Modernliğin ötesi

Ali Bulaç

1998'de İngiliz The Guardian'ın "çağın olağanüstü düşünürü", Amerikan The Wall Street Journual'ın "Siber-uzayın ilk büyük filozofu" ilan ettiği Manuel Castelles, referanslarını İslam'dan alan İslamcı akımların bizi "geçmişe dönük bir projeye çağırmadıklarını, aksine hiper-modern, modernlik-üstü bir dünyaya işaret ettiklerini" söylüyordu.

Bu sözleri bir 'durum tespiti' olarak anlamalıyız. İslamcılığın 19. yüzyılda "modern bir durumda ve modernliğe bir cevap olarak" doğduğu yönünde genel bir kabule sahip isek "modernlik, post-modernizm ve hiper-modern durum" söz konusu oldukça İslamcılık da var olacaktır, zira doğası bunu gerektirir. Ve eğer hiper-modern duruma cevap verilecekse bu cevap sadece İslamcılardan gelir. Bunun Müslümanlığın kendine "bir öteki inşa" edip tepkisellik ve karşıtlık şeklinde tanımlaması yanlıştır. Esasında "tepkisellik ve karşıtlık" argümanı da çok anlamlı değildir. Zira tevhid inancını, adaleti ve yüksek ahlakî hayatı tebliğ eden bütün peygamberler şirke, zulme ve ahlakî yozlaşmaya tepki göstermiş, "Hakk"ın tesisi durumunda "batıl"ın ortadan kalkacağını bildirmişlerdir.

Modern dünyanın saldırısı sadece eşitsizliklere, adaletsizliklere; kitlesel yoksullaşmaya ve çatışmalara; maddî tabiatın ve canlı hayatın tahribine sebebiyet vermesinden ibaret değildir. Dini izafileştirmek, marjinalleştirmek, bireysel akla ve vicdana indirgemek istiyor. Hakikat'in tekliğine ve tek olana çok ve çoğulcu yollardan gidildiğine; ana akımın sekülerlik değil, ed-Din olduğuna ve bireysel akıl ve vicdanın üstünde evrensel kriter ve hükümlerin bağlayıcılığına inanan Müslümanlar -ki bu inanç yoksa 'iman' da yoktur- modernlikle hesaplaşma içinde olacaktır. Eş'ari'den Gazali'ye, İbn Teymiye'den İbn Arabi'ye Molla Sadra'dan Şah Veliyullah'a ve Said Nursi'ye bütün Müslüman müceddit, ıslahatçı ve ihyacı âlim ve müçtehidin mesleği ve yolu bu olmuştur.

Müslümanlar her ne ile suçlanıyorlarsa (fundamentalizm, fanatizm, terör, radikalizm, mutlakiyetçilik, teokrasi, totalitarizm, monarşi, ırkçılık vs.) bunların arkatiplerini Batı tarihinde ve modern Batı'da bulmak mümkün. Bu virüsler bize oralardan geldi.

Söz konusu olan Müslümanlardan çok İslam'dır. Baudrillard, Batı'nın kendisiyle mücadele halinde olduğu aktörler değil, İslam'ın kendisi olduğunu söyler. Baudrillard'a göre "Amerika ve Batı bir gerçeği anlamıyor: Esas mesele bir çeşit düşmanlıktan ziyade, kendi benmerkezcilikleri, bencillikleridir. Buna İslamiyet itiraz ettiği için Amerikalılar dünyada İslamiyet'i bloke ve nötralize etmek istiyorlar. Amerikalılar mert kahramanlar gibi savaşmıyorlar, imha ediyorlar ve misyoner gibi çarpışıyorlar. Müslümanlar, bu virtüelleştirilmiş bilinmezlik ve simülasyonlarla dolu hayat tarzının içine çekilmek istemiyorlar. Biz Batı'da bu yüzden Müslümanları hor görebiliyoruz. Ama artık Batı bir kültüre sahip değil. Hakikat'in özlemini duyuyoruz. Bu profesyonelce virtualize edilen dünya ile barışık değiliz." (Der Spigel, 4 Şubat 1991).

Müslümanların meydan okuyuşu ve Batı'da yaşamaları kendi kusur ve zaaflarını hatırlamalarına, kendi gerçekleriyle yüzleşmelerine yol açıyor. Batı, İslam'a baktıkça kendi zayıflıklarını hissediyor, bu yüzden bastırmak istiyor. Batı, İslamiyet'i kendine benzetmedikçe, Protestanlaştırıp sekülerleştirmedikçe rahat edemeyeceğini düşünüyor. 1990'da Papa Vatikan'da Kardinaller toplantısında şöyle diyordu: "Bildiğim ve olayların seyrinden keşfedebildiğim kadarıyla Ortadoğu'da İslam'a karşı bir komplo hazırlanmış durumda. İslam'ın Avrupa'ya ulaşmasının engellenmesi amacıyla terörizm ve fanatizm bahanesiyle ABD'nin liderliğindeki komplo 1991'de uygulanmaya konulacak." Bernard Lewis, Huntintong, Fukayama vd.'nin doktrinleri, İslamafobia ve İslam ülkelerinde süren işgaller, sivil katliamlar, etnik ve mezhep kışkırtıcılığı ve yağmaların bilinenden farklı açıklaması var.

İslamcıları, kendi dar siyasî ve aktüel gündemleri içinden bakarak eleştirenlerin hiper-modernliğin ötesine geçerken süren derin krizin ve İslam'ın krizden çıkışta sunduğu imkânların yeterince farkında olduklarını sanmıyorum.

Not: İslamcılık tartışmasına değerli kalemler katıldı, özellikle Hayrettin Karaman Hoca ve Yasin Aktay tartışmaya hem derinlik hem zenginlik kattılar. Eleştiriler de geldi; Türköne'ye yeri geldikçe atıfta bulundum. Mahçupyan'ın eleştirilerine yazı takvimim içinde cevap vermeye çalışacağım, inşallah.

ZAMAN