Ali ve İstanbul’a birlikte geldikleri İslam Milleti’nin lideri Wallace Muhammed, önce Başbakan Yardımcısı Erbakan ile basının karşısına çıkacağı İstanbul Valiliği’ne gittiler. Vali, bu dünya çapında misafiri karşılamaya dahi gelmemişti. Valilikte Ali’yi, Erbakan, MSP’li bakan Hasan Aksay ve Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş karşıladı.

Yüzlerce yerli ve yabancı basın mensubunun izlediği basın toplantısında Muhammed Ali “Birkaç maç daha yapıp, boksu bırakıp, İslam’a hizmet edeceğim artık.” dedi. Söze yanında oturan Wallace Muhammed girdi: “Madem ki öyle, boksu burada bıraktığını açıkla!”. Ali parmağını Wallace Muhammed’e uzatıp bütün dünya ajanslarının flash olarak geçeceği açıklamayı yaptı: Kafam biraz karışıktı. Liderim bu karışıklığı giderdi. Şampiyonken, en büyükken, İslâm’a hizmet etmek için boksu bıraktığımı açıklıyorum. (Muhammed Ali o yıldan sonra seyrek de olsa ringe çıktı. Tamamen bırakması 1979’da oldu.).

Erbakan sözü aldı: “Muhammed Ali, bakanlığın davetini kabul etmedi. Spor için değil İslâmiyet’e hizmet için Türkiye’ye geldi. Bir mübarek cuma günü İstanbul’da boks eldivenlerini bırakmış, İslâm cihadı için kılıç kuşanmıştır.”.

Muhammed Ali ve Erbakan, ardından cuma namazı için Sultanahmet’e geçtiler. Namazın ardından meydanda büyük bir kalabalık toplanmıştı. İzdiham hâlindeki kalabalık, yıllardır sabaha karşı görmek için televizyon/radyo başına oturdukları Muhammed Ali’yi bu kez canlı görmek için bekliyordu.

Platforma çıkan bir İstiklal Gazisi, madalyasını Ali’nin yakasına taktı. Sonra da silahını çıkarıp havaya ateş açtı. Ali daha sonra biraz ürktüğünü söyleyecekti gazetecilere...

Coşkulu kalabalığın tezahüratları karşısında bir ara Muhammed Ali’nin gözyaşlarını tutamadığı görüldü.

Ziyaret bir günlüktü ama Muhammed Ali ardından çıktığı Boğaz Gezisi’nde yorgunluktan uyuyakalmıştı. Teknedekiler Kanlıca’ya yoğurt yemek için indiklerinde Ali teknede boğaz havasıyla kestirmeyi tercih etmişti.

Ertesi günkü gazetelerde Muhammed Ali’nin boksu bırakma kararı, Sultanahmet’teki büyük kalabalığın karşısında Erbakan’ın yanında ağladığı fotoğrafıyla yer aldı.

Ama anlaşılan bazıları dünyanın en büyük boksörünü Erbakan’ın yanında, böyle mesajlar verilen bir olayda görmekten hoşlanmamıştı. Gazeteler ziyarete hak ettiği kadar yer vermedi. Verenler de Muhammed Ali’nin Erbakan’ın uzun konuşmalarından çok sıkıldığı, sürekli esnediği gibi izlenimler eşliğinde yaptılar haberleri... Maçlarını yayınladığında herkesi ekranın başına oturtan TRT de ziyareti küçük haberlerle geçiştirmişti.

Daha ileri gidenler de oldu...

Milliyet’te Örsan Öymen, “Boksör Beyniyle” başlıklı yazısında “Ağzı ve yumruğu dışında başka herhangi bir organının örneğin beyninin çalışma ölçüsü hakkında fazla bir bilgimiz yok.” diyerek ziyaretten geriye her şeyi yumrukla çözecek uygarlıktan hukuktan nasibini almamış Ali’ler kaldığını yazdı.

Burhan Felek ise Muhammed Ali’nin askere gitmeyi reddetmesine kafayı takmıştı: “Clay adında Amerikalı zenci ağır sıklet boks şampiyonu var. Bu adam Amerikan ordusunda, yani vatanının ordusunda askerlik yapmak istemedi, mahkûm oldu. Bu sırada Müslüman oldu. Hiçbir Müslümanın inancından şüphe etmekte hakkımız yoktur... Sevimli ve şaklaban sporcunun boksu bıraktığı sözüne gelince...”.

Yani bugün Muhammed Ali’yi muhalifliği, Vietnam Savaşı karşısında tavrı yüzünden sevdiğini, dindarların sadece Müslüman olmasıyla ilgilendiğini söyleyenlerin selefleri aslında Muhammed Ali’ye en yakın olduğumuz anda tam tersini yapmışlardı. Dünyanın en ünlü boksörünü sırf Erbakan’ın yanında poz verip, cami önünde İslami mesajlar verdi diye defterden silmiş, küçük göstermeye çalışmışlardı.

Ama neyse ki kendi ülkesinde bu kadar hoşgörüsüzlük görmedi Muhammed Ali. Meşhur bir boksörken din değiştirmişti. Ülkesinin büyük kayıplar verdiği bir savaşta askere gitmeyeceğini açıklamış, bu yüzden hakkında gözaltı kararı çıkmıştı. ABD’de bir siyahi İslam devleti kurulmasını savunmaktan, o yıllarda bağımsızlıklarını kazanan Afrika, İslam ülkelerine destek ziyaretlerine kadar ülkesinin çıkarlarına aykırı politik tavırlar içine girmişti.

Şöyle düşünmek daha kolay olacak; Muhammed Ali, Türkiye’de doğmuş olsaydı, şöhretinin bir aşamasında din değiştirseydi, mesela Kore’ye, Kıbrıs’a asker olarak gitmeyeceğini açıklasaydı, başına neler gelirdi?

Ama bütün bunlar onu ABD’de hain, kötü adam yapmadı, büyük bir kahraman, efsanevi bir sporcu olarak Amerikan hikâyesinde yer almasını engellemedi.

Beyaz Saray’da Carter, Reagan, Bush, Clinton, Obama tarafından ağırlandı, omuzlarına madalyalar takıldı.

Bu yüzden bugün Muhammed Ali’nin arkasından ağlayanların arasında Trump bile var...

Ve galiba bir ülke ancak böyle büyük ülke oluyor. Kolay adam harcayarak, kolayca hain ilan ederek değil, cesareti, eleştirelliği sadece ABD karşısında yapılınca değil, kendi ülkemizde de takdir ederek, köreltmeyerek, bir ülkenin ancak kendi vatandaşlarının büyüklüklerinin toplamıyla büyük olunacağını hiç unutmadan...

Muhammed Ali’nin hikâyesi, duruşu, cesareti, onun “boksör beyni”nden dökülen veciz sözler, ardından etrafta dolaşmaya başlamışken, ondan öğreneceklerimiz listesine bir ülkenin nasıl büyük olabildiğiyle ilgili bu hoşgörü dersi de eklenmeli.

Muhammed Ali giderken bize de bunları söylüyor...

Türkiye