Militanlaşma

Mümtazer Türköne

Emine Ülker Tarhan'ın savunması, CHP'nin kronik hastalığının da açıklaması. HSYK için 'YARSAV'ın militanı'nı arayan biri, CHP sözcüsü sıfatıyla bu sözlerine 'ben yaşamımın her döneminde militan ruhumu hiç ama hiç kaybetmedim' diye sahip çıkıyorsa, o partinin iktidardan uzak tutulması lâzım. Zaten tutulduğuna göre, demek ki neden tutulduğunun gerekçesi bu sözlerde saklı. Tarhan, başka bir yer, mesela bir öğrenci derneği üyeliğine değil, yargıç bağımsızlığının teminatı olan HSYK için militan arıyor ve üstelik bu sözlere arka çıkıyor.

Bugüne kadar sadece, kameraların karşısına geçip yazılı metinleri okuduğu için bu hanım politikacının düşünce dünyası, birikimi ve refleksleriyle ilgili bir fikrimiz olamadı. Temiz ve sade ekran yüzü ve özellikle zarif hanımefendiliği bugüne kadar magazin gündemi de oluşturmadı. Politikamız Allah'a şükür o erkeksi havadan kurtuldu. Ama Emine Ülker Tarhan bu konuda kimsenin aklından geçmeyen bir imada kendisi bulunuyor ve 'ben pasta yapmaya gelmedim' diyerek doğrudan hemcinslerini, yani kadınlığı aşağılıyor. 'Pasta yapma'nın karşısına yerleştirdiği 'demir leblebi olma tercihi'ni 'erkek egemen bir söylem' olarak feministler dikkatle bir kenara not etmeli.

Önce militanlık ile 'pasta yapmak' arasındaki derin uçurumu doldurmalıyız. Mesele kadınlara özgü bir yetenek olan aşçılık ise, bu mesleği kimse küçümsemesin. İstediğiniz kadar militanlaşın, Türk solunu yoktan var edemezsiniz; ama Türk mutfağı adında dillere destan bir mutfak, siz bilmeseniz bile hemen yanı başınızda duruyor. Türk solu yok, ama Türk mutfağı var.

'Militan' kelimesinin sözlük anlamları, bu söze sahip çıkan bir politikacının yüzünü kızartacak kadar ağır. Üstelik politikacının değil yargıcın militanlığı söz konusu. Demokrasi ölçüleri içinde militanlık taassubun, yobazlığın saldırgan bir biçim almasına deniyor. Farklı düşüncelere, hayat biçimlerine kapalı; ideolojik önyargılar ve körlükle maruf şiddete mütemayil saldırgan bir duruş ve eyleyiş. Biraz gençlik hastalığı. CHP'nin vitrinde duran bir diğer hanımefendi politikacısı ve birikimli bir akademisyen olan Profesör Birgül Ayman şu farkı bilir: Bir insan öğrencilik yıllarında militan olabilir; ama meslek hayatında ağırbaşlı bir hakim veya akademisyen olmalıdır. Yazdıkları okunur, söyledikleri dinlenir bir akademisyenden ancak bu sözleri duyarsınız. Bizler öğrencilik yıllarımızda hep militandık. Bugün bu sözden ar ederiz. 70'li yılların gençlik liderlerinden olan bir arkadaşımdan yeni dinledim. İki Kahramanmaraşlı İstanbul'da Ülkücülerin yurdunda yatıp kalkıyor, kavgaya dövüşe de birlikte gidiyorlar. Biri ilkokul mezunu, diğerinin okuması yazması yok. 70'li yılların curcunasında bir gün solcu gençleri sıkıştırıyorlar. Yakaladıkları biri kurtulmak için kendince geçerli bir mazeret ileri sürüyor: 'Valla ben militan değilim, teorisyenim.' Bizimkiler bu söz karşısında ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Solcu genci bıraktıktan sonra akşam yurtta herkesin içinde bu olayı tartışıyorlar. Biri diğerine soruyor: 'Biz teorisyen miyik, yoksa militan mıyık?' Diğeri: 'Elbette teorisyenik. Bak: 'Lider-teşkilat-doktorin'. Diğerinin cevabı 'He vala doğru söylüyon; biz teorisyenik'.

Ya militanlık?

Militanlık ancak hakaret için kullanılır. En hafif ifadesiyle militanlığın dar çerçevesinin içine, düşünmeyen, kafa yormayan, sadece örgütsel disiplin içinde verilen emri yerine getiren biri girebilir. Politikada son zamanların modası: Kapalı mahfillerden ortaya düşen bir sözü, sözün sahibi hemen savunmaya girişiyor. Halbuki özür bir erdemdir. O kadar erdeminiz yoksa tevil sanatı politikacının imdadına yetişir. Yargıcın militanlığını, politikacı olarak kendisinin militanlığını savunan birinin mensubu olduğu partiye bu millet iktidar yüzü göstermez. Militan yargıçlarla hangimiz hakkımızı arayabiliriz?

ZAMAN