Kürt Sorununda Tillo-Norşin Ekseni

HAMZA TÜRKMEN

 

İki sene önce Nakşibendi geleneğinin önde gelen isimlerinden Ferid (Feriduddin) Aydın ile doğduğu, büyüdüğü, eğitim aldığı ve gençken şeyhlik yaptığı Siirt’e, Bitlis’e, Muş’a ve bu illerin bazı ilçe ve köylerine bir gezide bulunmuştuk.

Ferid Aydın hocamız/ağabeyimiz için bu gezi, kaleme alacağı hatıratına bir hafıza yenilenmesi sağlayacaktı. Ayrıca bu gezi onun için rabıta ve keşf geleneğinden koptuktan 40 yıl sonra eski dergâhlarına, yakınlarının mekânlarını; ayrıca sülalesinden hayatta kalanların gönlünü almaya yönelen bir sılayı rahimdi. Bizim için gezinin amacı Çözüm Süreci’nin artılarını eksilerini yerinde müteala etmek, yaşayan tarikat-medrese geleneği ile ilişkimizi derinleştirebilmekti.

Tillo ziyaretimizde bizi en çok etkileyen kişi, Rıdvan Kaya’nın yakın akrabası Molla Sadullah oldu. Tillo’daki diğer iki medreseden farklı olarak Sadullah hocamız talebelerine İslâm’ı ibadî ve siyasî boyutuyla bir bütün olarak talim ettirdiği için dergâhı 28 Şubatçılar tarafından kapatılmıştı. Cumhuriyet rejimi kurulurken ecdadının uğradığı zulümleri anlattığında yüreklerimizde fırtınalar kopmuştu.

Bölge’nin ikinci önemli medrese merkezi ise Norşin idi. Camide öğle namazını kıldıktan sonra Molla Nurettin Mutlu bizi divan denilen bir konakta ağırladı.

Ve Ferid hocamızın Arapça, Kürtçe tercümanlığında Türk ulusalcılığının Batılılaştırma ve Türkleştirme gayretleri içinde bölgeye yaşattığı zulümleri, şimdi de Kürt ulusalcılarının aynı Batılılaşma hastalığıyla yaşattığını örnekleriyle aktardı. PKK’nin ailelerinden koparttığı kızların aylarca dağlarda kaldığını, bölge insanlarının İslâmî namus ve mahremiyet konularında büyük bir acı ve mahcubiyet içinde olduğunu gözleri yaşararak anlattı.

Bu kızlardan daha birisinin bir-iki hafta önce dağda jandarma tarafından vurulup kulakları ve burnu kesilerek getirilip Norşin’in ana meydanına bırakıldığını söyledi. İfsadın hem ahlâkî yabancılaşma, hem ırkî işkence boyutu söz konusuydu.

Ezen ulusçuluğa karşı ezilen ulusçuluk. Ama her iki tarafın da ezdikleri muhatap aynı: Coğrafyanın sosyolojisi; insanî, örfî ve İslâmî birikimi.

Resmî ideolojinin yasak, sindirme, asimilasyon politikaları karşısında en fazla Doğu ve Güneydoğu bölgeleri direnmişti. Çünkü tarikat formuyla yaşayan medrese, ülkenin batısında sığınacağı bir havza bulamazken, bu bölgelerde aşiretlerin himayesi işe yaramıştı. Dolayısıyla bu bölgeler 1970’li 80’li yılların ideolojik çatışmalar ortamında İslâmî hassasiyeti en çok yaşatan yerler olmuştu.

Türkiye’deki İslâmî/Tevhidî uyanış sürecinin kitabevleri ve yeni yeni oluşan cemaatlerle yaygınlık kazandığı bölgelerden birisi de Türkiye Kürdistanı’ydı. Ama ne tevhidî uyanış sürecini aşıp modelleşebildi; ne de medrese kapitalist yaşam tarzı ve tüketim kültürünün, seküler ulusçuluk biatının yaygınlaşması karşısında yeterli bir cevap üretebildi.

Bu yaklaşımımızı dillendirdiğimizde Norşin’in Şeyhi Nurettin hocamız bize çok değerli şeyler söyledi:

“Doğudaki medreselerimiz müfredat ve usûl olarak kendini yenileyemedi; bölgedeki meselelere cevap üretemediği için alan, gayri İslâmî güçlere kaldı. Biz 15 seneden beri daha çok batıdaki âlimlerin, ilahiyatçıların üretiminden yararlanıyoruz. Bu böyle gitmez. Medrese müfredatında ve usûlünde bir ıslaha, bir yenilenmeye ihtiyacımız var...”

İşte Kürdistan’ın ayakta kalan en önemli medresesinin özeleştirisi bu.

Yoksa aynı medresenin yetiştirdiği daru’l harpçi âlim Sadrettin hocanın hangi ekrana konuştuğunu tartamayan oğlu Müfid Yüksel’in dediği gibi sorun, ‘İslâmcı-tarikatçı ayrımı’nda değil.

Sorun İslâmî hassasiyet sahibi herkesin önce muhkem değerleri savunmak için dayanışma göstermesinde... Ve bu süreç içinde ıslah ve şura temelli tahkik sürecini güçlendirip tutarlı çözümlere yürüyebilmekte…

Diriliş Postası