Milletsiz ulusalcılığın dramı ve yarın...

Ergenekon soruşturmasına yükselen tepkilerden biri de, bütün bunların ulusalcılığın kökünü kazımak için yapıldığı eleştirisi.

Bu iddiayı reddetmek için bile, ulusalcılığın kendisini nerede yalnızlaştırdığına, nerede tehlikeli yapılardan ayırt edilemez hale geldiğine bakmak gerekiyor.

Ulusalcılık, kendisine en çok ihtiyaç hissedilen dönemde yanlış yerden yükselişe geçerek, kendi topuğuna sıkmış bir ideoloji. Irak işgalinde geri adım atılmayacağı bunca belli iken, BOP uzun vadede bir gül bahçesi vaat etmez iken, bölgede dönen oyunların hepimizi ilgilendirmesi gereken bir dönemde, anti emperyalist kaygılar ekseninde yeşerecek akıllı bir farkındalığı uyandırmanın mühim bir gereksinim olduğu şu topraklarda, gitti ve tercihini en vahim seçenekten yana kullandı. Dindarları İran, Malezya, Dubai modelleri üzerinden rejimi değiştirmekle itham etti; mütedeyyin kitleyi her vesile ile refüze etti mesela.

Radikal İslam düşüncesinden gelenleri fundamentalizmle, selefi odakların uzantısı olmakla, Arap sempatizanlığıyla suçlayarak ayırdı; tasavvuf, tarikat, tesbih ve tekke işleri olanları Atatürk'ün 'Türkiye şeyhler, müridler, meczuplar ülkesi olmayacaktır' sözünü kullanarak ayırdı; sistemle cebelleşmeyen, makul ve mutedil gelenekçi Müslümanları ılımlı İslam mazeretiyle yuhaladı; hayatının ana teması ticaret olan, dinî boyutunu Anadolu Müslümanlığı çerçevesinde kültürel bir kod olarak taşıyan esnaf, tüccar, bakkal, kuyumcu kısmını da 'yeşil sermayeci', takunyalı neo-liberal olarak imledi, göbeğini kaşıdığını varsaydı. Türkülerim, ana dilim diyen Kürtlerin îrabda mahalli yoktu zaten, eza ve cefa gördük diyen Ermeni'nin de. Ulusalcılık, muhteşem kibriyle, ulus adına milletten geriye bir şey bırakmadı. Sandık sonuçlarını 'kömürle, altınla, ekmekle' açıklamaya kalkıp milleti dilencilikle sınama becerisini bile gösterdi.

Kendisini demokratik arayüzlere, hukukun üstünlüğüne ve inançlara saygılı bir perspektifin merkezine yerleştirmiş olsaydı, bugün bir suç örgütüyle aynı motifleri, aynı düşünsel kodları tekrar eden bir hareket olma talihsizliğine savrulmuş olmazdı.

'Çankaya'da bir başörtülü mü? Bizi İran yapacaklar' standardındaki mitinglerin kafadan destekçisi hatta mühendisi olmasaydı, 'Türkiye, İran ve Rusya ile yakınlaşmayı düşünmelidir, gelecek Avrasya'dadır' tezlerine kulak kabartan daha nitelikli ve nicelikli kitleler bulabilirdi. Mevcut koşullarda burnunun dibindeki bir ülkenin adını, sadece nefret içeren cümlelerde kullanan bir hassasiyetin Türkiye'nin çıkarları adına izlemesi gereken yönü tarif ederken İran'ın adını geçirmesi hiç de inandırıcı olmuyor, hatta oxymoron etkisi yaratıyor.

Gelgelelim, demokrasi ve hukuk adına mesafe alırken küvetteki kirli suyun bebekle birlikte atılması tehlikesi var. Zira, bugün soruşturma sayesinde tasfiye edilen kirlenmenin yerine, yarın başka bir bozulmanın gelip yerleşmesi ihtimali var; bugün safra mahiyeti kazanmış olan yapılarla duygusal/ideolojik akrabalık taşıyan kimi fikirlere, yarın çok başka konjonktürlerde ihtiyaç duyabilme olasılığı var. Lakin bunun için ulusalcı özün tahakkümcü devlet anlayışından, demokrasi düşmanlığından, laikçi aşırılıklardan, ayrımcılık, ırkçılık gibi nüvelerden arınması, ulus devlet ve makbul vatandaş tanımlarını güncellemesi gerek. 'Adam sen de, o zaman ulusalcılıktan geriye ne kalır?' diyeceksiniz. El cevap, 'Batı'yı küçümsemeyen bir anti emperyalist bilinci kalır; 'vatan'ın, o vatan üzerinde yaşayanlarla birlikte anlamlı olduğu gerçeğini kavramış bir vatanseverlik kalır. Ne zaman din lafzı geçtiğinde 'rejim' alarmı için düğme aranmayan, inancın toplum mühendisliğinin faaliyet alanı olamayacağını anlamış, kanun önünde eşitlik aracı olan bir laiklik kalır. Ulus'tan kastın hayali bir kardeşlik olduğu, fakat kardeşlerin bile birbirlerinden farklı türküler söyleyebileceği, bunda bir terslik olmadığı bilgisi kalır. Mümkündür ve bir gün, esnekliği ihmal etmeyen sabiteler geliştirmeyi kavramış bir ulus bilinç, tam da bunlar yani, lazım olabilir.

Tamam, bugün hukuk, demokrasi ve inançlara saygı için mücadele ediyoruz, çabamız anlamlı. Ama aynı zamanda 'bağımsızlık' fikrini sevmiş, 'toprak kaybetme' olgusundan da yaralanmış bir milletiz diye hatırlıyorum, bu da anlamlı.

ZAMAN