Mısır İntifadası ve Geleceği Kavramak

HAMZA TÜRKMEN

Batı, büyük bir dinamizm ve imkânlar barındıran Ortadoğu bölgesindeki sosyal aktörlerin Batı-dışı çözümlere yönelmesinden korkmaktadır.

Özgürlük arayışımızın Mısır'da zemin oluşturan açılımı, 25 Ocak 2011 yılında başlayan devrim veya intifada süreciyle gerçekleşti.

Emperyal güç odakları hak ve adalet sevdalısı kitlelerin oluşturacağı direniş rüzgârından çekindiler. Daha 2000’li yılların başında ciddi bir ön görüyle muhalefeti kendi alternatif mekanizmalarının içine çekip eritmek ve devşirilen liberallerin, kapitalistleşmek isteyen müteşebbislerin ve diğer Garpzedelerin de önünü açmaya çalıştılar.

Sözde özgürlük, demokrasi, insan hakları temelinde şekillenecek Büyük Ortadoğu Projesi gündeme getirildi. Proje Eş Başkanlığı da Erdoğan’a tevdi edildi.

Ama 1 Mart Tezkeresi’ne tepki, Irak direnişinin ABD’yi tökezletmesi, 2006’da İslamcı HAMAS’ın seçim galibiyeti ve benzeri gelişmeler, artık coğrafyamızın 1921 Kahire Toplantısı’nda olduğu gibi masa başında dizayn edilemeyeceğini gösterdi. BOP, Batılı güçlerin gündeminden düştü.

Ama Recep Tayyip Erdoğan küresel reel siyaset içinde BOP’un savunuculuğuna devam etti. Çünkü Erdoğan için BOP ve insan hakları-demokrasi söylemi, emperyalist ayağından kurtulmalıydı.

Çünkü ümmet coğrafyalarında demokrasi demek, gelecek tasarımlarımızı hazırlamak için özgürlük alanlarını oluşturma fırsatı demekti.

Ve 17 Aralık Tunus, 17 Şubat Libya intifadaları arasında Mısır halkı ve Müslümanları da 25 Ocak’ta  devrimler sürecine katıldı; çaresizliği, sindirilmişliği ve yasakları aşma hamlesi gerçekleştirdi. Sonunda diktatör Mübarek devrildi.

Ancak devrim sürecinde tarafsız kalma görüntüsü veren Mısır ordusu ülke ekonomisinin yüzde 34’üne sahipti ve meseleye politik argümanlarla bakıyordu.

Ve İhvan-ı Müslimin’in adayı Muhammed Mursi,  yüzde 51.85’lik bir katılımın olabildiği  cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyların yüzde 51.7’sini alarak Başkan seçildi.

Ancak Kaddafi sonrası Libya’sında devlet geleneğinin olmaması ne gibi sorunlar açtıysa; Mısır’da da olmayan demokrasi geleneği daha ağır sonuçlar oluşturdu. ‘Geçiş dönemi’ ortamlarında gerçekçi olmayan demokratik oyunun parçası olunmamalıydı; tuzakları gören dirayetli yönlendiriciler olmak gerekliydi. Zaten diktatörlük karşısında daha ehven olan bu sistemin de, birçok yapısal, hukuki ve itikadi yanlışları vardı.

Ve henüz geçiş sürecinin deneyimi yaşanırken, 3 Temmuz 2013 gecesi küresel istikbârın desteği ile Ordu ve Hükümet içinden askeri darbe geldi. Kazanımları korumak için Müslümanlar meydanlara çıktı. Silaha karşı tekbir, tanklara karşı namaz...

Ve bildiğimiz katliamlar yaşandı.

Hasan el-Benna’nın torunu Tarık Ramazan, Cumhurbaşkanı Mursi’nin darbeden iki hafta öncesinden Türkiye tarafından uyarıldığını yazıyor. Ramazan’ın beyanına göre Erdoğan’a verilen cevap çok naifti ve 1940’lardan kalmaydı. ‘Ordu, ABD’nin yardımıyla da ülkenin kontrolünde’ demişlerdi.

Tabii ki 1940’lı 50’li yılların stratejik aklıyla bugünkü vesayet sistemi içinde yürünemez. Bu vakıa görülmeye başlanmalı. Cahili yapı içinde Resullerin nasıl bir inşa süreci takip ettiği, sistem içi araçları nasıl kullandıkları Kur’an ve Siret-i Resül bütünlüğünde etüd edilebilmeli.

Dün Sisi’nin cunta yargısı Mursi için 20 yıllık mahkûmiyete hükmetti. İdamlar ise eşikte…

Ama bütün badirelere rağmen İhvan direniyor, izzetini yükseltiyor.

Ayrıca direnen İhvan, mücadelenin içinde ‘geçiş süreçleri’ için içtihadlarını yenilemek gerekliliğini daha iyi anlıyor. Yoksa eklemlenme sapması dışında; ya tekrar mağaralara çekilinecek; ya da hududullahı çiğneme konumuna gelen IŞİD gibi mayınlı tarlalara yürünecek.

Bir de, küresel istikbâra karşı çıkış yolu arayışı hepimizin sorumluluğu.