Mücrim SDG'nin Yeni Suriye'de yeri nedir?

Mağdur edebiyatı üzerinden propagadansını üstlendiği insanlara dahi zulmetmekten geri durmayan SDG'nin konum kapma çabaları yersizdir.

HAKSÖZ-HABER

Geçmişi karanlık, kirli işbirlikleriyle dolu olan SDG'nin bugünlerde Yeni Suriye'de söz sahibi olma ve konum kapma arayışları gündemi işgal ediyor.

Beşşar Esed'in halkına en yoğun saldırıları yaptığı dönemlerde kendisine toprak devşirip rejimle alttan işbirlikleri yürütmek dışında herhangi bir işe kalkışmayan SDG, bugün kendisini halkın kurtuluşu ordusu gibi lanse etme çabaları ise beyhudedir.

Mağdur edebiyatı üzerinden propagadansını üstlendiği insanlara dahi zulmetmekten geri durmayan SDG'nin konum kapma çabaları yersizdir.

Muhammed Okçu, sitemiz için konuyu değerlendiriyor.

Mücrim SDG'nin Yeni Suriye'de yeri nedir? - Muhammed Okçu

Yıllardır Suriye İslami direnişi birtakım odaklarca kara propagandanın hedefi haline getirilmişti. Bugün de aynı odaklar kaldıkları yerden karalama kampanyalarına devam ediyorlar. Özellikle Rojava devrimi adı altında haramiler adeta özgürlük savaşçısı, dünyaya örnek gösterilecek devrimciler olarak tanıtılıyor. Yıllardır kurduğu totaliter/despotik rejimcikler ile bölgeye kan kusturan SDG’nin karıştığı insan hakları ihlalleri bazı odaklarca örtüldü/görünmez kılındı. Söylem gücünü yalan ve iftira ile gasp eden haramiler, yıllardır sahte ajitasyonlar ile suyu bulandırma, net olan görüntüyü flulaştırma uğraşından bir an bile geri durmadı. Yıllarca insanların sürgün edildiklerini ileri sürerek söylem bazında mevzi kazanmaya çalışanlar, sanki Haseke ve Rakka başta olmak üzere bölgede bulunan sivilleri yerlerinden edenler değilmiş gibi davranıyorlar. 

Bu bağlamda Uluslararası Af Örgütü’nün 2015’te yayımladığı rapor incelenmeye değer. Uluslararası Af Örgütü adına bölgede incelemelerde bulunan Kriz Danışmanı Lama Fakih, PYD’nin bölgede savaş suçu işlediğini ve sivilleri keyfi olarak bölgeden sürdüğünü açıklamıştı. PYD, uluslararası koalisyondan aldığı güvenle bölgeden sivilleri tehcir ederken bir de utanmadan koalisyon adına köyleri ve kasabaları tehdit ediyordu. Öyle ki evlerini terk etmek istemeyenleri “Koalisyona söyleriz, sizi bombalar” diyerek tehdit dahi ediyorlardı. Başvurdukları canice yöntemler bununla sınırlı kalmıyor; söz geçiremediklerini IŞİD yaftası ile tutukluyor ya da kaybediyorlardı. Fakih’in raporuna göre evlerini terk etmek istemeyen ve direnen bazı siviller, evin içinde iken evlerine benzin dökülüp çıkmamaları durumunda kendilerinin evle beraber diri diri yakılmakla tehdit edildikleri de sabittir. 

Yine İnsan Hakları İzleme Örgütü başta olmak üzere birçok kuruluşun hazırladığı raporlarda, SDG’nin çocukları zorla askere aldığı sabittir. Ancak maalesef bugün bunun da üstü örtülmeye, bir şekilde gizlenmeye çalışılıyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü, hazırladığı raporlarda defalarca taahhütte bulunmasına rağmen SDG’nin her seferinde verdiği sözlerden cayarak çocukları askere aldığını açıklamıştı. Yakın zamanda hepimizi derinden üzen hadiselerden biri de aslında bu meseleyi çok güzel açıklıyor. Antalya Serik’te holiganlarca katledilen Suriyeli Ahmet Handan El Naif de PYD’nin zorla askere alma politikası sonucu kaçıp Türkiye’ye sığınmak durumunda kalmıştı. Ne hikmetse bugün SDG ile BM arasında imzalandığı konuşulan çocukları askere almamakla ilgili anlaşma, bazı medya organlarınca parlatılıyor, hatta bir devrim olarak sunuluyor. Bütün hakikatler olanca çıplaklığı ile ortada iken bunu görmezden gelmek hangi ahlakın ürünü, anlayabilmiş değilim doğrusu. 

SDG’nin yıllardır bölgede muhaliflerine uyguladığı despotizm ise işin cabası. Yayımlanan raporlarda da ortaya konan ama maalesef yine bazı odaklarca üstü örtülen bu hakikat, iğrenç bir uygulama olarak hâlâ devam etmekte. Mişel Temo ile başlayan muhalifini bastırma veya ortadan kaldırma geleneği, hâlâ devam eden iğrenç bir utanç vesikası olarak duruyor. Daha önce yayımlanan raporlarda da ifade edildiği üzere SDG, demokratlık iddiasında olup beyan ettikleri ile taban tabana zıt bir şekilde hareket etmektedir. En son yakılan ENKS Amude bürosu da buna en büyük delil olarak bütün çıplaklığı ile ortadadır. Rudaw’ın haberine göre PYD’ye bağlı çeteler Amude’deki ENKS bürosunu ateşe verdi. Tabii bu, onlarca muhalifini kaybetmeleri yanında hiçbir şey; ancak güncel olması hasebiyle bu örneği vermenin yerinde olacağı kanaatindeyim. 

Şu an Beşşar muhalifliğine soyunan bu odaklar, aynı zamanda Beşşar’ın da en büyük dostuydu. Meşruiyetini ABD’nin açık desteğinden alan SDG, daha önce ABD’nin Sezar yaptırımlarını da defalarca kez delerek Beşşar rejimine doğrudan yakıt aktarmıştı. Suriye halkının acıları üzerine nutuk atan bu müfsitlerin, Beşşar lüks araçları ile turlasın diye yakıt göndermeleri zannımca ikiyüzlü tutumlarını açıklamak için yeterli olacaktır. 

Uluslararası Af Örgütü’nün raporundan alınan şu pasaj bile başlı başına bu vahşeti ortaya koyuyor aslında: “Yusuf Uluslararası Af Örgütü’ne şunları söyledi: ‘Belirli bir gün, belirli bir saat ya da bir işkence yöntemi yoktu... En kötüsü odaya girdiklerinde idi... Plastik borular, kablolar, çelik borular taşıyorlar ve bizi her yerde dövüyorlar... Her 15 günde bir bizi bahçeye çırılçıplak çıkarıyorlardı... [Gardiyanlar] insanlara sopayla tecavüz ediyorlardı... Bir keresinde beni başka bir adamla [hücreden] çıkardılar... Jeneratörden elektrik kablosu getirdiler, elektrikle işkence etmeye devam ettiler... Sanırım yanımdaki adam öldü. Hareket etmeyi ve çığlık atmayı bıraktı... Artık çığlık atamayacağım bir noktaya geldim.’” 

Yıllarca Diyarbakır Cezaevi üzerinden politika yürüten bir geleneğin, bu zulmün daha vahşi halini inşa etmesi tam bir akıl tutulması olsa gerek. Roj ve Hol kampları ile ilgili daha önce defalarca medyaya yansımasına rağmen maalesef hak ihlalleri bırakın bitirilmek, daha da arttı. Özellikle bugün SDG’nin adeta bir meşruiyet konusu olarak gördüğü Yezidi kızları meselesi trajikomik bir hal almış durumda. Uluslararası kamuoyunu manipüle etmek için kullanılan bu meselede ilginçtir ki, yıllardır SDG kontrolünde olmasına rağmen bölgedeki hak ihlalleri giderilmedi. Nitekim Uluslararası Af Örgütü’nün yayımladığı raporlarda da hâlâ SDG yönetimindeki cezaevlerinde birçok Yezidi kızın mağdur edildiği ve cebren orada tutulduğu da mevcuttur. Aslında hukuksuz bir şekilde bu vahşete maruz kalan sadece Yezidiler değil; ancak SDG’nin propaganda aracına dönen Yezidi kadınlarının dahi mağdur ediliyor oluşu, bölgede geri kalanların ne durumda olduğunu anlamak için çok açık bir örnek. 

Peki asıl sorun olan SDG meselesi nasıl çözülecek? Özellikle kavmiyetçi diaspora Kürtleri tarafından adeta bir tabu haline getirilen ve hakkında konuşan herkesin karalama kampanyasının hedefi olduğu bu mesele, tamamen çarpıtmalar ve yalanlar örgüsü üzerine kurulu. Anlatılar, bölgede destansı demokratik bir nizam kurulduğu ve bunun örnek alınması gerektiği üzerine. Hatta bazıları hızını alamayıp Beşşar Esed rejimini besleyen ve hâlâ Esed kalıntılarını himaye eden Mazlum Abdi’nin, Şam yerine cumhurbaşkanı olması gerektiği gibi bir saçmalığı dahi dile getirebiliyor. Tabii bu saçmalıkları bir kenara bırakıp hakikatlere odaklanacak olursak durum, kurgulandığı kadar basit veya anlaşılabilir değil. 

Öncelikle SDG’nin uzun yıllardır bölgedeki hukuksuz hâkimiyetinin, bölgede karmaşık bir ilişki ağı kurduğunu unutmamak gerek. Devrim’in ilk günlerinde Türkiye’nin bölgeye operasyon düzenlenmesi taraftarı olduğu bilinen bir gerçek; ancak kimsenin inanmak istemediği bir hakikat de Şam’ın bunu önlediğidir. İlk bakışta pek anlaşılamayan bu durum, çoğu zaman izaha muhtaç bir soru işareti olarak yerini alıyor. Aslında bu meselenin birçok parametresi var. Bunlardan en önemlisi ve belki de hiç anlaşılmayanı, Şam rejiminin bölgede kansız bir süreç yürütmek istemesidir. Zira SDG ile savaş kaçınılmaz olarak sivil ölümleri ile sonuçlanacak ve bu durum uzun yıllar sürecek olan bazı sorunlara da zemin hazırlayacaktır. 

Devrim sürecinde bir arkadaşımın babası İstanbul’a gelmişti ve bu meseleler üzerine epeyce konuşmuştuk. Arkadaşımın babası Ebu Ahmed, bir aşiretin lider kadrosundaydı ve yaklaşık 470 bin kişilik bir aşirete mensuptu. Bütün bu sorunları onunla konuştuktan sonra kafamda daha da netleşmişti. Kendisi bana: “Biz de Şam’ın yanındayız; ancak içimizde SDG’yi destekleyen insanlar da var. Hatta bazen iki kardeşten biri SDG’yi desteklerken diğeri Şam hükümetini destekliyor ve bu, bölgedeki dengeleri çok daha kırılgan bir zemine taşıyor. Dolayısıyla bu noktada olası bir çatışma zemini ciddi sorunlara zemin hazırlayacaktır.”  (Bu arada Ebu Ahmed bir Kürt’tü ve kendisiyle bütün sohbetimiz Kürtçe gerçekleşti.) 

Ancak bütün bu engelleyici faktörlere rağmen bir çatışmanın ya da gergin bir ortamın kaçınılmaz olduğunu da gözden kaçırmamak gerek. Zira mevcut konjonktürde her iki taraf da asıl gücün kendinde olduğu kanaatinde. Hâliyle birbirlerini test etmeden, güçlerinin bilincinde olmadan sağlıklı bir anlaşma zemininin oluşması pek olası durmuyor. Eğer bir örgüt iseniz neyi kaybedeceğinizi veya kazanacağınızı bilmeden bir masaya oturmak, belirsizlikler üzerine bir anlaşmaya varmanız pek de olası değildir. Dolayısıyla özellikle son süreçlerde yer yer yaşanan çatışmaların şiddetini artırması ve bir sınama sürecine gidilmesi olağan sürecin bir parçası. 

Tabii bütün bu süreci medyanın uydurma hikâyeleri üzerinden takip edip etrafa fütursuzca saldıranları da göz önünde bulundurmak lazım. Özellikle diasporada bulunan birtakım kavmiyetçi odakların uydurma kahramanlık hikâyeleri, sahadan kopuk ve gerçeklik ile hiçbir ilgisi olmayan bir dizi efsaneden ibaret. Muhaliflerine, “Esed’i besleyenler Esed’i devirenlerden daha iyidir” gibi saçma argümanlarla cevap veriyor oluşları, süreçten ne kadar kopuk olduklarını açık bir şekilde ortaya koyuyor zaten. 

Kaynaklar

Suriye: İslam Devleti'nin yenilgisinin ardından gözaltına alınan kişilere yönelik toplu ölüm, işkence ve diğer ihlaller – yeni rapor - Uluslararası Af Örgütü

https://www.amnesty.org/en/latest/news/2015/10/syria-us-allys-razing-of-villages-amounts-to-war-crimes/?

https://www.hrw.org/report/2014/06/19/under-kurdish-rule/abuses-pyd-run-enclaves-syria?

https://serbestiyet.com/serbestiyet-in-english/ozel-haber-antalyada-oldurulen-17-yasindaki-suriyeli-el-naif-ypgnin-elinden-kacip-turkiyeye-geldi-milliyetci-kiskirtma-sonucu-olduruldu-173178/

https://www.kurdistan24.net/en/story/386899

Suriye Demokratik Güçleri, Suriye Rejimine Petrol ve Gaz Tedarik Ederek ABD Yaptırımlarının Sezar Yasasını İhlal Etti | Suriye İnsan Hakları Ağı

Yaklaşık 3.000 kişi hâlâ Suriye Demokratik Güçleri tarafından gözaltında tutuluyor veya zorla kaybediliyor | Suriye İnsan Hakları Ağı

En az 156 çocuk hâlâ Suriye Demokratik Güçleri tarafından askere alınıyor | Suriye İnsan Hakları Ağı

Suriye Haberleri

İşgalci İsrail, Dera ve Kuneytra kırsalına topçu saldırısı düzenledi
Esed rejiminin gizli ölüm arşivi: 150 bin kayıp 10 bin ceset fotoğrafı
BMGK heyeti, 14 yıl aradan sonra Şam’ı ziyaret etti
Ahmed Şara: "Halep, tüm Suriye’ye açılan kapımızdı"
Siyonist yerleşimcilerden Suriye’de kaçak yerleşim yeri kurma girişimi