Kürt taleplerinde yeni fasıl

Bu arkadaşlar, bütün bu konularda yerleşik tavırları olan o ilk değindiğim kesimle hiç ilgilenmiyorlar. Olabilir, onlarla tartışmanın bir sonuç vermeyeceğini düşünüyorlardır (aslında bunu da doğru bulmuyorum, ama “olabilir” diyorum). Asıl önemli olan o ortadaki, kararsız kesim için hiçbir şey yapmıyorlar. Bizim gibilere hakaret etmekten başka bir şey yapmıyorlar.

Şimdiye kadar pek çok örneğini yaşadık. Bu toplumda hep olan şey: başkasını eleştirdiğin sürece, hele o başkası benim de canımı sıkıyorsa, senden iyisi yok. Ama “beni” eleştirmeye kalkışırsan olmaz. Dediğim gibi, bu toplumda hep olan şey bu; ama olmaya devam ettiği sürece bize bir demokratikleşme ufku açılmaz.

Gene oldu bunlar, hakaretler edildi, geri dönülmez pozisyonlar belirlendi. Niçin bunun böyle olmak zorunda olduğu ve niçin başka türlü asla olamayacağı anlatıldı –iyi niyetli ve kötü niyetli “gafil”lere.

Derken Öcalan’dan yeni açıklamalar geldi. Bu açıklamalarda söylenenler, genel olarak, bizim gibilerin o birkaç gün içinde söylediklerimizle aynı doğrultuda.

Öcalan’dan bu açıklamalar geldikten sonra, sözkonusu taleplerin ortaya çıkma süreci içinde yer almış bazılarından (yer almamış bazıları da olabilir, o kadar yakından izleyemedim), “evet, anlatmak istediğimizi iyi anlatamadık”, “Evet, sanki biraz aşırı mı oldu, ne” yollu demeçler, yorumlar çıkmaya başladı.

Bu, ilk sefer olmuyor. Şimdiye kadar, sayısını şaşırdım, birçok kez “legal siyaset” yapan Kürtler, Öcalan’ın bir müdahalesinden sonra bir önce söylediklerinin tamamen karşıtı olan yeni bir söyleme başlıyorlar.

Öcalan’ın, henüz Suriye’de, neredeyse, hareketinin fiilen başında olduğu zamanlarda da, söyleminin dikkat çekici bir parçası, örgütünün, işleri ve kendisini doğru anlamadıkları için suçlaması ve azarlamasıydı.

Geçtiğimiz iki haftayı her şeyden çok “Kürt talepleri” diye daraltarak özetlediğim talepler listesini tartışarak geçirdik. Ben öyle, başkası başka türlü, “daraltarak” özetledik ama, “bunlar kimin talebi?” “Kim ne istiyor?” diye daha yakından bakınca, bunun öyle basit bir liste olmadığı hemen anlaşılıyordu.

Nitekim Baskın Oran (elle tutulur bir veriye dayanmadan ileri geri konuşmaktan hoşlanmaz) BDP’nin “talep” diye sıraladıklarıyla DTK toplantısından çıkanları yan yana koyarak inceledi. Daha çarpıcı talepler bu ikincisinden geliyordu.

Buna devam edeceğim, ama bu noktada azıcık duralayıp bir iki konuyu konuşalım.

Bu ülkede kimin nasıl düşündüğü, her olay karşısında ne gibi mekanizmaların harekete geçtiği bilinmeyen bir şey değil. Böylece oluşan cephelerde tavrını çoktan almış, bundan sonra taş çatlasa bu tavrını değiştirmeyecek odaklar olduğu gibi, olayları izleyerek bir karar verme ihtiyacında olan çok daha büyük bir kalabalık da var. Kürt politikasının şu ortamda yapması gereken en önemli iş, önyargılı olmasa da kaygılı, demokrasinin işlemesini isteyen ama kandırılmaktan korkan bu kesimleri ikna etmek, yatıştırmak. Bu da, o “talepname”de sıralanan taleplerle olacak bir şey değil.

Bizler, hiç kalabalık olmayan, Kürt sorununun çözümü olacaksa, bunun demokrasinin evrensel ilkeleri, ama aynı zamanda kuralları içinde olması gerektiğine inanan kişiler, Kürtlerden gelen şu ya da bu söze veya davranışa, cümlenin başında belirttiğim mantık içinde bir eleştiri yöneltecek olursak, ardından bir salvo ile karşılaşıyoruz. Ne “gizli milliyetçilik” kalıyor ne “devletle işbirliği” –ama bir yandan da bir “devlet kayırmacılığı”, yani bu son dönemin anti-AKP politikası. Onun bu alışkanlığı anlaşılan devam edecek. Şu yürürlükteki durumda, koşullarda, hangi metin gerçekten “metin”dir; yani, avukatlarının not tutup sonra bunları yayımlamalarıyla önümüze gelen şeylere “Abdullah Öcalan’ın falan konudaki metni” diyebilir miyiz, buna karar vermenin sözkonusu koşullardan ileri gelen güçlükleri var. Ama ben şu veya bu Kürt toplantısında işittiğim şeylerden bazılarını oradan gelen “metin”lerde de gördüğümü hatırlar gibiyim.

Şimdi, epey fazla örneğini gördüğümüz, bu tekrarlanan olay, bana, bir süre sonra, Kürt davası adına söz söyleyen BDP’li, DTK’lı, her neyse isterse KCK’lı, Kürtlerin inanılırlığının son derece azalacağını haber veriyor. Bunun iyi bir şey olmadığı kanısındayım. Ama bunun daha ileri derecelere gitmemesi için Kürtlerin kendilerinin bir şeyler yapması gerekiyor.

İkincisi de şöyle bir kanının yerleşmesi ve yaygınlaşması: “Yahu, bu Kürtler kendi başlarına kaldı mı akla aykırı işler yapıyorlar. Bakın, gene en makul konuşanı Öcalan, konuşulacaksa en iyisi doğrudan onunla konuşmak.”

Benim derdimse, konuşulsun da, kiminle ve nasıl konuşulacaksa olur –konuşanlar konuşmalarından sorumlu olduğu sürece.

TARAF