Pozitivist aydınlanma aklı, Orta Çağ’ın karanlığından insanlığı kurtarma iddiasıyla yola çıktı. Rönesans ve aydınlanma dönemleriyle şekillenen bu akıl; kilisenin bağlayıcı geleneklerine karşı çıkarak özgürlük, eşitlik gibi kavramları öne sürdü. Sanayi Devrimi ile bu kavramlar toplumsal yaşamın her alanına yayıldı, ulus-devlet anlayışıyla birleşerek modern Batı medeniyetinin temelini oluşturdu. Ancak bu anlayış, eski tek tipçi yaklaşımın dışına çıkamayan modern ve temelsiz kavramsallaştırmalardan öteye gidemedi. İlerlemeci ve tarihsel akılcı teoriden beslenen bu medenileşme hareketi kendisi dışındakileri ötekileştirme üzerine inşa edildi. Tarihsel veriler dikkatle analiz edildiğinde görülür ki Batı aklı, atalarından devraldığı dışlama ve inkâr kültürünü aşamadığı gibi sadece kavramların isimsel değişikliğine gitti. Bunun en iyi örneği olan aforoz düşüncesidir. Yalnızca biçim değiştirerek varlığını sürdüren bu kültür, ötekileştirmenin yanı sıra dinsel kılıflarla türetilen “ırkçılık, emperyalizm, kapitalizm, sömürgecilik, liberalizm ve komünizm” kavramsallaştırmalarıyla savaş ve yıkım ile varlığını sürdürmüştür.
Aforoz ise bir topluluğa mensubiyetten dışlanmak, cemiyetin dışına atılmak anlamına gelir. Tarih boyunca kilisenin kullandığı bu yöntem, bir kişiyi toplumdan soyutlayarak cezalandırmanın en sert biçimlerinden biri olmuştur. Modern çağda ise sahtekâr Batı medeniyeti bu eski kilise dogmalarını görünürde reddetse de aslında bu aforoz kültürünü ideolojik kılıflarla tüm dünyaya yaymıştır. Böylece aforoz, toplumsal bir gerçekliğe dönüşerek modern toplumlarda dışlama, ötekileştirme ve susturma aracı olarak kullanılmaktadır.
Modern çağda dünya küçülüyor, mesafeler kısalıyor ama insanlar küreselleşmeye rağmen birbirinden daha da uzaklaştırılmaktadır. Atalarının bir ülkede veya herhangi bir şehirde uyguladığı aforoz, şimdi küresel ölçekli bir dışlama mekanizmasına dönüşmüş durumdadır. Sözde özgürlük ve demokrasi ihracıyla Afrika’dan Orta Doğu’ya, Hindistan’dan Orta Asya’ya kadar pek çok coğrafyada milyonlarca insan kanla, zorla terbiye edildi. Bu coğrafyalarda uygulanan “işgal, ifsat, sürgün ve soykırım” Batı aklının medeniyetleştirme yalanlarıyla meşrulaştırıldı.
Günümüzde de değişen bir şeyin olmadığı görülmektedir. Batı, putlaştırmış olduğu ideolojik kavramları bütün dünyaya kutsal bir iman malzemesi gibi sunmaktadır. Bu putlara iman etmeyeni susturmak, cezalandırmak, aforoz etmek ise onların en eski geleneği. Gazze bunun en açık örneklerinden biridir. Başka bir ifadeyle Gazze meselesi afaroz kültürünün sahadaki somut yansımasıdır. Gazze, Filistin meselesinin bir parçası olarak uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür. Aktörler, çıkarlar, politikalar değişse de Filistin halkının yaşadığı acılar hep aynı kalmıştır. İsrail, hastane, okul, ibadethane ayrımı yapmadan Gazze’yi yerle bir etmeyi bir devlet politikası haline getirmiştir. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş, Gazze yaşanamaz bir hale getirilmiştir.
Batı, kendisini insan haklarının, özgürlüğün ve evrensel değerlerin yegâne savunucusu olarak tanıtır. Ancak söz konusu İsrail’in Gazze’de uyguladığı katliamlar ve soykırım politikaları olunca bu değerler buharlaşmaktadır. Sözde evrensel değerler, İsrail’in “kendini savunma hakkı” parantezine sıkıştırılarak Filistin halkının yok oluşu göz ardı edilir. Batı medyası bu söylemi körükleyerek İsrail’in her saldırısını aklamakta Filistin direnişini ise terör parantezine hapsedilmektedir. Dökme Kurşun, Savunma Kolonu ve Sınır Koruma operasyonları adı altında piyasaya sürülen inkâr ve meşrulaştırma politikaları bunun en açık örneklerindendir. 2008’deki Dökme Kurşun Operasyonu, 2012’deki Savunma Kolonu ve bugüne dek süren saldırılar; Batı’nın dilinde hep aynı başlıkla sunuldu: “İsrail kendini savunuyor.” Oysa ortada binlerce sivil can kaybı, fosfor bombaları, yerle bir edilmiş şehirler, yok edilmiş bir gelecek var. Gazze’de sadece insanlar değil, adalet, hukuk ve vicdan da bombalanıyor.
Batı medyası, olayları iki taraflı değil, Batı ve öteki temelinde işler. İsrail-Filistin çatışmasında İsrail hep “savunan”, Filistin hep “terörist” olarak kodlanır. New York Times’ın Haaretz Gazetesi’nin İsrail yanlısı bir tutum sergilemesi tesadüf değildir. BBC, haberlerini İsrail’in uluslararası meşruiyeti üzerine inşa ederken Filistin’i hep alt statüde konumlandırır. İsrail’in katliamları intikam, yerleşim, savunma olarak sunulur; Filistin ise terör, şiddet, istikrarsızlık kaynağı olarak resmedilir.
Bugün geldiğimiz noktada, Aksa Tufanı Harekâtı sonrası Filistin’e destek veren sanatçılar, akademisyenler, sporcular Batı’da aforoz edilmeye başlandı. İşinden olanlar, hedef gösterilenler, linç edilenler ve daha niceleri. İfade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü gibi kavramlar Filistin söz konusu olunca anlamını yitiriyor. Batı aklı kendi değerlerini bile aforoz ediyor ki nitekim yeter ki İsrail eleştirilmesin, kendi öteki kurgusu yara almasın. Gazze’de yaşananlar bir coğrafyanın dramı olmanın ötesinde Batı’nın sahte değerler sistemini deşifre ediyor. Modern Batı aklı, hâlâ “kendinden olmayanı dışlamak, yok saymak, susturmak” şeklinde vücut bulmuş eski kilisenin karanlık geleneğini yaşatıyor. Dün aforoz edilen bir keşişti, bugün ise açlığa mahkûm edilmiş, toprağından sürülmüş Filistinli bir çocuk. Dünya, bu bilinçli aforoza dur demedikçe Gazze’deki kıyamet devam edecektir. Nihai olarak modern Batı aklı, kendi aydınlanmasından önce kendi vicdanını karanlığa gömmüştür.