Mısırda Mursînin radikalliği neler getirecek?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

1952'de Kral Fârûq'un ve krallık rejiminin General Necîb ve Alb. Nâsır liderliğindeki Hür Subay Hareketi'nce devrilmesi üzerinden geçen 60 yıl boyunca Mısır'a tahakküm eden ve birbirinin takibçisi durumundaki Cemal Abdunnâsr, Enver Sedat  ve Husnî Mubarek'in 'şef' anlayışlı 'tek adam'  yönetimlerinin ardından Mayıs ve Haziran 2012'de yapılan ilk hür seçimlerde cumhurbaşkanlığı için, İkhwan-ul Muslimîyn (Müslüman Kardeşler) Hareketi'nin adayı olarak katılıp, yüzde 52 ile seçilen Muhammed Mursî'nin işinin son derece zor olduğu biliniyordu.. Çünkü, Mısır'da da ordu, tıpkı T.C.'deki ordu kurumu gibi, kendisini ülkenin sahibi biliyordu ve bu anlayış, her iki halkın 400 yıllık beraberliğinin de getirdiği kültürel alışkanlık ve geleneklerle, tabiî gibi karşılanıyordu.. Ama, Arab beldelerinde Miladî-2011 yılı başında başlayan, -ülkemizdeki bazı müslüman düşünce adamlarının hâlâ da, bir emperyalist oyun olduğu iddialarını tekrarlamaktan geri durmadıkları- ve en çok da Kahire'deki Tahrir (Hürriyet) Meydanı'yla sembolleşen ve 'halk patlamaları' diye nitelenebilecek büyük hadiseler zinciri esnâsında Husnî Mubarek'in 30 yıllık saltanatının yıkılıp gitmesiyle bu gelenek de bozulmuş oldu.. Gerçi, Mubarek giderken, iktidarı ve yetkilerini Mısır Ordusu'nun -başında 76 yaşındaki Mareşal Huseyn Tantavî'nin bulunduğu- Yüksek Askerî Şûrâ'sına bırakmış ve bu ordu kurumu da ele geçirdiği yetkileri tepe tepe kullanmıştı..

Çünkü, bu ordu komutası, yapılan parlamento seçimlerinde, İkhwan ve Selefîyyûn gibi İslamî eğilimli kimlikleri bilinen çevrelerin, oyların yüzde 74'ünü aldığını görünce, Mısır Gizli Devleti'nin iktidarını koruyabilmek için akla gelen her manipülasyona başvurdu..

Hele, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, İkhwan adayının kazanabileceği anlaşılınca, o seçimin son merhalesinden iki gün önce,  işbu Yüksek Askerî Şûrâ (Konsey),  Meclis / Parlamento seçimlerinin sonuçlarını, Mubarek döneminden kalma hâkimlerden oluşan Anayasa Mahkemesi'ne ibtal ettirdi, Parlamento kapatıldı.. Seçilecek olan Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini kuşa çevirdi..

Bu durumda, Muhammed Mursî'nin kazanmasının bir mânâ ifade etmiyebileceği de ciddî olarak gündeme geliyordu.. Çünkü, eli-kolu bağlanmış bir Cumhurbaşkanı, orduya asla komuta edemiyecek, ordu komutanlarının tayininde sözsahibi olamıyacak ve ülkenin savaş ve barış gibi temel kararlarının alınmasında orduya yine emir veremiyecekti!!.

İşte bu şartlar altında Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursî'nin karşılaşacağı problemler çok çetindi ve bu satırların sahibinin de beklentisi, onun, Türkiye'de, Tayyîb Erdoğan'ın yaptığı gibi hedeflerine doğru adım adım, merhale merhale bir zamanlamayla ilerlemek metodunu takib edeceği şeklindeydi. Mursî'nin, herşeyden önce halkın ekonomik dertlerine çare aramasının daha sağlıklı olabileceği de düşünülüyordu..

Ama, bu beklentiler, uzaktan görünen tabloya göre bir yaklaşımdı..

Mursî ise, beklenmiyen bir radikal tutum takınarak, 'en iyi savunma, saldırıdır..' dercesine, tam cebheden saldırmaya başladı..

Önce, halkın uğrunda ayaklandığı değerlere  ve bu yolda hayatlarını kaybedenlerin hâtırâlarına ve ödedikleri bedellere bağlı kalacağının bir nişânesi olarak, Cumhurbaşkanlığı yeminini kanûnî gereklilik mekanı olan Meclis Parlamento kapatıldığından, onun yerini alan Anayasa Mahkemesi huzurunda değil, Tahrir Meydanı'nda toplanan yüzbinlerin huzurunda etti; ve İslam şeriatine bağlı bir yönetim gerçekleştirmek hedefinde olduğunu açıkça tekrarladı.. Sonra da, kanûnen etmesi gerekli yemini ise, henüz 4-5 ay öncelerde seçilmiş olan Meclis'i  kapatan Anayasa Mahkemesi'nin yargıçları huzurunda tekrarlaması gerekince.. Böyle bir tavrın, Parlamento'yu kapatmış olan Anayasa Mahkemesi'nin o tasarrufunu kabullenmek mânâsına geleceği şeklinde yorumlandı bazı çevrelerce,  haklı olarak..

Ama, Mursî o hatırlatma ve eleştirilere rağmen; gitti, o Anayasa Mahkemesi huzurunda yemin etti.. Bu, onun, ilk anda temel kurumlarla bir boğuşma içine girdiği gibi bir hava vermekten kaçındığı şeklinde yorumlandı.. Bu görüşü, -Mareşal Tantavî'yi de kuracağı Hükûmet'te Savunma Bakanlığı'na getirdiğini şimdiden açıklaması da güçlendirir gibi oldu.. Ama, Mursî'nin bu kararı,  ordunun emrine girmekten çok, orduyu kendi kontrolüne almak yolunda çok kararlı olduğunun ilginç bir mesajı olarak da değerlendirildi.. Çünkü, 1,5 yıldır Mısır'ın en üst yöneticisi olan Tantavî, şimdi sadece Savunma Bakanı olarak Mursî'nin emrinde çalışmayı kabul etmiş görünümünde..

Bu gibi kabuller, bu gibi durumlarda pek kolay kabul edilebilir cinsten değildir, hele de Ortadoğu ülkelerinde..

Ve, Mursî, 8 Temmuz günü de, cumhurbaşkanlığı yetkilerini budayan Yüksek Askerî Şûrâ kararlarını ve Parlamento'yu kapatan Anayasa Mahkemesi kararını kaldırdığını açıklayıverdi!

Tabiatiyle, Yüksek Askerî Şûrâ ve Anayasa Mahkemesi gibi, daha düne kadar en sert tedbirleri almış olan kurumların, Mursî'nin bu radikal kararları karşısında nasıl bir tavır takınacakları,  âcilen toplantı kararları almaları dışında,  henüz belli değil.. Ama, Mursî'nin bundan sonra geri adım atması çok uzak ihtimaldir.. Çünkü, böyle bir geri adım, onu daha işin başında bitirebilir..

Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini Yüksek Askerî Şûrâ, Anayasa'ya eklediği acaib eklemelerle kuşa çevirmişti, ama, demek ki, o acelecilik içinde, bazı kanunî açıklar kalmış olmalı ki, Mursî, kanunların kendisine verdiği yetkileri kullanmakta asla tereddüd etmiyeceğine dair sözlerinin ilk örneklerini bu şekilde sergilemeye başladı.. Halbuki, onun için, radikal olmaktan çok, pragmatist,  ve uzlaşmacı bir eğilimde olduğuna dair yorumlar yapılıyordu..

Mursî'nin sergilediği bu radikal tavrı, bizim toplumumuzdaki uygulamalara ve adım adım ilerleme yöntemine aykırı olduğundan, biraz tedbirsizlik sayılabilirdi.. Çünkü, bu tavırların benzerini, Türkiye'de Tayyîb Erdoğan, iktidara gelişinin ancak 8 yıl sonrasında yapmaya başlamıştı.. 'Her yiğidin bir yoğurt yemesi vardır'  sözünü buraya da tatbik edebiliriz..

Mursî, daha ilk andan itibaren, gözdoldurmaya başlamış bulunmakta.. Bunun ilk işaretleri görülmeye başladı bile.. Çünkü, Mursî, son olarak açıkladığı bir kararda da, Gazze kapısının saat 07.00 ilâ 24.00 arasında, 17 saat boyunca bütünüyle açık olmasını emretti ve uygulama derhal başladı.. Halbuki, Gazze ablukasının en katı şekilde uygulandığı dönemde, Mubarek rejimi de, İsrail rejiminin emri isteğine uygun olarak, Gazze-Refah sınır kapısını kesin olarak kapatmış ve 2 milyonluk Gazze halkının en zarurî ihtiyaçları, ancak, yer altında açılan tünellerle gizlice temin edilebiliyor ve 85 milyonluk Mısır halkından da, bu yönde bir tepki gözlenmiyordu; üzerine âdetâ ölü toprağı serpilmişcesine.. Onun içindir ki, 11 Şubat 2011 günü Husnî Mubarek rejiminin devrilmesiyle noktalanan halk hareketine, bir 'halk patlaması' denilmesi daha doğru gibi gözüküyor.

İnşaallah, daha hayırlı gelişmeleri de görürüz..

*

El'Feth-Hamas uzlaşması çalışmaları bir kez daha mı çatırdıyor?

Bu arada, Filistin'de, işgalci İsrail rejiminin lûtfettiği kadarıyla özerk bölgeler olarak ilan edilmiş olan  Batı Şeria'da ve Gazze'deki  bölünmüşlük sürüyor. Kağıd üzerinde var olan Filistin Devlet Başkanlığı makamını, yıllardır usûlsüz olarak işgal etmekte olan  El'Feth lideri Mahmûd Abbas ile Gazze'deki Hamas yönetimi arasında son aylarda varılmış gözüken anlaşma ihtimali bir kez daha tehlikeye düşmüş gibi gözüküyor..

Bu başarısızlıkların temelinde ise, muhakkak ki, Hamas'ın 6 sene önce yapılan seçimlerde yüzde 65 oy almasına ve El'Feth'in yüzde 30'da kalmasına rağmen, emperyalist odakların çabasıyla, Mahmûd Abbas'ın yönetimin işbaşında tutulup, Filistin'in fiilen iki başlı duruma düşmüş olmasındaki çarpıklık yatıyor..

Bu durum da tabiatiyle, israil rejiminin işine yarıyor..

HAMAS, seçimlerin yenilenmesini ve seçim kütüklerinin yeniden tanzimini isterken,  El'Fetih Hareketi, 'Şu an Arab ülkelerindeki siyasi ortam Filistinli seçmenlerin kaydının başlamasına müsaid değil..' diyerek, ipe un sermeye çalışıyor..

Bu da, tarafların uzlaşma çabalarını derinden derine karşılıklı bir oyun içinde oldukları düşüncesine daha bir sevkediyor..

Ama, her ne olursa olsun, Mısır'daki gelişmeler ve bilhassa Muhammed Mursî'nin daha ilk planda atmaya başladığı radikal adımlar -inşaallah- devam ederse; Filistin'i de, Suriye'yi de, siyonist  İsrail rejiminin geleceğini de, kısaca bütün Ortadoğu siyasetini de derinden etkileyecektir..

***

(Şimdi Kuzey İtalya'ya kadar uzayacak bir yolculuğa çıkmak üzere olduğumdan, Suriye Buhranı'na ise, inşaallah, bir sonraki yazıda değinelim..)