Kutsal ittifak

İhsan Dağı

'Değişim', büyük kitleler için fırsattır. 'Yeni düzen'e geçiş, daha fazla özgürlük, eşitlik ve kaynak anlamına gelir. Yerleşik düzen için ise değişim 'kâbus'tur. İmtiyazlarını, imkânlarını kaybetmek veya daha geniş kitlelerle paylaşmak demektir. Değişimin daha fazla demokrasiye, hukuka, şeffaflığa tekabül ettiği bir durum statükoda depremler yaratır, direnç odakları oluşturur.

Türkiye, büyük bir değişim sancısı yaşıyor. Bu, kaçınılmaz. Toplumun kaderine ve kaynaklarına egemen hale gelmesi, dünyanın her yerinde belli bir mücadelenin sonucudur. Dünyanın hiçbir yerinde oligarşik yönetici, elit iktidarını ve imkânlarını geniş halk kitleleriyle paylaşmaya kendiliğinden razı olmadı. Değişime direndiler, değişimden yana olan toplumsal ve ekonomik güçlere karşı mücadele ettiler. Ancak demokrasi, özgürlük, hukuk ve adalet taleplerine yenik düştüler.

Türkiye'de değişime direnişin bayraktarlığını yargı ve ordu yapıyor. Nedeni de açık; kurulu düzen en çok onları 'koruyup kolluyor'.

Yerleşik düzeni ve çıkarları savunmak için 'bürokrasinin kutsal ittifakı' yeniden kuruluyor şu günlerde. Ordu ve yargı 'statükonun değişmezliği'ni gösterme çabasında. Bu iki gücü bir araya getiren de CHP, daha doğrusu CHP'nin Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğü bir düzenleme.

Sözünü ettiğimiz, askerlerin örgütlü suçlardan dolayı sivil mahkemelerde yargılanmasına imkân veren yasal düzenlemenin iptali için CHP tarafından Anayasa Mahkemesi'nde dava açılmış olması. Askerlerin örgütlü suçlara karışmaları ve darbe girişimlerinde bulunmaları halinde sivil mahkemelerde yargılanmalarına imkân veren yasa değişikliğine önce itiraz etmemişti CHP, hatta destek vermişti. Ertesi gün aldığı 'işaretler'le kutsal ittifaka döndü, Anayasa Mahkemesi'ne yasanın iptali için dava açtı. Ardından da Yargıtay Başkanı bu konuda görüşünü açıkladı; yeni düzenlemeyi 'anayasaya açıkça aykırı' ilan etti.

Görüldüğü üzere bürokrasi ile CHP'nin uyumu derin. Demokrasinin de hukukun da önünü tıkayan işte bu 'uyum', daha doğrusu 'statükonun kutsal ittifakı'. Karşımızdaki bir 'cephe'; kendini toplumun, siyasetin, hukukun üstünde görenlerin cephesi... Hukuku da, siyaseti de, toplumu da devletin, yani kendilerinin bir uzantısı olduğu sürece makul görüyorlar. Bağımsız bir hukuk, özgür bir toplum ve demokratik bir siyaset tahammül ötesi. Çünkü, böyle bir Türkiye'nin efendisi bürokrasi ve onların organik sivil uzantıları değil, büyük halk çoğunlukları olacak, biliyorlar.

Bir yüksek yargı başkanının, devam eden bir davada görüşünü açıklaması, yargıya 'açıkça' bir müdahale girişimi. Yani, suç. Hatta yüksek yargı mensuplarını bağlamıyor galiba bu hukuk ilkesi. Hukuk kimsenin umrunda değil; statükonun güçleri değişime hukuk pahasına direniyor, dün de direnmişlerdi, yarın da direnecekler.

Yargıyı değişime razı etmek adeta imkânsız. Hukukun, adaletin değil statükonun kalesi. Ama yargıyı hukuk ve demokrasi içine çekmeden de kurumsal ve yasal reformlar fazla bir anlam taşımıyor; yani değişim kurumsallaşamıyor. Açmaz bu.

Bir yandan askerin örgütlü suçlardan dolayı 'sivil mahkemeler'de yargılanmasına ilişkin düzenlemenin demokratikleşme ve AB uyum süreci için çok önemli bir dönüm noktası olduğunu söylüyoruz, öte yandan 'sivil yargı'nın en tepesindeki kurumun başındaki kişi bu düzenlemenin anayasaya aykırı olduğunu ilan ediyor, mesele Anayasa Mahkemesi'ne intikal etmişken.

Anlaşılan 'sivil yargı' konusunda da fazla heyecanlanmaya gerek yok. Yargıtay'ın Şemdinli davasını 'askerî mahkeme'ye gönderen kararını hatırlayın. Yetmezse Anayasa Mahkemesi'nin hukuk dışı 367, anayasa değişikliği ve kapatma davası kararlarını hatırlayın...

Bütün bunların ardından ister istemez aklımıza gelen soru şu: Ordu, CHP ve yargı arasında 'organik' bir bütünlük, 'kutsal bir ittifak' mı var? Varsa, neden ve kime karşı?

ZAMAN