Muhaberat Cumhuriyeti Doğuyor mu, Ölüyor mu?

KENAN ALPAY

Washington’daki kaynaklarına dayanarak Cengiz Çandar son telefon görüşmesinde Obama, Erdoğan’ın istediği morali bulmasına izin vermedi diyor. “Ukrayna’yı izleyin de AB ve ABD Türkiye’nin Batı sisteminden çıkmasına izin verir mi?” (23 Şubat Radikal) sorusu üzerine etraflıca düşünmeye davet ediyor hepimizi.

AB-ABD cephesi neye izin verir, neye izin vermez, kime nereye kadar müsaade eder gibi meseleler üzerine elbette hep birlikte düşünmemiz lazım. Çünkü Zaman Gazetesi’nin Amerikan New York Times Gazetesi yayın kurulunun imzasıyla çıkan makaleye atfen geçtiği habere göre “İfade hürriyetine saldırıya Gül de katıldı”ysa durum hakikaten felakete doğru gidiyor demektir.

Kavrama Özürlülerin Otoriterleşmesi

Erdoğan Hükümeti’nin gittikçe otoriterleşerek Türkiye’yi nasıl bir felakete doğru sürüklediğini hem Freedom House gibi özgürlükler savunucusu sivil toplum kuruluşları hem de NYT gibi ‘saygın’ gazeteler net olarak ikaz ediyorlar: Türkiye için büyük bir maliyeti olur. Zaten Avrupa Parlamentosu’nun kıdemli liberal üyelerinden Andrew Duff da “Türkiye’nin AB üyelik sürecinde müzakerelerin askıya alınma ihtimaline daha önce hiç bu kadar yakın olmadık” diye sertçe uyarmış.

Ne yazık ki Başbakan Erdoğan ve başta Cumhurbaşkanı Gül olmak üzere ona angaje olmuş bir görüntü veren siyaset ve toplum kesimleri AB’nin hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkesine yönelik verdiği mesajları kavrayamamışlar. Görüldüğü üzere AB ve ABD Türkiye’ye her zaman gayet net mesajlar veriyor ama ‘kavrama özürlü’ siyaset ve topluma kar etmiyor işte! Erdoğan ile birlikte hareket eden kadrolar ‘kavrama özürlü’ olunca şimdilerde hemen bütün seküler-Batıcı iktidar sınıflarının gündemi inşa etmek üzere merkeze aldığı Muhaberat Devleti son model bir korku metaforu daha sık olarak kullanılır oldu.

Mesela özellikle 17 Aralık sürecinden itibaren Başbakan Erdoğan’ı “kendisi için bir ölüm-kalım mücadelesi veriyor” şeklinde resmeden, “panik ve çaresizlik içinde denetimsiz bir güç arayışı” içinde gösteren Mümtaz’er Türköne’ye göre de aynı hükmü vermiş durumda: “HSYK, İnternet ve MİT Kanunu tek başına bu otokrasiyi oluşturmak için yeterli… Muhaberat devleti denilen işte bu.” (23 Şubat, Zaman)

Her dönem olduğu gibi yine öyle oluyor. Seçimler yaklaştıkça otoriter ve totaliter siyasete karşı demokrat ve liberal bürokrasi ve sermaye sınıfları topyekûn taarruza geçiyor! Seçilmiş siyasi kadroların ülkeyi siyasi ve iktisadi açıdan telafisi imkânsız bir felakete sürüklediğine dair tekrardan tavan yapan yoğunlaştırılmış psikolojik harekâtın öncekilerden önemli bir farkı da var elbette. Bu seferkinde safları sıklaştıranlar sadece liberaller ve ulusolcular değil. Fethullah Gülen cemaati kadroları da siyasete ve topluma karşı girişilen bu yeni darbe sürecinde cephenin en önünde önemli bir rol üstlenmiş durumda.

Otoriter Model Yakıştırma Yarışı

Aydın ve sanatçılar, analist ve kanaat önderleri, işçi sendikaları ve sermaye temsilcileri neredeyse bütünüyle ittifak etmişler ki Türkiye, başbakan Erdoğan eliyle Hitler’in Nazi Almanyası ve Esed-Saddam rejimlerine benzer bir Muhaberat Devleti’ne doğru yol alıyor. Hem ulusal hem de uluslararası siyaset ve sosyoloji otoritelerinden onaylı bir tespit ve teşhis için Erdoğan karşıtı cephe nasıl bir tedavi yöntemi öngörüyor peki? Beklendiği üzere önce bürokratik oligarşinin dayandığı ideolojik ve sınıfsal dayanakların olduğu gibi kalmasına çalışıyorlar. Sonra AB-ABD’nin de desteğini arkalarına alarak siyasi, iktisadi, kültürel, askeri, diplomatik vd. değişim-dönüşüm ve ilerleme-kalkınma girişimlerini sabote ederek güya “Siyasal İslam’ın İflası” zincirine yeni bir halka daha eklemek istiyorlar

Tehdit, şantaj, ahlaksızlık, itibarsızlaştırma, karakter suikastı dahil hemen tüm kirli planların devreye sokulduğu internet yasası düzenlemelerini “sansüre karşı özgürlük mücadelesi” imajıyla engellemek istediler. 12 Eylül referandumu sonrasında HSYK’nın yeni bir yargı oligarşisi üretmesine karşı sergilenen siyasal direnci “Hükümet kendi yargısını yaratıyor” yaftasıyla açığa düşürme çabaları boşa çıktı. Son olarak Hükümetin hem çözüm süreci hem de Suriye’ye yönelik siyasetinde daha bir öne çıkardığı MİT’e yönelik başlattığı kanuni düzenlemelere yönelik eleştiriler en temelde bir hedefe matuftu: Siyasal İslam ahlaki, siyasi ve iktisadi olarak AK Parti Hümümeti’yle birlikte iflas etmiştir hükmüne kesinlik kazandırmak.

Asıl gaye şu: Batı’nın kapıkulu ve işbirlikçisi ulusalcı-seküler ideoloji ve kadroların iktidar olabilme imkânları sıfıra doğru yaklaştıran söylem ve kadroları ahlaken ve siyaseten gayrı meşru ilan edip mahkûm etmek.

Meşruiyetin kaynağı kim/ne peki? Batı ve Batı’yı kıble edinenler mi?