Medyada reform yargıdaki kadar önemli

Şahin Alpay

Biz köşe yazarları için bazı konuları tekrar tekrar işlemenin sıkıcı bir yanı var, ama tesellileri de. Her ele alışta konunun başka bir yönü görülebilir; yeni veriler konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir; nihayet, zihinlerde değişim bir ölçüde ısrarların ürünüdür. Medyanın demokrasideki rolü benim için böyle bir konu.

Liberal demokrasilerde kuvvetler ayrılığı vardır. Başkanlık (ve yarı-başkanlık) sistemlerinde yasama, yürütme, yargı birbirini dengeler ve denetler. Parlamenter sistemlerde yürütme yasamadan çıktığı için, dengeleme ve denetleme görevi esas olarak yargıya düşer. Parlamentoların her yerde etkinliğini kaybettiği günümüzde, yürütmeyi, yani iktidarları denetleme ve dengeleme görevi, artan ölçüde yargıya ve "4. Kuvvet" medyaya düşüyor. Siyasi, bürokratik ve iktisadi güç sahiplerinin demokrasiye, yasalara ve ahlaka uygun davranıp davranmadıklarını denetleyen medya olmadıkça, demokrasinin iyi işlemesi bir hayal.

Korkarım bizde hem yargı, hem de medya yürütmeyi denetleme ve dengeleme işini yerine getirmede büyük "açıklar" verdikleri içindir ki demokrasimiz bir türlü istediğimiz olgunluğa varamıyor. Denebilir ki Türkiye'de yargıdaki "demokrasi açığı"nın başlıca sorunu, yargıç ve savcıların büyük bölümünün liberal demokrasinin temel ilkelerine değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin (belki en iyi ifadesini, özgün haliyle 12 Eylül / 1982 Anayasası'nda bulan) resmi ideolojisine (dilerseniz Kemalizm'in, laik milliyetçiliğin otoriter bir yorumuna) ve asker-sivil yüksek bürokrasinin ayrıcalıklarına (vesayet yetkilerine) öncelik vermeleri. Bu alanda umut verici gelişmeler, liberal demokrasinin temel ilkelerine bağlı yargıç ve savcıların varlıklarını giderek daha güçlü bir şekilde hissettirmeye başlamış olmaları.

Medyadaki "demokrasi açığı"mız ise, Türkiye'de yalnızca siyasi, bürokratik ve iktisadi güç sahiplerinin değil, medya patronlarının ve medya çalışanlarının büyük çoğunluğunun da medyayı "4. Kuvvet" olarak değil, herhangi bir iktisadi sektör, herhangi bir "dükkan" olarak görmeleri. (Bkz. "Gazete 'dükkan' değildir" başlıklı yazım. 4 Mart.) Bu nedenle medya patronları kendilerini gazete yöneticisi, gazete yöneticileri de patron yerine koyuyorlar. Bu yüzden bizde medya siyasi, bürokratik ve iktisadi güç sahiplerinin çıkarları doğrultusunda manipülasyona fazlasıyla açık. Ancak nasıl yargıdaki demokrasi açığının kapanabileceği konusunda umut veren gelişmeler oluyorsa, medyada da yaşanıyor. Denebilir ki, son günlerde medyanın "kirli çamaşırları" ortalığa dökülmekte. Sorunların iyi anlaşılması, muhakkak ki çözümüne giden ilk adım. Böylelikle belki medyada reformun yargıda reform kadar önemli olduğu daha iyi görülecek.

Sabah-ATV grubunun kurucusu, 1990'larda medyanın 2. büyük patronu olan, ama kendi ifadesiyle "çok büyük kabahatler" yüzünden bu konumunu kaybeden Dinç Bilgin, Fadime Özkan'a verdiği mülakattan sonra (Star, 4-5 Ocak), bu ay başında Neşe Düzel'e verdiği mülakatta (Taraf, 8-9 Mart) medya patronu olarak işlediği "günahlar"ı anlattı ve medyanın ortak günahlarının önemli bir bölümünü açıkladı. Derken, Bilgin'in yazı işleri müdürlerinden (şimdilerde Star Gazetesi yazarı) Ergun Babahan da Neşe Düzel'e verdiği mülakatta (Taraf, 15-16 Mart) bir gazete yöneticisi olarak işlediği günahları anlattı, medyanın ortak günahlarına ışık tuttu. Onlara ve onları konuşturanlara teşekkür borçluyuz.

Bu vesileyle dikkatinizi çekmek istediğim bir husus da, Oxford Üniversitesi'nde 2004 yılında yapılan bir konferansa sunulan bildirilerin "Turkey's Engagement with Modernity, Conflict and Change in the Twentieth Century / Türkiye'de Modernleşme: 20. Yüzyılda Çatışma ve Değişim" (London: Palgrave Macmillan, 2010) başlıklı kitapta nihayet yayımlanmış olması. Bu kitapta benim de "Two Faces of the Media in Turkey / Türkiye'de Medyanın İki Yüzü" başlıklı bir makalem var. İlgilenenlerin eleştirilerini bekliyorum.

ZAMAN