İcat edilmiş gençliğin inşa edilmiş modası!

ABDURRAHMAN GÜNER

… Moda, içsel olarak özerklikten yoksun ve başka bir yere dayanmaya muhtaç olan, ama kendi benliğinin farkına varmak için göze çarpmaya, ilgi çekmeye, biricikliğe gereksinim duyan bireylerin asli faaliyet alanıdır. Moda, en önemsiz bireyi bile, bir bütünlüğün temsilcisi, birleşik bir ruhun cisimleşmesi haline getirerek öne çıkartır.

Georg Simmel

Günümüzde insanlık belki de tarihin hiçbir evresinde olmadığı kadar her şeyi “sınırsız” bir şekilde deneyimliyor. İnsanın özgürlüğü etrafında başlayan tartışmaların son raddesinde cinsiyetlerin, kimliklerin hulasası varoluşun anlamsızlaştığı bir vasat çıktı ortaya. Artık insanlar kendilerini belirlenmiş duyguların ve fikirlerin içerisinde yer aldıkları oranda “huzurlu” hissedebiliyorlar. Buradaki huzur gelip geçici bir hazzın yaşattığı kısa süreli tatmin ile sınırlı tabi ki. Böyle olunca da gerçek anlamda huzurlu insanlardan bahsetmek mümkün olmuyor.

Beden teşhiri ise günümüz modern insanının alamet-i farikalarından birisi haline gelmiş durumda. Erkek ve kadın bedenleri kendilerini daha fazla gösterebilmek için büyük bir yarış içerisinde. Her yeni kıyafet bedeni örterken dahi farklı şekillerde gösterebilmenin yollarını arıyor. Modern insanın daha fazla görünür olmak için yapamayacağı şey yok. Bu durum aslında izleme kültürüyle yakından alakalı. Görselliğin artan tahakkümü ilişkilerin izleme-izlenme bağlamına indirgenmesine yol açtı. Sosyal medyadaki “shorts videolarda” saatler geçiren insanlar her şeyi ekranın içinde veya karşısında olarak deneyimlemek istiyor. Daha fazla izlenmek için görünür olmanın koşullarının başında ise teşhir geliyor.

Tesettürün anlamları arasında “ başkaları ile kendisi arasına perde koyma” ifadesi de geçmektedir. Aynı kökten sitr gizlenmeye yarayan engel, perde vb. şeyler için ve mecazen “çekinme, korku, hayâ” anlamında kullanılmaktadır. Bu bağlamda tesettürü insanın fiziki varlığı için önkoşul olarak gören bir düşünce dünyasında insan ilişkileri belli bir mahremiyet üzerine inşa edilecektir. Kaçınılmaz olarak mahremiyetle birlikte belli bir fiziki mesafe de kendiliğinden var olacaktır.

İnsanın fiziki bütünlüğüyle kurduğu ilişki âlemdeki varlığına ilişkin ilk işaretlerin başında geliyor. Bugün metaverse, sanal gerçeklik gözlükleri, üç boyutlu oyunlar eliyle milyonlarca insan fiziki varlığından koparak saatlerini gerçekte var olmayan “sanal evrenlerde” geçiriyor. Ancak insanın fiziki varlığına yönelik tehditler sanallaşma ile sınırlı değil şüphesiz. Bedenimizle onun saygınlığını ortadan kaldıracak bir düzlemde ilişki kurduğumuz vakit yaşanacak olan şey de farklı bir yabancılaşmaya işaret edecektir. Mahremiyetten uzaklaşmanın sonuçlarını ise en çok gençler ve özellikle kadınlar yaşamaktadır. Bu noktadan hareketle yozlaşmanın bir boyutu olarak çıplaklık ve teşhir bugün en büyük problemlerimizden birisi haline gelmiştir. Modanın belirlediği ve izin verdiği sınırlar içerisinde kurulan beden tasarımları bunun en somut örneğidir.

İcat edilmiş gençliğin inşa edilmiş modası

Peter Berger, gençliğin buharlı makine ile aynı zamanda icat edildiğini ifade etmektedir. Buharlı makinaların 1765 senesinde Watt tarafından icat edildiğini aktaran Berger modern dönemde dillerden düşmeyen “gençliğin” ise 1762 senesinde masa başında Rousseau tarafından inşa edildiğini açıkça dile getirir. Tabi ki bu tespit Rousseau’nun meşhur Emili isimli belki de ilk pedagoji kitabı kabul edilen metninden kaynaklanmaktadır. Kitapta bugün de yaygın bir şekilde kabul edilen insanın “gelişim evreleri” şu şekilde tasnif edilir:

Bebeklik (0-2 yaş) Erken çocukluk (2-12 yaş) Ergenlik öncesi (12-15 yaş) Ergenlik (15-20 yaş) Yetişkinlik (20+ yaş)

Rousseau bu tasnifiyle çocukluktan ayrı bir gençlik evresini literatüre dâhil ederek sosyal bilimlere oldukça geniş bir incelemesi sahası kazandırmıştır. İnsanı “sürekli gelişim halinde” olan bir varlık şeklinde ele almak zaten başlı başına sorunlu bir yaklaşımken gençliğin toplum tarafından “bozulduğunu” ileri süren Rousseau o dönem başta din olmak üzere hâkim anlayışların “yabancılaştırıcı” vasfına dikkati çekmiş oldu. Buradan başlayan tartışma yeni bir özne olarak “gençliği” var etti.

Gençliğin icat edilmiş olması esas konumuz değil. İnşa edici vasfıyla modernitenin insanı yeniden tanımlaması sonrasında her şey zaten çorap söküğü gibi parçalanmaya müsait hale geldi. Gençler ise en taze yeni özne olarak modernitenin belirleyiciliğine her daim açık olacak şekilde tasarlanmışlardı. “Dilde kurallara uymadan konuşma, yürüyüşte sallapatilik, saç şekillerinde, vücut süsleme işinde hiçbir kısıtlamaya, hiçbir kurala rağbet etmeme ve her çeşit giysiyi düğme kullanma gereksinimi duymadan giyme ve benzeri davranışlar bu düşünce yapısının fiziksel birer ifadesi olarak sergilenmektedirler.” 

Berger işin en can alıcı noktasının ise gençliğin her şeye “aykırı” olduğu genel kabulünde yaşandığını ifade etmektedir. Ne hikmetse bir başınalığın, farklı ve özgür olmanın ayaklı hali olarak lanse edilen gençlik ideali kendi içinde büyük bir tezat taşımaktadır. “Gençlik kültürünün tuhaf yanı, herkesin kendi yolunu kendine has bir biçimde ve belirli bir düzene bağlı olmaksızın çizmesini öngörmesidir. Sonuçta görülen, ortaya çıkan durum ise herkesin aynı tarzda davranması, hatta ne yapacaklarının önceden büyük bir olasılıkla kestirilmesidir. Askerlerin dışında, toplumun aynı biçimde giyinen aynı modayı izleyen en büyük bölümünü teşkil eden gençlik kültürünün mensuplarından birini, bir askeri toplum içinde tefrik edebildiğimiz gibi bir mil öteden rahatlıkla fark edebiliriz.”

Şüphesiz ki gençliğin yönelimlerini belirleyen en önemli araç modadır. Moda kendi fenomenleri, ikonlarıyla bir dünya gibi sunulur. Moda alışkanlıklarını ise rasyonel açıklamalarla izah etmek çok zor. “Işıltılı ve göz alıcı” bu dünya kendisini nasıl takdim ediyorsa o şeydir. İnsanların kendilerine reklamlar, TV dizileri, sosyal medya aracılığıyla sunulan metalara gösterdikleri ehemmiyet arzu nesnelerinin ne kadar güçlü şeyler olabileceğini kanıtlıyor. Georg Simmel 1900’lerin başında kaleme aldığı Moda Felsefesi isimli makalede moda olan nesnelere ve durumlara gösterilen ilginin kaynağını “taklit” olgusu etrafında inceler.

“…Taklit, bireyi seçim yapmanın acısından kurtarır; artık o, grubun bir uzvu, toplumsal içeriklerin taşıyıcısı olarak görünür. … Moda, verili bir örüntünün taklididir, bu nedenle de toplumsal uyarlanma yönündeki ihtiyacı karşılar; bireyi, herkesin yürüdüğü yolda ilerlemeye sevk eder; her ferdin davranışını salt örnek haline getiren genel bir durum ortaya koyar. Aynı zamanda, ayırt edilme ihtiyacını, farklılaşma, değişim ve bireysel aykırılık eğilimini de aynı ölçüde tatmin eder. “

Simmel’in ayırt edilme ihtiyacı olarak ifade ettiği husus bugün artık teşhir modasıyla bir kimlik ibrazına dönüşmüş durumdadır. Modern tüketim çılgınlığını körükleyen uluslararası şirketler ve toplumsal ilişkilerde dini form ve aidiyetlerin geriletilmesi için çaba gösteren ideolojik gruplar çıplaklığı, beden teşhirini toplumu yozlaştırmak için bir silah olarak kullanıyorlar. Kitleleri bedenleriyle ön plana çıkmanın, arzu nesnesi olarak görünmenin bir “özgürleşme” biçimi olduğuna ikna etmek için var güçleriyle çaba gösterenlerin ortak düşmanı ise mahremiyet, ahlak ve utanma duygusu hiç şüphesiz…

“Moda, kendine mahsus içyapısından ötürü, bireye daima onaylanan bir dikkat çekicilik sunar. En sıra dışı görünüm ve dışavurum tarzı bile, moda olduğu müddetçe, başka koşullar altında ilgi odağı olsa bireyin maruz kalacağı kınamalardan muaf olacaktır. Bütün kitle eylemlerini karakterize eden şey, utanç duygusunun yitimidir. Bir kitlenin unsuru olan birey, kendi başınayken teklif edildiğinde muazzam direnç göstereceği birçok şeye katılır. Kitle eylemlerinin bu niteliğini mükemmel şekilde yansıtan en çarpıcı sosyal-psikolojik fenomenlerden biri de şudur:

Bazı modalar, bir kimsenin tek başınayken hiddetle geri çevireceği utanmazlıklara, sırf modanın buyruğu oldukları için hiç itirazsız boyun eğmesini sağlar. Tıpkı kendi başlarına asla yanaşmayacakları suçları toplu halde işleyenlerin sorumluluk duygularının yok olması gibi, modada da utanç duygusu yok olur, çünkü moda bir kitle eylemidir. Bir durumun bireysel veçhesi, toplumsal ve modaya uygun veçhesine ağır bastığında, utanç duygusu derhal etkisini gösterir: Birçok kadın, toplum içinde, otuz veya yüz erkek önünde moda icabı giydiği dekolteyi, oturma odasında, tek bir yabancı erkeğin önünde sergilemekten utanacaktır.”

Hulasası insanın kendini teşhiri aslında çok ciddi bir kimlik sorununa işaret etmektedir. Yeryüzündeki konumunu anlamlandıramayan, insanın insanla rabbiyle ve âlemle ilişkisini tasavvur etmekte zorlanan kimseler varlıklarını, bedenlerini daha fazla gösterip ilgi, arzu objesi haline getirerek izhar etmeye çalışıyorlar. Bu yönüyle çıplaklık denildiğinde ilk akla gelen cinsellik aslında ikincil bir sorun olarak görülebilir. Esas konu bir kimlik krizi olarak karşımıza çıkan modern yozlaşmadır. Teşhir ile gelen çıplaklık modası bunun çıktılarından sadece birisi. İnsanları bu krizden uyandırmak için farklı yöntemler denenebilir tabi ki ancak her şeyden önce yapmamız gerekense bedenlerimizin saygınlığını koruyup bizi mahlûkatın en şereflisi yapacak olan takva elbisesini kuşanmak olacaktır!


1/ Sayısız örneğe bakıldığında, modanın yaratımlarına gerekçe oluşturacak maddi, estetik ya da herhangi başka bir amaçla ilişkili en ufak bir neden bulunamaz. Genelde, örneğin giyimimiz, nesnel açıdan ihtiyaçlarımıza uygun olur; oysa moda, sözgelimi eteklerin dar mı ge niş mi, saçların kısa mı uzun mu, kravatların renkli mi siyah mı olması gerektiğine hükmederken, herhangi bir amaç gözetmez. Kimi zaman öyle çirkin ve itici şeyler ‘moda’ olur ki, sanki moda, kudretini gösterme arzusuyla, sırf moda oldukları için en berbat şeyleri sırtımıza geçirmemizi istiyordur. Bir seferinde amaca uygun olanı, başka bir seferinde hiç anlaşılmaz olanı, bir diğerindeyse maddi ve estetik ölçütleri tamamen göz ardı eden bir şeyi önermesindeki keyfîlik, modanın, hayatın maddi standartları karşısındaki mutlak kayıtsızlığını gösterir. (Georg Simmel – Modern Kültürde Çatışma, İletişim Yayınları)

- Değerli katkıları için Enes Yıldız’a teşekkür ederiz.