Modernitenin inkâr ettiği Hristiyan mirası

Mehmet Garip Tanyıldızı, modernliğin dinle radikal bir kopuş değil, Hristiyan teolojisinin sekülerleştirilmiş bir devamı olduğunu söylüyor.

Mehmet Garip Tanyıldızı/Akşam

Modernlik iman ister

Modernitenin büyük anlatısı kendisini din ve dogmadan radikal bir kopuş olarak kurgular. Modern dönemin en büyük sorularından biri dinamiklerini aydınlanma, bilim, rasyonel akıl ve sekülerleşmenin oluşturduğu bu kopuşun neden ve nasıl gerçekleştiği, özel olarak da neden Avrupa'da gerçekleştiğidir.

Sanayi Devrimi, bilimsel devrimler, ekonomik süreçler, siyasal yapı gibi bazı açıklamalar çoğu zaman tarihsel sürekliliği hesaba katmayı ihmal ederek kopuş anına yoğunlaşır. Bunun yanında başka bazı izahlar ise meselenin tek bir yönüne odaklanarak hataya düşer.

Bu ihmaller modernliğin karakterini ve aslında neyi temsil ettiğini perdeleyen, bazen de tamamen çarpıtan sebeplerdir.

Bu noktada ana akım yorumlardan biri, modernliğin Hristiyanlığa ve Kilise baskısına karşı geliştirilmiş bir tepkisellikten doğduğunu öne süren iddiadır. Bu iddiaya göre, modernlik dogmanın aklı bastırması, Kilise'nin kendi menfaati uğruna siyasal ve ekonomik alanı tahakküm altına alması, ruhban sınıfının bireyi boğan hiyerarşisine karşı kendisini inşa ederek ortaya çıktı.

Bu tepkiselliğin ortaya çıkmasına sebep olacak bir durumun keyfiyeti ayrı bir tartışma konusu. Ancak anlatı bütünüyle yanlış değildi. Gerçekten de modern düşünce, Kilise'nin belirleyici gücüne karşı ciddi bir itiraz barındırıyordu. Ancak, bu tepkisellik modernliğin karakterini açıklamaya yetmiyor.

Mesela, rasyonel akla olan şeksiz şüphesiz iman, bilimin şaşmaz yanılmaz bir mürşit olarak görülmesi, modern devletin keskin otoritesi ve hayatın her alanına müdahale hakkını kendinde görmesi bu tepkisellikle izah edilemez.

Şu halde, modernliğin bu karakteristik özelliklerini bulabileceğimiz farklı noktalara göz atmamız gerekiyor. Tam da burada, bakışımızı modernliğin içinden çıktığı Avrupa'nın zihinsel, ahlaki ve siyasal yapısını şekillendiren Hristiyanlığa çevirmenin faydası olacaktır.

Ancak, Weber'in temel tezinde işaret ettiği Protestan Hristiyanlığa değil, kıtanın gövdesindeki temel belirleyici olan Katolik Hristiyanlığa. Zira bin yılı aşkın bir süre boyunca Batı Avrupa'da hükümferma olmuş bir yönelimin bir anda o coğrafyadan ve insanından arındırılması tarihsel olarak mümkün değildi.

Nitekim bazı düşünürler modernliğin bu "klasik kopuş anlatısını" temelden reddederek Hristiyanlığı işaret etmektedir.

Bunların arasında 20. yüzyılın en büyük isimlerinden biri olan Carl Schmitt, Siyasal İlahiyat eserinde modern siyaset teorisi ile Hristiyan teolojisi arasındaki bağa dikkat çekmişti: "Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır."

Schimitt'in bu meşhur tezi, modernliğin kendisini tamamen dindışı ilan eden iddiasını temelden hedef alıyor. Schimitt'e göre modern siyaset teorisi teoloji seküler dile tercüme etmişti. Biz bunu modernliğin diğer kurumlarına teşmil edebiliriz.

Schimitt, en merkezi kavramlarından biri olan "olağanüstü hal" kavramını teolojideki "mucize" ile özdeşleştiriyor. Nasıl ki mucize Tanrı'nın doğa yasalarına doğrudan müdahalesi anlamına geliyorsa, olağanüstü hal de egemenin hukuk düzenini askıya alabilme yetkisini ifade ediyordu.

Tanrı'nın kadir-i mutlaklığı modern devlete devredilmiş, ilahi yasanın yerini hukuk metinleri almıştı. Mutlaklık ve kesinlik fikri ortadan kalkmamış, biçim değiştirmişti.

Siyasal İlahiyat'ta Schimitt her dönemin egemenlik anlayışının o dönemin sosyolojisi ve metafizik tasavvuruyla ilintili olduğunun altını çiziyor. Ona göre, siyasi organizasyon dönemin dünya görüşünün bir yansımasıdır. Ortaçağ'daki Kilise'nin Tanrı tasavvurunun etkisinde oluşan siyasal yapının karakteristik özellikleri, modern dönemin sekülerleşmiş siyasal yapısına taşınmıştır.

Bu anlamda modern hegemonyanın kanun koyucu rolü, aslında "değişmez tanrısal hükümlerin taklidi"nden başka bir şey değildi. Modern hukuk kendisini tarihsel ve beşerî bir ürün olarak sunsa bile, mutlaklık ve bağlayıcılık iddiasını teolojik mirastan devralmıştı.

Genel anlatının aksine modernlik, Kilise teolojisinin bütünüyle karşısında değil; onun sekülerleştirilmiş bir devamıydı. Modern devlet, Tanrı'yı tahtından indirmişti ama aynı tahtı bu kez kendisi doldurmuştu. Bu yüzden benzer bir "şeksiz şüphesiz iman" talep ediyordu.

Modernliğin Hristiyani bir karakter taşıdığı gerçeği günümüzde hala yeterince yüzleşilmemiş bir gerçektir. Bu gerçekle tam manasıyla yüzleşmeden ve yeni bir değerlendirme yapmadan ne modern siyaseti ne de modern insanın krizlerini anlayabiliriz.

Yorum Analiz Haberleri

Trump kampında İsrail kavgası derinleşiyor
Ahlaki yozlaşma tesadüf mü yoksa birikmiş ihmal mi?
İffetsizliğin serbestliği ve ahlaki tahribat
Dijital çağda güçlü aile mümkün mü?
Mehmet Akif’in mirası ve yarım bırakılan nesil