Mahpuslara Kitap Yasağı ya da Cezaevlerini Ezaevine Dönüştürmek

RIDVAN KAYA

Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere getirilen dergi ve kitap sınırlamasının haklı ve insani bir gerekçesi olabilir mi?

Türkiye’nin yargı düzeninde son yıllarda giderek bir sertleşme eğilimi olduğu hukuk sisteminin işleyişini yakından takip eden herkesin rahatlıklı görebileceği bir olgu. Bu durum ülke genelinde estirilen otoriterleşme rüzgârlarıyla da paralellik arz etmekte.

Bilhassa siyasi davalarda medyatik yargılamalar ve kamuoyunda yükseltilen tansiyona göre verilen tutuklama kararları, savunmaların pek dikkate alınmaması, şüphenin çoğu zaman sanık aleyhine değerlendirilmesi, zayıf delillerle ağır mahkûmiyetlere hükmetme gibi durumlar istisna olmaktan çıkmış halde. Ve yargı sisteminde yaşanan bu eğilim kaçınılmaz biçimde cezaevlerinde de daha sert ve baskıcı bir yaklaşım tarzının yaygınlaşmasını beraberinde getirmekte.  

Türkiye’de cezaevleri her dönem ciddi bir sorun teşkil etmiş, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı mekanlar olagelmiştir. Bu durum kısmen anlaşılabilir bir şeydir. Sistemle ve sistemin işleyişiyle ‘sorun’ yaşayan bireylerin kapatıldığı bir mekân olma boyutuyla cezaevlerinin bizatihi doğası gereği sorunlu bir yer olma özelliği barındırdığı aşikardır.

Mamafih bu durum cezaevlerinde bilhassa siyasi ortamın sertleşmesine bağlı olarak dönem dönem daha baskıcı ve zecri düzenlemelerin devreye sokulduğunu ve bunun zorunluluktan değil, iradi bir tutumla uygulamaya konulduğu gerçeğini yok saymayı getirmemelidir. Son dönemde bu alanda bir gerileme yaşandığı, insan hakları çıtasının aşağıya doğru eğildiği görülmelidir. 

Suçlu da olsa insan insandır! 

Normalde, ‘şartlar’ mazeretinin ardına sığınmadan bir hukuk devletinin cezalandırmak üzere hapse koyduğu insanlara insanca yaşayabilecekleri koşulları sağlamakla yükümlü olduğunu biliyoruz. Buna rağmen hadi diyelim ki, örneğin son yıllarda cezaevlerinde ‘nüfus’un aşırı artışı neticesinde daracık koğuşlara çok sayıda kişinin tıkıştırılmasını, öyle ki bu sebeple insanların yataklarda nöbetleşe uyumak zorunda kalmalarını devletin “ne yapalım, yer yok” diye izah çabasını ‘anlayışla” karşılayalım! Ya da koronavirüs tedbirleri kapsamında aylarca mahpusların yakınlarıyla görüştürülmemelerini makul bulalım! 

Peki, ama cezaevlerinde dört duvar arasına konulmuş insanlara dergi ve kitap yasağı getirmek nasıl izah edilebilir? Bunun eziyet mantığından başka bir açıklaması olabilir mi? 

Edirne Cezaevinde yaşanan bir gelişmeyi aktararak konuyu irdeleyelim: 

Edirne Cezaevinde yatmakta olan sol görüşlü bir mahpus kendisine gönderilen çeşitli yayınların teslim edilmemesi üzerine cezaevi idaresine bir şikayet dilekçesi verir. İdare cevabi yazısında 15 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren kanuna da atıfta bulunarak uygulamanın doğru olduğunu savunur ve ilgili yayınların depoya kaldırıldığını, söz konusu kişiye verilmeyeceğini belirtir. 

Keyfi yorumla yasakçılık

Haksöz dergisinin de aralarında bulunduğu yayınların ilgili kişiye verilmemesi gerekçeleri ise gerçekten çok ilginçtir. 

Özetlemek gerekirse, ilgili kanunda yasaklanmamış olma koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan hükümlülerin ancak bedelini ödeyerek yararlanma hakları bulunduğu belirtilir. Buna göre ilgili yayınlardan edinebilmesi için mahpus kendi hesabından yayıncı kuruluşa yayının parasını ya da süreli yayının abone ücretini posta yoluyla göndermek zorundadır. 

Bu ‘kural’ Cezaevi idaresince yazılan yazıda şu şekilde belirtilmektedir: 

   “Hükümlü/tutukluların mahkemece yasaklanmamış olması koşuluyla süreli ve süresiz yayınlardan bedelini ödeyerek (emanet heabına yatırılan paradan karşılanması koşuluyla) yararlandırılmalarına…” 

Yani cezaevinde zaten hiçbir geliri olmayan bu insanlardan okuyacakları yayınların paralarını ceplerinden göndermeleri istenmekte, yayıncılar tarafından kendilerine parasız gönderilen dergi ve kitapları artık alamayacakları ifade edilmektedir. Kim bilir belki de bu uygulamayla devlet yayıncılara mali destek sağlamayı hedeflemiştir! 

Süreli yayınlarla ilgili düşülen şerhlerden biri de aynı yasanın 62. Maddesinin 3. Bendindeki şu hükümdür: 

   “Kurum disiplinini, düzenini veya güvenliğini bozan ya da tehlikeye düşüren, hükümlülerin iyileştirilmesi amacına ulaşmayı zorlaştıran yahut müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayın hükümlüye verilmez.”

Buradaki sihirli cümlenin “hükümlülerin iyileştirilmesi amacına ulaşmayı zorlaştırma” ifadesi olduğu anlaşılmış olmalıdır! 

Hediye de kabul edilemez! 

Peki, kitap ya da süreli yayınlar mahpuslara yakınlarınca hediye olarak gönderilemez mi? Devlet bunun da tedbirini almış, sınırını koymuştur! 

Edirne Cezaevi idaresinin cevabi yazısında bu durum şöyle belirtilir: 

“29 03 2020 tarih ve 31083 sayılı Resmi Gazetede de yayınlanarak yürürlüğe giren yönetmeliğin ‘Dışarıdan gönderilen hediyeleri kabul etme hakkı’ başlıklı 77. Maddesinde 1-Kapalı kurumlardaki hükümlü, mensup olduğu dinin bayram günlerinde, yılbaşında ve nüfus kaydında belirtilen doğum günlerinde dışarıdan gönderilen ve kurum güvenliği için tehlikeli olmayan hediyeyi, aşağıda belirtilen esaslar dahilinde kabul etme hakkına sahiptir: 

a-) Hükümlü, hediye olarak ancak kitap veya giyim eşyası kabul edebilir…

3-Bir kişiden aynı tarih için bir kez hediye kabul edilebilir.”

Özetlemek gerekirse Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü tutuklu ve hükümlülere uyguladığı kitap ve dergi edinme/okuma kısıtlamasını birtakım yasalara ve yönetmeliklere dayandırdığını, yani yaptığının ‘yasal’ olduğunu vurgulamaktadır. 

Aslında “bedelini ödeyerek” ifadesinin cezaevi idaresince yanlış yorumlandığını, kötü niyetle hareket edildiğini düşünüyoruz. Şöyle ki, bu ifadenin cezaevi kurumunun mahpusların talep ettikleri yayınları temin etmekle yükümlü olmadığı, arzu eden mahpusun  edinmek/okumak istediği yayını parasını vererek temin edebileceği, bunun idarenin sorumluluğuna girmediği şeklinde yorumlanması da mümkündür. Bu yorum doğal olarak mahpuslara parasız yayın gönderilmesi uygulamasına bir engel oluşturmaz. Ne var ki, cezaevi idaresi ilgili yönetmelik maddesini son derece dar ve şekli yorumlayarak yasakçı bir tutuma gitmiştir. 

Bununla birlikte burada asıl üzerinde durmak istediğimiz konu ise uygulamanın gerçekten yasal olup olmadığını tartışmaktan ziyade, yasal bir temele dayandırılsa dahi yapılanın insan haklarına, akla ve mantığa ters düştüğüdür. 

Mantıksızlığa yasal temel mi? 

Dört duvar arasına konulmuş insanlara dergi ve kitap sınırlaması getirmek büyük bir haksızlıktır, ikinci bir cezalandırmadır. Bu insanlar zaten cezaevinde bulunmakla/tutulmakla cezalarını çekmektedirler. Dergi ve kitap kısıtlamasıyla ikinci bir cezalandırmaya tabi tutulmaları yasalara, yönetmeliklere uygun görülse de hukukla bağdaşmaz. 

Cezaevleri idarelerinin keyfi bir yaklaşım ve zorlama yorumlarla mahkemelerce yasaklanmamış, hakkında toplatma kararı verilmemiş, genel ahlaka aykırı niteliği bulunmayan yayınların mahpuslara verilmesine engel oluşturan tutumları karşısında Adalet Bakanlığı devreye girmelidir. 

Okumak, araştırmak, kendi inancı, ideolojisi, kimliği doğrultusunda kendisini geliştirmeye çalışmak cezaevinde de bulunsa herkesin hakkıdır. Siyasi görüşünden bağımsız olarak herkesin içeride dışarıda mantıksız, adaletsiz uygulamalara maruz bırakılmadığı bir ortamı inşa etmekse hukuk devleti olma iddiasının ayrılmaz bir parçasıdır.