Kürtlerle yaşamak zorunda mısınız?

Bejan Matur

İfrat ile tefrit arasında gidip geliyoruz. Birlikte yaşarken baskı yöntemleri dışında bir yol bilmeyenler, iş zora girince ayrılmayı tartışmaya başladılar. Rejimin kalesi olan gazeteden 'Türkiye Türklerindir' gazetesine, son günlerin konusu, Kürtlerle birlikte yaşamanın tartışılması, 'birlikte yaşamak zorunda mıyız?' sorusunun sorulması.

Elbette değilsiniz! İnsanın herhangi bir şeyi zorla yapması savunulamaz... Bütün bu yaşananlar Cumhuriyet'in zor politikalarının eseri olduğuna göre, zor her alanda terk edilmeli.

Türkiye'de yaşayan herkesin özgür bir irade ile birlikte yaşamaya evet demesi istenen mutlu son. Ama soru, 'birlikte yaşamak zorunda mıyız?' gibi okuyucuyu, dinleyiciyi tavır almaya sevk eden bir soru olarak mı sorulmalı? Tartışmanın alt metni önemli. Demokratlık kisvesi altında yürütülen bu şov, deşifre edilmeye muhtaç; 'Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız' sorusunu soranların mantık silsilesi yine dehşet verici!

Aslında burada konuşmamız gereken, Türkiye'nin demokratikleşmesi, merkez-çevre ilişkisinin yeniden tanımlanması, devletin toplumla kurduğu efendi-köle mantığının değişmesini istemeyenlerin başvurdukları kavramlar. 28 Şubat'ta bu, irtica tehlikesiydi. Bu yılın popüler tartışması 'sivil vesayet' olarak şekillendi. Kürt sorununda, ölümler ilk sıraya oturunca, tartışma 'birlikte yaşamak zorunda mıyız' sorusuna evrildi. Bütün bu tartışmaları başlatan cenah hep aynı. Devlet-toplum ilişkisinde statükonun devamını savunanlar.

Demokratlık iddiasıyla yapılan bu önermenin altında yatan, gizli ırkçılığı, sorumsuzluğu deşifre etmek bu nedenle önemli.

'Kürtlerle ayrılığı yazmadan çok düşünen, çok zorlanarak yazanlara' keşfettiği bu gerçeği yazdıran nedir acaba? Yaşanan kayıplar ve toplumun huzursuzluğu mu? Kayıplar daha önce de vardı. Üstelik sayı 50 bin! Ve geçmişin kayıpları bugünkünden az değil.

Bu, 'ayrılma' aydınlanmasını yaşatan ne ola?

Bir günde mi demokrat olmaya karar verdiler? 'Medeni ölçüler içinde anlaşamayanlar ayrılabilir' kanaatine bir günde mi vardılar?

Sözlerinin gerisindeki kibri, sevgisizliği fark edilmez sanıyorlar belki de!

Hatta aşağılama, küçümsemeyi...

Son demokrasi performanslarını 'bu köylülükle, gerilikle yaşamaya değmez' duygusu ne kadar belirliyor acaba?

Emin olun, aynı argüman, aynı timsah gözyaşları diğer tarafta da var. Kayıpları siyasetlerinin devamına vesile kılanların, toplumun genelinin ne düşündüğü umurunda değil.

İstatistiklere tapan bu efendilerin, 'Kürtlerin ne kadarı ayrılığı savunuyor' hakkında bir fikirleri de yok üstelik.

Dünyadaki başarılı entegrasyon örnekleri arasında sayılan Kürt/Türk entegrasyonu hakkında, bırakın vicdan sahibi entelektüel tavrı, bir sosyolog olarak bile sorumlu davranmıyorlar.

'Kadın alıp verme' tartışmasının, ahlaki ölçüleri aşan içeriği de gösterdi ki, birlikte yaşamak konusunda herkes en zahmetsiz olana sığınıyor. Kimi evliliğe, kimi ayrılmaya...

Barışı kurmak zahmetlidir. Bildiğiniz bütün değerler, şiddetin taarruzu altında yok olmuşsa, yeni bir konuşma başlatmak, büyük samimiyet gerektirir; Her şeyden önce, timsah gözyaşlarını terk edip, gerçek acıyı yüreğinizde duymalısınız. Çünkü ancak acının dağladığı yüreklerden, tevekkül doğar. Barış o tevekkülden zuhur eder.

O tevekkül sayesinde, bize öğretilen kardeşliğin, bir yok sayma olduğunu fark ederiz.

Farklı olan, farklılığını yaşamak isteyen birinin, farklılığını baş tacı edinirsek ancak barışı üretebileceğimizi bize o acı söyler. Farklılıklarımızı pamuklar içinde sarılıp sarmalarsak, birlikte yaşamaya devam edebileceğimizi...

Özgürlük dediğiniz, sorumluluğun bahçesinde yeşerir. Sorumlu hissetmediğin, geleceğini dert etmediğin birini, zorlandığın ilk virajda sırtından atmak demokratlıkla bağdaşmaz.

Ayrılık tartışmasını bari samimi yürütebilseler! Bu kadar sahtelikle yaşamayı nasıl becerebildikleri de başka bir soru!

ZAMAN