Kuşkusuz Şeytanın Tuzağı Zayıftır!

SİNAN ÖN

İkide bir emperyalizm şöyle kötüdür, böyle kötüdür. Kötülüğün yeryüzünde gövdeleşmiş halidir gibi sözler sarf etmemize gerek yok. Bu konuda hepimiz hem fikiriz sanırım! Ancak onu anlama ve tavır geliştirme noktasında sorunlar yaşadığımızı görmek gerekiyor!  Bu konuda tavrımızı iki soru belirler; “Bu kötülük niye vardır?” ve “Niye bu kötülüğe özellikle biz Müslümanlar düçar olmaktayız?”

Birinci soru bizi direk metafizik alana sokar ve soruları çoğaltırız. Kötülük neden var, kaynağı ne? Şeytan niye var, mahiyeti ne? Ve tabi ki; bu ikisinin temsilcisi olan emperyalizm niye mevcut? Oysa bu soruların pratikte bir yararı yoktur. Zira hiçbiri problemin yönünü sağlam, gerçekçi ve etkin bir zemine oturtmamaktadır. Çünkü bu sorular, bir müddet sonra “emperyalizmin cinsiyetini” tartıştırır bizlere!

Böyle bir şey olursa kuşku yok ki, emperyalizm bazen erkek olarak, bazen dişi olarak karşımıza çıkacak ve biz yanlış konumumuzda bocalamaya devam edeceğiz. Hatta bu tartışmalardan iki ekol oluşacak ve iki mezhep ortaya çıkacaktır. Artık emperyalizmin işi bu tartışmayı körüklemektir. Tartışma çekişmeye dönüştüğünde, bu tartışma ve çekişmeye katılmayanlar hain ya da mürted olarak ilan edilecektir.

Şeytanın yeryüzünde gövdeleşmiş halini, metafizik boyutta değerlendirdiğimiz zaman;  iki türlü tavır takınırız. Ya ibadet ve bir tür boyun eğme ya da tedirginlik ve kin!Biliriz ki; bazı “müslümanlar” onun karşısında korkuya kapılmakta,  tir tir titremektedir! Bazıları ise onu “tanrı” olarak değerlendirmekte en azından bu dünyadaki nimetlerin onun elinde olduğunu düşündüğünden, ona kulluk etmektedir!

Kuşku yok ki emperyalizm kendisini şeytan olarak görenlerin kinini, velinimet olarak görenlerin şükür ve hamdini arttırmak için tüm gücünü harcamaktadır. İki zıt tutumdan çıkan sonuç ise,İslami bilincin uyuşturulmasıdır! Çünkü bilincimizi irademiz değil, korku ve yüceltme duygularımız zaptetmiştir.

Oysa emperyalizmin büyüsünden kurtulup, asıl problemin özünde müslümanların İslam’da mevcut bulunan korunma araçlarını kullanarak kendilerini nasıl savunacaklarını düşünmeleri gerekiyor. İşte o zaman mesele ışık tutul(a)mayan metafizik alandan, görünür fayda alanına taşınmış olacaktır.

Emperyalizm oyunu hep kendisi belirlemek ister. Aktörleri ise çoğu zaman aynıdır. Halk, gövdeleşmiş düşünce ve kendisi! Oyunun ilk perdesi açılınca, birkaç yüzyıldır gaflet içinde uykusuna devam eden halk görülür. Bu halkın gövdeleşmiş düşüncesi atalettir. Ancak ara sıra da olsa aykırı sesler çıkar. İşte burada sahneye, emperyalizm girer. Artık sahne derin bir sessizliğe bürünmüş,  uyuyanları “rahatsız” etmemek için yoğun bir çaba sarf edilmektedir!

Bu çaba oluşan bilinç odaklarını emmeye gayret edecektir. Gerek kaba güç kullanarak, gerek fitne fesat çıkararak. Bazen aydınlar düzeyinde ortaya çıkmış bir anlayışa siyasal sloganlar üreterek. Bazen din adamları için dini söylem geliştirerek. Bazen halka derin bir sessizlik sunarak. Bazen de en aşağı seviyede,para kullanacak ve kendine sadık uşaklar edinecektir.

Emperyalizmin Asya ve Afrika ülkelerine dağıttığı paraların sebebi bu ülkeleri düşündüğünden değil.Artık topla, tüfekle sömürmek son derece külfetli. Bu yüzden itaatkar koloniler kurmak ve onları itaat etmeleri konusunda ikna etmeleri gerekiyor.

Bunun için içeride “ulusal cepheleri” var. “İlerici yazarları” var. Gerektiğinde anti-emperyalist olan “vatanseverleri” var. Düşünün Mısır devrimi sırasında ve sonrasında yaşananları. İslam ülkelerindeki gazetelerin hemen tamamı, emperyalizmle bağlantısı açık olan haber ajanslarından aktardı, bilgileri.

Sömürge ülkelerdeki durum ortada malasef.  Fikir hayatında zâaf, siyasal hayatta istikrarsızlık. İktidar iki tarzda işler bu ülkelerde. Ya bir şahısta gövdeleşir;  akıl ve mantık tanımaksızın o şahısla özdeşleşir. Onun kişiliğinde gelişir, yaygınlaşır ve o şahsın kişisel çıkar ve eğilimlerine göre örgütlenir. Ya da aralarında organik bağlar bulunan “efendiler topluluğuna” göre! 

İki sistemde “sindirim sistemi” üzerinden işler! Malik b. Nebi’nin dediği gibi; “Sömürge ülkelerdeki siyaseti akıl, iz’an ya da kalp değil, bağırsakların şehveti belirler!” Yani bir ülkenin sömürge olarak kalmasının teminatı, sindirim sistemine yerleştirilen dev amipsel, asalak yaratıklardır!

Emperyalizm bir şeytandır. Ancak efendiler topluluğundan hoşnuttur. Zira bu topluluk gönüllü olarak emperyalizme hizmet etmektedir. Emperyalizm bu yüzden ferd ve topluluklara musallat olur. Onları kandırmak kolaydır. Zor olan ise düşüncelere tuzak kurmak ve onları saptırmaktır.

Bu yüzden kendisine tehlike oluşturabilecek düşüncelerle mücadele eder. Gerekirse herhangi bir düşünce etrafında birleşir, başkaldıran düşünceleri kırar. Ya da mevcut tüm şartları lehine çevirmek için isyancı düşünceyi öfkelendirir. Amaç, saldırdıkça güçleri kesilsindir. Bu da şunu gösterir ki; duygu ve heyecan temelli siyaset, gücün israf edilmesidir.

Belirsizlik ve etkinlik ilkeleri emperyalizmin “tehlikeli düşünceler”  için kullandığı yöntemler. Belirsizlik ilkesi, yüzündeki maskeleri ile manevralarını gizleyen bir peçe işlevi görür. Etkinlik ilkesi ise daha aktif ve görünürdür. Çünkü amacı açığa çıkarır. Amaç, toplumsal potansiyelin yönlendirilmesinde işlevlerini yerine getirmesin diye, akışlarını durdurmak istedikleri düşünce akımlarıdır.

Emperyalizm kendine tehlike oluşturacak fikri ve fikir sahibini izole etmek zorundadır. Bunun için gerekli tüm araçları kullanır. Ülke kamuoyunu onun fikirlerinden nefret etmesini sağlamak ister. Bunu da içeriden yapar. Kendisine göbekten bağlı, ilerici yazarlar, ulusal cephe ve düşmanı da olsa içerde farklı ideolojiler üzerinden hareket eden gruplar ile bu fikre karşı mücadele eder.

Örn; Emperyalizm şeytanı tek değildir. Bir bölgede bu şeytanlardan biriyle savaşan gruplar, savaştığı şeytan tarafından, öteki şeytanla işbirliği yapmakla suçlanır. Bir de bakarsınız Mücahid’ler “Cihadcı” oluvermişler! Böylece emperyalizm savaşı, kendisiyle olmakta çıkarmış, bir iç savaşa dönüştürmüştür! Öyle ki; bunu en ileri “anti-emperyalistler” eliyle yapar!

Olay ve şartlar şeytanla kapsamlı bir mücadele birliği oluşturduğu zaman, söz konusu plan uygulanır.Bir de bakarsınız bu kapsamlı mücadele birliği, bölük pörçük mücadele birliklerine dönüşür. Hatta birbirinden kopuk direniş örgütleri arasında çekişme ve çatışmalar başlar ve savaş sömürülen halkın güçleriyle emperyalizm arasında olmaktan çıkıp, halk güçlerinin kendi aralarındaki bir savaşa dönüşür.

Sonuç emperyalizm açısından iki amaca matuftur. İlki savaşın doğrudan kendine yönelen ideolojik ve ruhsal düzeyini düşürmek ve bu güçleri dağıtmak. Mücadelenin birliğini ve bu birliği sağlayan ruhsal yönü yok ederek, mücadelenin moral gücünü ve halkların gözündeki kutsallığını kaybettirmek. Oysa“Allah’a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin. Çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” Uyarısında bulunuyor Rabbimiz!

İkinci amacı ise; bazı kişisel yetenekleri kendi hesabına çalıştırmak, bazı girişimleri desteklemek, teşvik etmektir. Emperyalizm her türlü şart altında kendisine kalenin anahtarlarını teslim edecek kimseleri bulabilmektedir. Sözünü ettiğimiz kimselerin beyinlerindeki çatlaktan birkaç kuruşu atmak yeterlidir. Sonuç, hırsız içeriden olunca kapı kilit tutmuyor, maalesef!

Ne hazindir ki; bu uşakların yaptıkları ilk icraat, emperyalizmle mücadele edenleri “işbirlikçi” olarak yaftalamak olur! Kapıları içeriden açan satılıklar, ellerindeki devasa imkânlar ile gazete sütunlarında karalama, korkutma ve yıldırma işine başlar. Mücadeleci ruh artık ya bir fedai ya da bir Don Kişot’tur! Yalnızlaştırılmış, tecrit edilmiş, ütopikleştirilmiş, sessizliğe mahkûm edilmiştir.

Emperyalizmin işini nasıl yürüttüğünü, şartlara göre planlarını nasıl yenilediğini ve sömürü gücünün nasıl olupta süreklilik arzettiğini açıklayan en iyi tespit yine Malik b Nebi’ye ait sanırım; “Sömürüye müsait olma hali” şeytanın tuzağını güçlü kılan en temel olgu galiba!

Müslümanlar olarak bizler, bu mikrobun yaydığı hastalıklardan korunmak için ahlaki temizliğe sahip olmalıyız. Sindirim sisteminin şehvetlerinin irademize hüküm sürmesine müsade etmemeliyiz. Kendi özümüzdeki kokuşmayı gidermeden, yapay yollarla şırınga edilen kokuşmaya karşı dayanıklı olamayız. Yapay mikroplara karşı bağışıklık kazanmak istiyorsak önce bünyemizi buna hazırlamalıyız.

“Kuşkusuz Şeytan’ın tuzağı zayıftır!” yeter ki ona karşı güçlü ve sağlam duralım. Tabi ki emperyalizm tuzak kuracaktır. Bu onun kendi hasabıdır. Oysa iş yalnızca onun ya da başkasının elinde değildir. İş, eşyayı mutlak anlamda takdir buyuran, zerreyi de, dağı da belli bir takdir üzere yürüten bir olan Allah’ın elindedir.